Gülsen Candemir - Yönetmen Mustafa Kara’nın Trabzon ve zaman zaman Artvin’de çektiği ‘Kalandar* soğuğu’ adlı sinema filmi, Oscar yolculuğundan ödülle dönmeyi beklerken, özel gösterim için İzmir’e gelen filmin başrol oyuncusu Haydar Şişman ile uzun bir sohbet gerçekleştirdik. İz Dergi’ye konuşan Şişman, öğrencisinin yönetmenliğini yaptığı filminde oynamanın verdiği gururu, film öncesi yaptığı hazırlıkları ve Karadeniz’deki doğanın talanına dair görüşlerini samimiyet ile paylaştı.

Doğası ile izleyicisine adeta pastoral bir şölen sunan Kalandar Soğuğu, güçlü öyküsü ile de neredeyse hiçbir soruyu yanıtsız bırakmadan, sizi 2 saati aşkın sürede farklı duygulara taşıyor. Mustafa Kara'nın Bilal Sert ile senaryosunu kaleme aldığı ve 16 Eylül'de vizyona giren film, insan-doğa ilişkisini arka fona alarak kişisel bir mücadeleyi ele alıyor.

Kalandar Soğuğu, 28. Uluslararası Tokyo Film Festivali'nde ‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Yönetmen’, 52. Uluslararası Antalya Film Festivali'nde uluslararası yarışmada ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ve ‘En İyi Müzik’ ödülü, ulusal yarışmada ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ve ‘Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü’, Festival Premiere Plans'te ‘Jüri Özel Ödülü’ kazandı.

İstanbul Film Festivali'nde ‘En İyi Yönetmen’, ‘En İyi Erkek Oyuncu’, ‘En İyi Kurgu’ ve ‘En İyi Görüntü Yönetmeni’ ödüllerini alan film ayrıca, Rode Tulp Film Festivali'nden ‘En İyi Yönetmen’ ödülü ile geri döndü. 20 farklı ödül alan film, en son, Los Angeles Apsa’da en iyi erkek oyuncu ödülü aldı.  89. Akademi Ödülleri'nde (Oscar) de En İyi Yabancı Film Dalı'nda ülkemizi temsil ediyor.

Konak Belediyesi ile Hezarfen Film Galerisi’nin katkıları Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde özel gösterimi yapılan film öncesi görüştüğümüz başrol oyuncusu Haydar Şişman, sinemadaki ikinci filminin son olmayacağını, sinemaya daha da yoğunlaşacağını ifade etti.

Resim öğretmenliği yapıyorsunuz, Eğitim-Sen Trabzon şubesinde yöneticisiniz, bir tiyatronuz var. Bunların yanına şimdi de sinema oyunculuğu eklendi. En baştan başlarsak bu film ile nasıl buluştunuz?

Bu benim ilk sinema filmim daha önce herhangi bir filmde rol almadım. Güzel Sanatlar Bölümü okumam nedeni ile zaten, sinema televizyon bölümü öğrencileri ile yakın ilişkilerimiz vardı. Sinema ile resim arasında da aslında görsel anlamda yakın bir ilişki var. Ama benim sinema ile olan ilgim ekstra bir ilgiydi, çocukluğumdan beri. Liseyi bitirinceye kadar yaşadığım Trabzon, İstanbul ve Bursa’da, izlemediğim hiç film yok gibi. Bütün gelirimi, harçlığımı, kazandığım parayı sinemaya harcamış birisi olarak her zaman sinema ile bir ilişkim oldu. Film ile tanışmamız filmin yönetmeni ile olan bağımızdan kaynaklanıyor. Mustafa Kara benim öğrencimdi. Üniversiteyi ilk bitirdiğim yıl vekil öğretmenlik yaptım bir dağ köyünde. Mustafa burada öğrencim oldu. Sanat öğretmeni olduğumuz için derslerimiz ağırlıklı olarak yine sanat üzerineydi. Tiyatro oyunları çıkarıyorduk, resim çıkarıyorduk. Yıllar sonra Mustafa Kara ile tekrar karşılaştık. Deneyimli sayılabilecek genç bir yönetmen olarak karşılaşmıştım onunla. Bana filmden bahsetti, senaryoyu okudum. Senaryoyu bir oyuncu olarak değil de eski bir arkadaş ve öğretmeni olarak okudum. Benim ona ne tür katkılarım olabilir üzerinden görüştük konuştuk. Daha sonra giderek filmin içinde buldum kendimi. Bazen hayat kendi hikayesini yazmıştır, belki benim de öyle oldu.

Senaryoyu okuduğumda ‘bu filmde olmalıyım, bu karakteri ben oynamalıyım’ demiş miydiniz? 

Sinema oyuncusu değilim ama, uzun yıllardan bu yana tiyatro yapıyorum sinema öncesi bir oyunculuk vardı tabii. Eşim’e senaryodan, oyunculardan bahsettiğimde ‘O rolü sen oynamalısın’ demişti. Ancak ben bunu yönetmene söyleyemezdim, onun kendisinin buna karar vermesi gerekirdi. Süreç kendiliğinden akacaktır ve ne olacaksa öyle olmalıdır. Süreç ilerledi ve ben istediğim karakteri oynadım.

Filmin fragmanında gri renkler hakim. Sinema tekniklerinde renkler filmler hakkında ipuçlarını verir. Filmi izleyenler bu sorunun cevabını verecektir ancak izlemeyenler bu filmde ağırlıkla hangi duyguyu yoğun hissedecek. Umutsuzluk mu var sonunda umut mu?

Filmin sonunun güzel bitip bitmediğine sinemadaki izleyici karar versin ama ‘Kalandar soğuğu’  bir umut filmidir. Yılmaz Güney’in hafızam beni yanıltmıyorsa 1972’de yaptığı ‘Umut’ filmi insanın mücadele ettiğinde mutlaka bir açık kapı bulacağına dair işaretler taşır. Belki Yılmaz Güney ‘Umut’ filmi yapmamış olsaydı filmin adı ‘Umut’ olabilirdi. O hissiyatı taşıyor.

Film ‘de zor doğa koşullarından sahneler var. Çekim sürecinde herhangi bir sorun yaşadınız mı?

Evet ‘Kalandar Soğuğu’ çekilen yer nedeni ile zor ortaya çıkan bir film oldu. Bazı sahneler çok zordu gerçekten. Bu nedenle Türk sinema tarihinde çekilen en zor filmlerden biri olduğunu düşünüyorum. Ufak kazalar yaşadık fakat bunlar faciayla sonuçlanan kazalar olmadı neyse ki. Bir süre sonra yapımcı ve yönetmenimiz belki kamera arkası görüntülerini yayınlarsa o zaman bunlar daha iyi görülür. Bir de filmde gördüğünüz sahneler filmin en zor sahneleri değildir. Bizim filmde kullanmadığımız çok daha zor sahneler var. Bunlar yönetmenin kurgu tercihi. 163 saatlik çekim yapıldı ve buradan belki sekiz on saatlik film çıkar. Kullanmadığımız sahnelerde ‘keşke bunları kullansaydık’ diyebileceğimiz güzellikte sahneler vardı.

Çekimler sırasında korktuğunuz sahneler veya atlattınız bir kaza oldu mu?

Çok tehlikeli anlar oldu tabii ki. Her ne kadar Karadenizli olsak da hayatımız dağlarda geçmiyor. Ben şehir merkezinde yaşayan bir ressamım, bir lisede öğretmenlik yapıyorum. Hayatın o tarafı ile çok alakamız yok ama bildiğimiz bir coğrafya. Her ne kadar köyde yaşamasak da, anladığımız bir coğrafya, bildiğimiz insan ilişkileri. Yoksulluğu, ona karşı mücadelenin nasıl olması gerektiği konusunda da fikirlerimiz var.

Filmde başrolde oynayan Mehmet, dağlarda maden arıyor, bulursa içinde bulunduğu sıkıntılarından kurtulmayı planlıyor. Bölgede de yıllardır HES’ler yapılıyor, madencilik faaliyetleri var ve halk bunların Karadeniz’in yeşilini bitireceğini düşünerek karşı çıkıyor. Siz Karadeniz’deki bu tepkiyi ve sermayenin girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu filmin doğu Karadeniz’deki madenler ile bir ilgisi yok, bir insan hikayesi. Benim vekil öğretmenlik yaptığım köyde Zühtü adından yaşlı bir insan var bu insan 1940’lardan beri filmdeki Mehmet karakteri gibi madenler aramış. Fakat buradaki amaç bir maden bulma yöntemi, amaç madeni çıkartıp zengin olmak değil. Bahsettiğim insan belki Doğu Karadeniz’deki madenlerin yarısını bulan adam, çok yoksul şu anda. Maden bulduğunda zengin olmuyor. Buradan aldığı birkaç numuneyi maden işletmecisine gidiyor ve eğer sondaj vurulmaya değer bir şey ise, eline küçük bir harçlık veriyorlar. Defalarca maden buluyor. Bizim filmimizin bu konu ile ilgili soracağı soru şudur. Belki en politik soru şudur. Filmin diyaloglarında Mehmet daha önce birkaç defa madeni bulduğunu söyler, fakat çok yoksul. Soru şu olmalıdır: Mehmet niçin yoksul, yıllarca maden bulduğu halde niçin yoksul, Mehmet’in hakkını kim yiyor?

Karadeniz’de sermayenin enerji ve madencilik alanına dair talanı söz konusu. Cerrattepe bu anlamda en yakın ve sıcak direniş örneklerinden oldu. HES’lerin sonuçları da ortada. Trabzonlu Haydar Şişman ne düşünüyor bu konularda?  

Madenler, Cerratepe, Artvin, HES’ler, burada bir orta yol bulmak lazım. Doğa ile ilişkimizi kopartmadan ama, doğanın bize sunduğu bazı şeyleri de kullanarak. Tepeleri mahvetmeden, Cerrattepe’yi bir ceraat tepeye çevirmeden. Nasıl yapılabiliyorsa o şekilde yapılmalı. Bir de benim önemsediğim şey şudur. Madeni çıkaran kurumlar özerk değil devletin kendisi olmalıdır. Bu coğrafyada yaşayan insanların bu madenin getirisinden faydalanması gerekiyor. O bölgeye ait insanların kooperatifleşme ile bu madenler çıkarılmalı. Biz evrensel düşünüyoruz, şöyle diyemeyiz: Biz kendi doğamıza dokunmayalım madenleri başka ülkelerden ithal edelim. Başka bir ülkenin doğası ne olacak. Onların doğası ne olacak. Burada yapılması gereken doğayı yeniden yaşanılır halde bırakmaktır. Bunu yapması gereken de devletlerdir. ‘Maden çıkartmayalım’ sözü bence bir fantezidir. 

Burada mücadele edilmesi gereken bence madenleri kimler, ne kadarını çıkarmalı ve çıkarılan madenler nasıl paylaşılmalıdır. Bu sistem ve dünya sorunudur, bu alanda çalışanların bizlere yeni fikirler geliştirmesi gerekiyor. Yoksa toptancı karşı olmanın halkta da tam bir karşılığı yok. HES’e karşı olacağız ama enerjiyi nasıl elde edeceğiz. Bu soruya cevap vermeden sadece karşı olmak ile söylem geliştirdiğinizde halkı ikna edemiyorsunuz.

Filmin Karadeniz’de çekilmesi nedeni ile iklim ve doğa koşullarından kaynaklı yaşadığı zorluklar oldu mu?

Teknik cihazlar ve bütçe konusunda hiçbir sıkıntımız olmadı. Örneğin kullandığımız kameradan Türkiye’de iki tane vardı. Biri bizdeydi diğeri, SONY’nin kendisindeydi. Teknik anlamda herhangi bir sıkıntı yaşamadık ancak, coğrafyanın mevsimin sertliği, filmin dört mevsim olması, adeta 4 ayrı film çektik. Her verdiğimiz arada yeniden bir araya gelmek zor oluyor, ekipteki kişiler başka işlere gidebiliyor. Geri dönmek istemeyenler olabiliyor. Hayatında bu şekilde bir yerde yaşamamış olan‘Beton istiyorum’ diyen bağırabiliyor. Bunlarla beraber ekibi yeniden toplayıp film çekmek dört ayrı film çekmekten daha zor. Örneğin çocuk oyuncular hızlı büyüdüler, bir çocuk oyuncumuz saç kıran oldu. Bu yönetmenin senaryoyu yeniden ele alması, birçok çekimi yeniden gözden geçirmesine neden oldu.

Bu filmin pek çok ödül almasında Karadeniz’in eşsiz doğasının ve filmde de bu doğal ortamın filmin tamamında kullanılmasının büyük bir etkisi oldu mu sizce?

Hayır buna katılmıyorum. Türkiye’de çok güzel mekanlar var, buna bakarsanız çok güzel filmler çekersiniz. Biz filmde mekanı çok öne çıkartmamaya çalıştık ancak Karadeniz’de kamerayı nereye çevirirseniz güzel. Eğer güzellik arar, güzellikleri fazla sunarsanız film belgesele döner. O tehlikeli.  Biz belgesel tadında bir film çıkartmak istedik ama, bir belgesel değil bu, bir senaryosu vardı. O güzel doğayı öne çıkartırsanız öyküyü zayıflatırsınız.

Karadeniz bu filmi nasıl karşıladı, nasıl değerlendirdi?

16 Eylül’den bu yana film Karadeniz’de ve Trabzon’da gösteriliyor. Film sevildi, çok sayıda izleyiciye ulaştı. Olumlu olumsuz eleştiriler oldu. Sinema eleştirmenlerinden de övgü aldık. Tanınmış eleştirmenlerden Alin Taşçıyan film için şunu dedi ‘Kalandar soğuğu filmini izlemeyen Türkiye’de iyi film çekilmiyor demesin.’ Bu bizim adımıza iyi bir destek, genel anlamda da sinema eleştirmenlerinden olumlu eleştiriler aldık. 20’ye yakın ödül aldık. En son uluslar arası ödülü İsrail’de Akdeniz ülkelerinin katıldığı yarışmada en iyi film ödülünü aldık. Oscar’da da amacımız son beşe kalmak. Onun için iyi tanıtımlar yapılması gerekiyor.

KESK’e bağlı eğitimcilerin örgütlü olduğu Eğitim-Sen’de şube yöneticiliği de yapıyorsunuz. Öğretmenlik, sinema, tiyatro, sendika, hepsine birden nasıl yetişiyorsunuz.

Sendikacılığı uzun zamandır aktif şekilde yapamıyorum açıkçası. Çoğu zaman şehir dışında oluyorum. Ama zamanım olduğu sürece yapıyorum. Yaptığım işler içinde belkide en kötü iş sendikacılık; çünkü sendikacılık çok fazla emek isteyen, kendinizden ailenizden fedakârlık yapmanızı gerektiriyor. Çocuklarınızdan uzakta kalıyorsunuz, onların nasıl büyüdüğünü fark edemiyorsunuz ve çok ağır bedelleri var. Şube yönetiminden bir süredir uzakta olduğumu daha çok sinema ve resme yönelmem çok ilgilenemediğimi söyleyebilirim. Ben sanatta sadece sinema da yapmıyorum, tiyatromuz var, resim var, şimdi kişisel resim sergime hazırlanıyorum örneğin. Ocak ayında İstanbul’da sergilemeyi planlıyorum. Senaryolarım var, sinemaya daha çok yoğunlaşmayı planlıyorum.

Sendikacılıktan bahsettik, oyuncuların sendikalaşması ve çalışma koşulları üzerine ne düşünüyorsunuz?

Sinema ve dizi sektörünü çok fazla bilmiyorum ama edindiğim bazı izlenimler var elbette, okuyoruz dinliyoruz. Oyuncuların özellikle dizi oyuncularının sıkıntılarını görebiliyorum. Sinema yapan oyuncu,  dizilerde de oynamak istiyor ama seçilme aşaması bile çok zor gerçekleşiyor. Yüzlerce adaydan bir kişi o role seçiliyor. Eğer seçilemezseniz uzun süre işsiz kalıyorsunuz. Bir de şöyle bir sıkıntı olduğunu zannediyorum. Ülkemizdeki diziler çok uzun, çalışma süreleri de çok uzun o zaman bunlar biraz daha kısa çekilse süreler daha az olsa haftada iki bölüm yerine bir bölüm çekilse bu defa işsiz olan oyuncuların iş bulma şansları olacak. Bir oyuncunun çok fazla çalışması başka bir oyuncunun çalışamaması anlamına da gelir.

Sendika olayı ise, Türkiye’de sendikasızlaşma sadece sinema dizi sektöründe değil. Mesela bir markete gittiğiniz zaman onlarca işçi sendikasız. Artık sendikasızlık da meşru görülüyor. Sendikalı olanlara çevresi, diğer çalışanlar ve işvereni iyi gözle bakmıyor. Eskiden sendika işçinin güvencesiydi, şimdi riski. Sendikalıysan işten atılma ihtimalin yüksek. Türkiye’de şu anki sendikalaşma fikri ‘aman başıma bir şey gelmesin’ nedeni ile bu halde ne yazık ki.

Film Trabzon ve zaman zaman Artvin’de çekildi. Film öncesi rolünüz için hazırlıklar yaptınız mı, çekim alanına gidip kayalıklara dağlara tırmanmaya çalışmak veya karlı havada yürümek gibi?

Filmde başrol oynamam netleştikten sonra filmin bir işçisi gibi çalışmaya başladım. Köylerde yaşayan yakınlarımızı ziyaretlere başladım. Ziyaretlerde gözlemler yaptık, daha önce gördüğümüz ama çok dikkat etmediğimiz şeylere alıcı gözle baktık. Kendimi role hazırlamam gerekiyordu. Doğaya karşı daha dirayetli olmam gerekiyordu, fiziksel bir güce ihtiyacım vardı, fiziksel dayanıklılığımı artırmam gerekiyordu. Fiziksel sınırlarımı bilmeliydim. Bir uçurum var tırmanacağım o nedenle ellerimin gücünü bilmem gerekiyordu. Bunun için spor yapmalıydım, öyle yaptım, uzun süre ve çekim aralarında spora ağırlık verdim.

Karadeniz filmleri sinemada bugüne kadar daha çok komedi türünde filmler ile karşımıza çıktı. Bu algı belki Özcan Alper filmleri ile son yıllarda yavaş yavaş kırılıyor. ‘Kalandar Soğuğu’ Karadeniz sinemasında nerede durur, Karadeniz filmlerine yeni bir pencere açabilir mi?

Karadeniz, özellikle Trabzon sineması bugüne kadar daha çok absürt komedi türünde filmlerle belli bir noktaya kadar geldi. Esasında mizahında tüm unsurlarını da tam anlamı ile yansıtamayan yere geldi. Karadeniz sineması denince komik, bazen komikliğin ötesinde aptalca, sadece seyirciyi güldürme amacı ile zorlamalı bir mizah, skeçler ile bir araya getirilmiş derme çatma senaryolar ile oluşturulan filmler kötü bir algı yarattı. Karadeniz’deki avantajlar, mekanların zenginliği, iklimin ve coğrafyanın avantajları filmi yapmak için mevcuttu fakat mevcuttu, bizim şöyle bir sıkıntımız oldu. Geçmişte Doğu ve Güneydoğu Anadolulu yönetmenler kendi bölgelerinde çok sayıda iyi film çekerek kendi coğrafyalarına borçlarını ödediğini düşünüyorum. Bu anlamda bölgemizin yönetmenleri Özcan Alper diğerlerinden farklı filmler yaptı. Biz Kalandar Soğuğu’nda biz mekanları kullandık insanları da kullandık. Ancak daha evrensel bir film yapmaya çalıştık, bir Karadeniz filmi yapmadık. Biz Kalandar Soğuğu filmini Japonya’da da çekebilirdik. Toroslar’da da, Suriye’de de çekebilirsiniz. Bizim için önemli olan nokta mağaralardı. Mesleğin olduğu yerlerdi önemli olan. Mesleğin olduğu köydeki mağaralar gerçek maden mekanlarıdır. Bu nedenle yönetmen Trabzon’u tercih etmiştir. Özellikle Karadeniz’i iyi tanıtalım diye çekilmiş bir film değildir.

Bizden sonra Tayfun Pirselimoğlu’da  ‘Yol kenarı’nı çekti. Karadeniz’de deniz var, dağ var, yayla var, sisi yağmuru var. Siz Karadeniz’de istediğiniz anda karı ve denizi aynı zaman diliminde çekebilirsiniz. Bu anlamda çok avantajlı, İstanbul’dan hiç oyuncu getirmeden de castı kurabilirsiniz, çok oyuncu da var. Yönetmenimiz İstanbul’dan gelirken bir tane oyuncu düşünmedi, bölgeden oyuncu düşündü. Ermenistan, Samsun, İran’a kadar pek çok oyuncu değerlendirildi. Bu filmin castından şöyle algılanmasın, oyuncu bulamadılar da oynayan oyuncular seçilmiştir denilmesin. Çok sayıda oyuncu denenmiştir. Çok tanınmış isimlerde castın adayıydı fakat yönetmenin aradığı hissiyata uymadı. 

Şu yönetmenle çalışmak istiyorum dediğiniz bir isim var mı?

Var tabii ki, çoğunu tanıyorum da. Tanınan çok iyi yönetmenlerin hepsinin Kalandar Soğuğu’ndan haberi var, mutfağında da yer aldılar. Yönetmen ile karakterleri tahlil etmişler, zaten dernekleri var. Kim ne yapıyor nasıl yapıyor biliyorlar. Beni filmlerinde oynatmak istediklerini biliyorum. Tabii bunun için uygun senaryo gerekiyor. Ortalama bir oyuncu için yönetmen senaryo yazmaz. Tayfun Pirselimoğlu’nun bir filminde oynadım, Mustafa Kara’nın filminde oynadım. Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, bunlar tanıdığımız ve filmlerinde oynamak istediğimiz yönetmenler. Çok sayıda genç yönetmenler var. Bunların filminde oynamak isterim fakat, senaristleri tanımıyorum. Bahsettiğim yönetmenlerin çoğu senaryolarını da kendileri yazıyor. Türkiye’nin bağımsız sinemacıları kendi filmlerinin senaryolarını kendileri yazıyor.   


*Kalandar sözcüğü, özellikle Doğu Karadeniz’de yaygın olarak kullanılan bir kelime olup, Ocak ayının 14’ünün yeni yılın ilk günü olarak kabul edilmesidir.

 

Editör: Haber Merkezi