SEVAL DENİZ KARAHALİLOĞLU / İZ GAZETE - “Bu korkunç toprak bile güzel, görecek gözlerin varsa. Beyazın üzerindeki siyahın geometrisine bakıyorum, resim çizmek istiyorum. Hep resim düşünüyorum. Sonra, Dickens, Dostoyevsky okuyorum. Büyük sanatçıların yüreğinde Tanrı vardır. Bornage’daki korkunç kış mevsiminde durmadan eskiz çizdim. Eskiz fabrikası gibi çalıştım. Mesela şu süpürgeli kızı tam beş kez, tohum eken adamı üç kez çizdim. Beğenmezsem bir daha çizerim. Gözlerimi eğitmem gerek. Resimlerimi sevmiyorlar. Kurulu düzeni bozabilirim diye korkuyorlar.”   Hayatı boyunca sekiz yüzden fazla resim yapmış ama yaşarken ancak bir tanesini satabilmiş bir sanatçı. Acı, dışlanma, çokça incitilme, gönül yaraları, ölümüne açlık, dibine kadar sefalet ve akıl hastanesi ile sonlanan bir hayat. Bunlar, Van Gogh’un resme olan aşkı için ödediği bedel. Hakan Gerçek’in sahneye koyduğu ve oynadığı tek kişilik “Van Gogh” oyunu 11 sezondur İstanbul’da kapalı gişe oynuyor. Yaşadığı dönemde gerçek değeri anlaşılamamış sanatçının verdiği mücadeleyi Van Gogh’u başarıyla sahneye taşıyan usta sanatçı Hakan Gerçek’le konuşuyoruz.

VAN GOGH OYUNUNU NASIL SEÇTİNİZ?

Van Gogh, “Tiyatro Gerçek”’in ilk oyunu ve şu anda beşinci sezonu oynuyoruz. 2008 yılında tiyatroyu kurarken porteler, biyografiler üzerine oyunlar yapmak istedim. Aklıma da ilk önce Van Gogh’un hayatını sahneye koymak geldi. Çünkü bende eskiye dayanan bir hikayesi var. Hocam Müşfik Kenter 34 sene önce Van Gogh oyununu oynamıştı. Ben de o sıralar onun asistanlığını yapıyordum. O zamanlar, onun hayatından ve büyük dehasından etkilendiğim için Van Gogh oyunu o dönem benim aklıma düşmüştü. “Acaba yıllar sonra, yaş aldığımda Van Gogh’u oynayabilir miyim?” diye düşünmüştüm. Sonra Gordon Smith’in yazdığı metni Ülkü Tamer’in müthiş çevirisiyle bir kez daha okudum. Biraz da yaş almanın getirdiği etkiyle, Van Gogh’u içimde daha derin hissettim. Oyun üzerinde çalıştıkça çektiği acılar, melankolisi, hüznü beni çok etkiledi. Bu oyunu mutlaka yapmalıyım diye yola çıktım.

BİR KARAKTER OLARAK, VAN GOGH'DA SİZİ EN ÇOK ÇEKEN ŞEY NE OLDU?

Van Gogh’un çalışma azmi, dehası, yeteneğini geliştirmeye çalışması beni çok etkiledi. Bir de onun hüznü. Hüzün, beni çok çeken bir şey. Van Gogh’un çok hüzünlü bir yaşamı var. Beni en çok etkileyen yönü deha olması. Yeteneği bir yana, müthiş bir çalışma azmi var. Özellikle yeteneğini geliştirmek için harcadığı çaba inanılmaz. Burada sadece deha olması yeterli değil. Kendini geliştirmek için bıkmadan usanmadan çalışması onu mükemmelliğe götürüyor. Bunun için sayısız eskiz çiziyor, çok sayıda resim yapıyor. Tiyatro birçok sanat dalını içinde barındırdığı için bence resim sanatıyla direk örtüşüyor. Sahnede projeksiyon ile Van Gogh’un 140’a yakın resmini veriyoruz. Van Gogh görsel olarak sahneye çok yakışıyor. Dramaturgi olarak baktığınızda hayatı hep çatışmalarla geçmiş. Yani, orada bir tiyatro metninde olması gereken her şey var. Tiyatro metni çatışmalardan doğar. Van Gogh tek kişilik oyun olmasına rağmen, kendi hayatı o kadar karmaşık ve kendi içinde o kadar çatışan bir insan ki Van Gogh kendi dramaturgisini hayatı boyunca kendi kendine yapmış bir kahraman. Bu nedenle, ben Van Gogh’un sahneye çok yakıştığını düşünüyorum.

OYUNUN METNİ NASIL DERLENMİŞ VE OYUNU HAZIRLARKEN NASIL BİR ARAŞTIRMA YAPTINIZ?

Bu oyun kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplardan derlenen bir oyun. Bu mektuplardan Van Gogh’un kendi içindeki çatışmaları görüyoruz. Bunu seyirciye aktardığınızda, seyirci bundan çok etkileniyor çünkü çok acılı bir yaşam sürmüş. Esere baktığınızda, iyi ki Van Gogh kardeşi Theo’ya o mektupları yazmış diyorsunuz. Benim Van Gogh ile ilk tanışmam Hayat Ansiklopedisine dayanır. Bizim çocukluğumuzda internet yoktu. Onun yerine çok güzel Resimli Hayat Ansiklopedileri vardı. Orada onun hayatını okuduğumu hatırlıyorum. Onun resimlerine bakardım. Resme dair bir eğitim almadım ama bildiğim bir ressamdı. Konservatuar yıllarında sanat tarihine biraz daha ilgi gösterdik. Müşfik Bey, Van Gogh oyununu oynarken bir Hollanda turnemiz olmuştu. Amsterdam’da Van Gogh Müzesine gittim, orada sanatçıdan çok etkilendim. Müzede sanatçının bire bir resimleriyle yüz yüze gelince, onun sanatını ve dehasını daha derinden hissettim. Sonra oyunu sahneye koymaya karar verdiğimde, onun hakkında yazılmış eserleri okumaya başladım. Van Gogh ile ilgili çok sayıda efsane var. Mesela o kulak kesme hadisesi ile ilgili efsaneler var. Bir sürü kaynak araştırdık ama “Theo’ya Mektuplar”  kitabını okumak bile onun hayatını tanımak için insana yetiyor. Burada en önemli nokta, insan olarak, ressam olarak metnin oluşmasında Van Gogh’un içimde nereye çarptığını bulmaktı. Ondan sonrası, eserin verdiği bilgi çerçevesinde, oyunculuk hassasiyetini ve sezgileri kullanarak bazı şeyleri keşfetmeye kalmıştı. Benim Van Gogh hikayem zamana yayılan bir süreçtir.

VAN GOGH'UN HAYATINDA ÇOK SAYIDA ÇARPICI ÖYKÜ VAR. BUNLARDAN HANGİSİ SİZİ DERİNDEN ETKİLEDİ?

Oyunda, arkadaşı ressam Paul Gauguin ile ilişkisi ve kulak kesme hikayesi beni çok etkiliyor. Van Gogh’un bütün hayatına yayılan bir özelliği var. Van Gogh resminde olduğu gibi çok saplantılı bir karakter. Aşık olduğu zaman da başka türlü olmuyor. Zaten resmine karşı müthiş hassas. Arkadaşı Gauguin ile olan ilişkisinde de çok derinlemesine yaşıyor. Van Gogh hayatında hiçbir şeyi yüzeysel yaşamıyor. Bunu bilinçli olarak yapmıyor. Çevresi tarafından sürekli dışlanan bir insan Van Gogh. Çevresi tarafından çok sevilen canım, cicim bir adam değil. Aşık olduğu kadın tarafından nasıl ret edildiğini anlatırken bile çok etkilendiğini görüyoruz. “Abartılı” ve “takıntılı” davranış biçimine çok yatkın bir yapısı var. Hayatı boyunca kullandığı o boyalar, kimyasallar, bipolar hastalığının ilerlemesi, bu süreç içinde epilepsisinin kötüleşmesi onu başka noktalara doğru götürüyor.  Hastalığından dolayı gözlerinde bir rahatsızlık oluşuyor. Bu hastalıklar onu tımarhaneye kadar götürüyor. Özellikle insanlarla olan ilişkileri onu çok yaralıyor ve incitiyor.

ONU TIMARHANEYE GÖTÜREN SÜREÇ NASIL İŞLİYOR?

Özellikle yakın arkadaşı ve çok önem verdiği “yapıcı bir yıkım ustası” olarak tanımladığı Paul Gauguin ilişkisi çok çarpıcıdır. Kiliseyle, dinle olan ilişkisi çok ilginçtir. Çünkü belli bir noktada “yeter artık, ben bunlara direneceğim” diyor. Artık kiliseye gitmiyor. Dinle arasına bir mesafe koyuyor. Mesela, “Gauguin yanıma geliyor” diye çocuklar kadar sevinirken, sonrasında Gauguin ile başka şeyler yaşıyorlar. Aslında Gauguin ona doğru şeyler söylüyor ama söyledikleri Van Gogh’u derinden yaralıyor ve incitiyor. Bu sefer ondan da uzaklaşıyor. Saplantılı ve dengesiz davranışları çevresiyle olan ilişkilerini olumsuz etkiliyor ve onu tüketiyor. Bu onu Saint Remy’deki akıl hastanesine götüren süreçte önemli bir etken. Hatta oyunun bir yerinde “hiçbir şey harcamıyorum kendimden başka” diyor. Van Gogh’un güçlü bir yönü de zekası ve çalışkanlığı. Van Gogh aslında çok akıllı. Yoksa o mükemmel eserler ortaya çıkmazdı. Resim yapmayı çok seviyor ve bunun için çok çalışıyor. Ay Çiçeklerini yapıyor, yetmiyor. “Bu resimlerde renkler bana soğuk geliyor” diyor, kendi memleketinden sıkılıyor, Paris’e gidiyor. Paris’ten sıkılıyor, güneş resmi çizmek istiyor, Arles’e gidiyor. Güneşi çizmek yetmiyor, “yıldızları çizeceğim” diyor. Bütün bu süreç onun merakına, en iyiye nasıl ulaşırım kaygısına ve bu uğurda harcadığı çabaya dayanıyor. Bu çok saygı duyulacak bir durum.

SANKİ HAYAT BOYUNCA BİR "YETERSİZLİK DUYGUSU" HİÇ YAKASINI BIRAKMIYOR DEĞİL Mİ?

Postacının resmini yaptıktan sonra, “bilmiyorum, bilemiyorum başarabildim mi?” diyor. Yani, yaptığı resimlerle ilgili hep alçak gönüllü davranıyor, yaptığı resimleri hiç beğenmiyor. Bir resim yapmadan önce defalarca eskizlerini çalışıyor. Beğenmiyor atıyor. Yeniden aynı eskizi bir kez daha çiziyor. İlk başta, eskiz yaparken “perspektif yeteneğimi geliştirmeliyim, ölçümlemeyi öğrenmeliyim, anatomiyi bilmiyorum” diyor. Kendisini resim açısından yeterli bulamaması onu daha çok çalışmaya itiyor. Dünyanın en değerli tablolarının nasıl ortaya çıktığını görünce, dönemi itibarıyla böyle bir sanatçıya nasıl yazık olduğunu görüyorsunuz. Bu oyunda herkesin kıyısından köşesinden kendisine yontacağı ve alacağı dersler var. Çok büyük fakirlik çekiyor, iki ay ciddi bir açlık yaşıyor, hatta dişleri dökülüyor ama bütün bunları bir tercih yaptığı için yaşıyor. Yani, kendisi için bir tercih yapıyor. Satış yapacak resimler değil “kendi istediği resmi” yapıyor. Sürekli daha iyisini yapabilmek için kendi kendisiyle yarışıyor. Oyunun bir yerinde “resim yapma tutkumla, benim arama giriyorlar” diyor. “Benden satılabilir resimler yapmamı istiyorlar, ben yapmak istemiyorum” diyor. İstediği resmi yapabileceği bir hayat yaşamak istiyor ve aynen öyle yaşıyor. Sonunda kendisi göremese de amacına ulaşıyor.

VAN GOGH HAYATI ÇOK FARKLI ALGILAYAN VE BU YÜZDEN DIŞLANAN BİR SANATÇI. ÖYLE DEĞİL Mİ?

Bu durum günümüzde de geçerli. Çevremizde bizden farklı düşünen insanları anlayamıyor ve kabul etmiyoruz. Bu çağımızın hastalığı haline geldi. Çevremizde faklı düşünen hayatı farklı biçimde algılayan insanlara karşı saygısızca davranıyoruz. Van Gogh yaşadığı dönemde hayatı farklı algılayan bir sanatçı. Hayata karşı farkındalığını resmine de yansıtıyor. Bir süre önce Van Gogh’a ait yeni bir haber okudum. Haberde, Van Gogh’un edebiyatçı kimliği de ortaya çıktı deniyor. Zaten kardeşi Theo’ya o mektupları yazan adamın büyük bir yeteneği olduğunu da görüyorsunuz. Mesela, “tutkularım geminin yelkenleri, kuşkularım dünya kadar. Artık geri dönemeyecek kadar açıldım” diyor. Sonra kendi kendisiyle dalga geçiyor. “Öfkeli mektuplar yazabiliyorum diye Dickens olamam ama iyi bir ressam olacağım” diyor. Daha yolun başında o tercihini yapıyor, yolunu çiziyor. Çalışmak şartıyla iyi bir resimler yapabilirim diyor ve sonunda ortaya bir deha çıkıyor.

SEYİRCİNİN VAN GOGH OYUNUNA OLAN YAKLAŞIMI NASIL?

Van Gogh seyircisi bilinçli bir tercih yapıyor, ya Van Gogh’u merak ettiği için ya da bizim Van Gogh’u nasıl yorumladığımızı görmek için oyuna geliyor. O yüzden oyunu bilinçli bir seyirciye oynamak daha iyi oluyor. İstanbul’da ve çıktığımız turnelerde hep dolu salonlara oynadık ve seyircimiz çok iyiydi. Mesela, oyuna resim öğrencisi gençler gelmişti. Daha sonra bana ileti attılar. “Okuldan ayrılmayı ve resmi bırakmayı düşünüyorduk,  Van Gogh’un hayatını izledikten sonra resme devam etme kararı aldık” şeklinde geri dönüşler yaşadım. Bunlar, tiyatronun değiştiren ve dönüştüren gücünü bire bir görebilmek adına çok sevindirici oluyor.

Editör: Haber Merkezi