Seval Deniz Karahaliloğlu - Veli Kanık şiirin her daim genç, her daim haylaz çocuğu, 13 Nisan 1914’de İstanbul’da doğdu. Melih Cevdet ve Oktay Rıfat ile Garip Akımını kurarak Türk şiirini temelinden sarsmayı başardılar. Yepyeni bir şiir anlayışıyla, edebiyat dünyasında taze bahar havası estirdiler. Her sabah gökyüzünü maviye boyayan, bu ‘dalgacı’ Orhan Veli’yi şair Oğuz Tümbaş ile konuştuk.

İlk defa Orhan Veli’nin adını nerede, ne zaman, nasıl duydunuz anımsıyor musunuz?

Orhan Veli adıyla yanlış anımsamıyorsam lise eğitimine başladığım 1961 yılında karşılaştım. Şiire de yeni yeni dokunduğum, heveslendiğim zamanlarda. Sesi, dili, söylemi sıcak gelmiş olmalı. Çocuk yaşlarımda onu duyumsadım. Sevdim. Sonra zaten hiç bırakmadım. Ceyhan Lisesi’nde yarım kalan öğrenimimden sonra bu kez yolum Urfa Lisesi’ne düştü. Daha olgundum, daha deneyimliydim, derslere yoğunlaştım. Özellikle Edebiyat dersine, kompozisyona daha zevkle çalışıyordum. Felsefe zor derstir, sıkıntılı gelir öğrencilere ama öğretmenimden dolayı o dersi de seviyordum. Çünkü Felsefe öğretmenim şairliğini de sonradan öğrendiğim Mehmet Serpin’di. Derslerinin bir bölümünü anılarına ayırır, Orhan Veli’den, Sait Faik’ten, Nahit Ulvi Akgün’den söz ederdi, bizi anlattığı anılarla büyülerdi. Özellikle Orhan Veli ile ilgili anlattığı anılar beni çok etkilemişti. Ders sonrası bile sorular yöneltirdim, söyleşirdim öğretmenimle. Böylece Orhan Veli’ye daha çok ısındım, kendime daha bir yakın buldum.

‘SOKAĞIN SESİ’

Orhan Veli bir şair olarak, sizde hangi kavramları çağrıştırıyor?

Orhan Veli deyince, ilk aklıma gelen duruluğu, sadeliği, insana dokunan dizeleri, sokağın sesi, yeniliği içselleştirmesi, şiiri halkla buluşturma çabası, hüznü ve sevinci içeren şiirleri oluyor. Kuralları ve kalıpları yıkan bir şiir anlayışının egemen olması insanı etkiliyor. Bunun yanı sıra daha özgür, daha yalın, daha samimi, daha esprili, özgün bir şiirin temellerinin atılması bakımından önemli bir yer tutuyor. Orhan Veli şiire inanan, güvenen, saygı ve sevgi duyan, üreten bir şair olarak önemli. Bu bağlamda Orhan Veli çok anlamlı, çok değerli, kibirli olmayan, tepeden bakmayan, fildişi kulesinde oturup şiir yazmayan bir şairdir.

Okuduğunuz ilk şiiri sizde ne tür duygular uyandırmıştı anımsıyor musunuz?

İlk duyduğum, sonrasında okuyup daha çok sevdiğim şiiri “Anlatamıyorum” olsa gerek. Şimdi de yine severek okuduğum şiirdir bu. Burada anmadan geçebilir miyim o dizeleri? “Ağlasam sesimi duyar mısınız, / Mısralarımda; / Dokunabilir misiniz, / Gözyaşlarıma, ellerinizle? / Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, / Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu / Bu derde düşmeden önce. / Bir yer var, biliyorum; / Her şeyi söylemek mümkün; / Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; / Anlatamıyorum.” Bu şiiri okurken, evet anlatmak istediğim daha ne çok şeyler olduğunu duyuyorum, duyumsuyorum, ama gene de eksik kalan bir şey var işte onu anlatamıyorum dediğimi hatırlıyorum. Bir de hüznün tınılarını duyumsarım. Bir şey var işte; bir yer var ama ben de anlatamıyorum!

‘ŞİİR YAZMA ZEVKİNİ AŞILADI’

Orhan Veli’nin edindiğiniz ilk kitabını anımsıyor musunuz?

Varlık Yayınları arasında 1951’de yayımlanan “Bütün Şiirleri” adlı kitabıydı. Ceyhan’da liseye yeni başladığım 1961’de sahaftan aldığım kitaptı. Öğrenci bütçemin olanaklarıyla daha ucuza edindiğim Varlık Yayınları’nın küçük boyutlu kitapları benim okumaya, özellikle edebiyata yönelmemde büyük etken olmuştur. Evet o yıl sınıfta kalmıştım, bir yıl da ara verdim. Yeniden Urfa’da liseye başladığımda da başucu kitabım oldu Orhan Veli’nin “Bütün Şiirleri”. Bana şiir yazma zevkini, beğenisini de aşılayan kitaptır diyebilirim.

İlk zamanlarda Orhan Veli gibi yazmaya özendiğimi de anımsıyorum.

En sevdiğiniz şiiri hangisiydi ve sizin için ne ifade ediyor?

Orhan Veli’nin en sevdiğim şiiri diye bir şiirini seçmek kolay değil; ama en sevdiklerimden birisi de “İstanbul’u Dinliyorum”dur. Kentime, kasabama uzak olan bir kentin şiiri de olsa, şarkılar, türküler, laf atmalar, dokundurmalar, duygu yoğunluğu, duyumsatmalar, duygudaşlıklarıyla bende hep güzel izler bırakmıştır. Uzun olmasına rağmen kendisini okutan, insanı sıkmayan, duygulandıran, içlendiren bir şiirdir. Şiirin sesi, akışı, ezgisi içinde günlük yaşama ait olan insan seslerini duymamak olanaksızdır.

En sevdiğiniz kitabı hangisidir?

Orhan Veli’nin ikinci şiir kitabı, 1945’te Marmara Yayınevi’nden çıkan “Vazgeçemediğim” adlı kitaptır. O kitabı farklı bulurum ve o kitapta yer alan şiirleri çok severim. Sanırım bunun nedeni, Orhan Veli’nin şiir anlayışındaki bazı değişimlerin görünmesindendir diye düşünürüm. Bu kitapta hem Garip’in ilk zamanlardaki şiirleri hem de onlardan ayrılan, farklı oluşumlara da yer veren şiirlerin bulunması açısından önemlidir. Bu kitapta Orhan Veli şiirine belirgin biçimde halk deyimleri de girmeye başlar, yarım uyaklar kullanılır. “Vazgeçemediğim”de yer alan “İstanbul Türküsü”, “Bir Roman Kahramanı”, “Giderayak” gibi şiirlerde Orhan Veli’nin Garip Akımı etkisinden uzaklaştığını da görebiliriz. Bu kadar kısa sürede şiirinde yeni arayışlar içine girmesi de övgüye değer elbette.

‘MECAZ YAPMADAN YAZDILAR’

Orhan Veli Garip Akımının öncüsü olarak kabul ediliyor. Garip Akımı nedir?

Garip başlığı altındaki bildiri "Varlık" dergisinin 1 Aralık 1939 tarihli 154'üncü sayısında açıklandı. Daha sonra grubun 1941'de okuyucuyla buluşturdukları "Garip" adlı şiir kitabında Orhan Veli'nin 24, Oktay Rıfat'ın 21, Melih Cevdet Anday'ın ise 16 şiiri yer aldı. Şiirle ilgili görüşlerini bu yapıtın önsözünde yerleşik şiir anlayışına meydan okuyarak açıkladılar. Bilinçaltı, düşler ve çocukluk heyecanları gibi konular daha sıklıkla kullanılır oldu. Onlara göre şiir, her yerde görülen basit, sıradan şeyleri de anlatmalıydı. Görüntüde, algıda aydın gibi sayılanları bırakıp halka yöneldiler. Şiirde, ölçü, uyak gibi durumları yok saydılar. Serbest şiire yöneldiler. Şairaneliğe kaçmadan, mecaz yapmadan yazdılar. Soyut izlekler yerine daha somut olanı, günceli, günlük şeyleri şiire işlediler. En çok görülen izlekleri yaşama sevinci, doğa sevgisi, çocukluğa dönüş, ölüm, insan sevgisi, aşk olarak belirdi. Siyasallıktan uzak durdular. “Şiir duyguya değil, akla seslenmelidir” görüşünü benimsediler. Şiirde anlaşılmazlık dışlanmış; anlam, şiirin en önemli niteliği olarak öne çıkarılmış, şiirin bir söz sanatı olduğu, anlamı içermesi gerektiği vurgulanmıştır.

‘DUYGU AĞIR BASARDI’

Orhan Veli’nin kendi özgün dilini bulduğu dönemlerden bahsedebilir miyiz?

Orhan Veli’nin, 1945'te yayınlanan Garip'in ikinci baskı önsözünde Garip şiirleriyle ilgili olarak, "Onları beş sene önce yazmıştım. Beş sene sonra da aynı şeyleri söyleyecek olduktan sonra ne diye yaşadım..." diyerek özeleştiri yapması da ilginç olmalı. Bu değişimin içinde ayrımına varılan önemli noktalardan biri de şairin uyak kullanmaya başlaması, diğeri de şiirlerinde duygunun ağır basmasıdır. Orhan Veli'nin yapmaya çalıştığı halk şiirinin bazı öğelerini kendi şiirine uyarlamaya çalışmaktı. Nurullah Ataç ve Oktay Akbal, Orhan Veli'nin bu tutumunu eleştirirler, şairin geleneğin tutsağı olduğunu savunurlar. Bu iki değerli yazar Orhan Veli'nin Garip ile başlattığı yıkıcılığa devam etmek varken, gelenekten yararlanmasını o dönemde gericilik olarak görürler. Ne var ki çoğunluğun görüşü Orhan Veli şirini onaylar gibiydi; geleneği değerlendirdiği, yenilikçiliği gelenekleri kullanarak elde etmeye çalıştığı yönündeydi.

‘EN İYİ ÖRNEKLERİNDEN’

Orhan Veli şiirleri neden bu kadar özel?

Garip Akımı Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat’la birlikte başlıyor görünse de aslında bu hareket daha çok Orhan Veli’yle özdeştir. Döneminde bu yeni şiire karşı çıkanlar, tepki gösterenler de bulunsa, bence Garip Akımı amacına ulaşmış, sevilmiş, gelecek kuşaklar üzerindeki etkisini de sürdürmüştür. Şiirde basma kalıp kuralların dışına çıkması da az şey değildir. Örneğin “Süleyman Efendi, Cımbız, Atom Bombası, Sol El, Sokak Kedisi, Ciğercinin Kedisi, Şoförün Karısı, Süheyla, Eleni, Dalgacı Mahmut, Vesikalı Yâr” gibi izlekler, kavramlar, kişiler, nesneler şiirde özel yerini bulmuş, okurda tatlı esintiler yaratmıştır. Şunu hep önemsemişimdir. Bir şair kendi sesini bulduğu, kendine özgü duruşu duyumsattığı sürece değerlidir, özeldir. Orhan Veli bunun en iyi örneklerindendir.

Orhan Veli o yıllarda alışılmadık şiir anlayışıyla çok tepki çekmişti öyle değil mi?

40’lı yılların karabasanını, şiir anlayışını düşünün, o karmaşada Orhan Veli ve arkadaşlarının Garip akımıyla oluşturdukları yeniliği, evrimi, hatta devrimi şimdi de saygıyla anıyorum. Her ne kadar küçük burjuva hareketi olarak küçümsemeye çalışanlar olsa da Garip Hareketini, Orhan Veli’yi daha nesnel ölçülerle, daha gerçekçi yaklaşımlarla değerlendirmek gerekir diye düşünürüm. Her yenilik, her değişim olumlu bulunduğu, alkışlandığı kadar eleştiri de alır, tepki de görür. Bu insanın doğasında vardır zaten. Hele şiir gibi bir sanat dalı her çağda çok sevildiği, ilgi gördüğü kadar çok tepki de almıştır. Söz dalaşları, çatışmalar, baskılar, dışlamalar da görmüştür. Orhan veli ve Garip Hareketi de kimi yazın çevrelerinin rahatını, egemenliğini sarsmıştır.

‘DOĞALLIK BENİ ETKİLEDİ’

Orhan Veli’nin şiirlerinin sizde çağrıştırdığı duygular, düşünceler, anılar nelerdir?

Çocukluk, yeni yetme dönemlerimde kasabalarda geçti yaşamım. Mahalle olgusu, komşuluk ilişkileri, kırsal kesim duyarlıkları, doğallıklar beni çok etkilemiştir. Hatta ilk şiir kitaplarımda bu olgular yer yer şiirime de yansımıştır. Bakar mısınız Orhan Veli’nin “Mahallemdeki Akşamlar” şiirindeki anlatım zenginliğine, şiirle çizilen resme: “Kımıldanır mahallemin daralan ruhu / Basma perdelerimde gün batarken / Atıp saatler süren uykusunu / Odama uzanır akasyam pencereden / Kırmızı uzak damlarda bir serinleme / Uyanır gündüz uykusundan evler / Kapılarda işleri ellerinde / Kadınlar giyinip kocalarını bekler / İyi insanların ruhudur yakınlaşır / Takunya sesleri gelir evlerden / Yalnız bu dem rahat bir dünya taşır / Bin mihnet dolu kafasında yorgun beden / Her şeyin geliş saatidir akşam / Mahallede ömürler akşamüstü başlar / Hepsi burada buluşmaya gelir akşam / Başka dünyalardan ayaklar, başlar...” Orhan Veli’nin “Ağacım”, “Bayram” gibi şiirlerinde de o mahallenin sokak seslerini, çocuk duyarlıklarını hemen yakalarsınız.

Orhan Veli’nin şiirlerindeki güldüren ama düşündüren güçlü mizah duygusu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu alaycı, hüzünlü, şakacı, komik ama insanı içerden acıtan kederiyle yakalayan ve hayatın acı gerçekleriyle vuran yapıyı nasıl tanımlıyorsunuz?

Orhan Veli şiirlerinde gülümsetme amaçlı bir gülmece, mizah ögesi görmek olasıdır. Olayların gülünç, alışılmadık, çelişkili yönlerini yansıtarak, insanı söz konusu olaylar üzerinde düşündürmeye yönelten bir yanı olduğunu hemen anlarsınız. Gülmece kavramı Garip hareketinde şiirin anlamını güçlendirmeyi, düşündürmeyi, şakacı sözlerle yaklaşmayı da amaçlar. Aslında şairin içindeki çocuk o kadar da saf değildir. İnsanı rahatsız etmeyen tatlı bir hınzırlığı içinde barındırır. Orhan Veli bu. Bir bakmışsınız, “Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda”, bir bakmışsınız “Galata Köprüsü’nde başıboşluk ediyor”. Ömrü yettiğince yaşama ve dünyaya dair ne varsa yazıp duruyor. Bu yanıyla da içindeki tatlı, yaramaz çocuğu devreye sokuyor, çocuklara da dokunuyor. “Sevgili Çocuklar, güzel şeyleri siz de büyükler kadar anlar, büyükler kadar seversiniz…” diyerek. İroniyi, gülmeceyi, espriyi, şakacı sözü birçok şiirinde izleriz. Kimi zaman buna kara mizah olarak da rastlamak olanaklı. Orhan Veli “Alaycı, hüzünlü, şakacı, komik ama insanı içerden acıtan kederiyle”de bir resim çizer bize. Bu resimle güleriz; ama bir yandan da üzerinde düşünmeye başlarız. Hem hüznü hem de espriyi bir araya getirerek, okura sunmak elbette bir şair ustalığı, zekâsı gerektirir.

Editör: Haber Merkezi