SEVAL DENİZ KARAHALİLOĞLU / İZ GAZETE - ‘O… çocuğu gibi görünen iyi bir insan aramıyoruz, iyi bir insan gibi görünen bir o… çocuğu arıyoruz.’ Yani, işi almak uğruna, ‘ruhunuzu satmaya’ hazır mısınız? İş yerlerinin kepenk kapattığı, büyük şirketlerin iflas ettikleri, milyonlarca kişinin işini kaybettiği bir dönemde iş bulmak artık imkansız. Diyelim bir mucize oldu. İş başvurusu yapacak kadar şanslısınız. Bu durumda, diğer adaylar içinde ‘en iyi’ olmanız lazım. Bu da ölümüne bir savaş demek oluyor. İspanya’da, çok uluslu bir plazanın toplantı salonunda olduğunuzu farz edin. İşi kapmaya çalışan dört aday var. Diğer üçünü eleyip o çok istediğiniz işi almanız lazım. Bu sıradan bir iş görüşmesi değil. Olay bir iş görüşmesinden çıkıp bir ‘savaşa’ dönüşüyor. İki seçeneğiniz var. ‘Canınız cehenneme!’ deyip orayı terk edersiniz. Ya da başınıza gelecekleri peşinen kabul edersiniz. Adaylar arasında ‘hangimiz daha vahşiyiz?’ kıvamında bir yarışma söz konusu. “Metot” oyunu, hayatta kalma mücadelesi veren bu insanların durumunu ironik bir dille anlatıyor. Oyun üzerine oyunculardan Sarp Aydınoğlu ile konuşuyoruz.

‘ROL YAPAN HAYVAN!’

Metot oyunundaki karakterler sürekli birbirlerini aldatmaya çalışıyorlar değil mi?

İş dünyasının acımasız kuralları geçerli. Rol yapan hayvanlar diyebilirsiniz bu insanlara. İşi kapmak için kişilerin psikopatik özelliklerinin ön plana çıkması diyebilirsiniz. Vahşi dünyada ayakta kalabilmek için elindeki malzemeyi kullanarak her türlü kalıba giren insanların mücadelesi olarak da değerlendirebilirsiniz. İş dünyasında ayakta kalabilmek için tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi ‘değişken olmak’ gerekiyor.

‘İYİ OLMAN YETMİYOR’

Sıradan bir iş görüşmesi ölümüne yapılan bir savaşa dönüşüyor. Öyle değil mi?

Gerçek hayatta olduğu gibi iş dünyasında ‘ayakta kalanın’ devam ettiği bir durum. İnsanın bu tip durumlarla karşılaştığında ne kadar ‘vahşileşebildiğine’ tanık oluyoruz ama esas önemli olan insanın bu hale ‘nasıl geldiğini’ gösterebilmek. Hepimiz değer verdiğimiz durumlar söz konusu olduğunda, canımız pahasına savunur, sonuna kadar mücadele ederiz. Bunun ‘gerekli olduğu’ durumlar farklıdır, ama bazı insanların sizi ‘zorla’ bu duruma düşürerek ‘hadi bakalım şimdi ne yapacaksın’ demesi daha farklıdır. Oyundaki tatsız durum o zaten. İnsanları bunu yapmaya ‘mecbur’ etmek. ‘En iyi olman’ yetmiyor. En iyiyken, rakibinin üstüne basıp, onu aşağı çekip ‘iyi olman’ gerekiyor. O zaman, sadece ‘iyi olmanın’ burada bir esprisi yok. Rakibini aşağı çekip, ezip, üstüne çıkman isteniyor.

‘ESKİDEN İNSANCILDIK’

Oyundaki ‘ezme’ ve ‘ezilme’ durumu üzerine neler söylenebilir?

Eskiden statüler daha farklıydı. İnsanlar daha insancıldı. Özellikle, 1960’lardan sonra şehirlerde batı kültürünün egemen olmasıyla, geleneksel kültürün yok edilmesinden sonra ortaya çıktı bu kavramlar. Şimdi bakın plazalarda yaşayan, zamanını alışveriş merkezlerinde geçiren insanları anlatan bir kültür anlayışı var. Doğasından ayrılan her canlının başına gelen şey insanın da başına geliyor. Bunun devamında ‘eziklik’ ve ‘ezenler’ ortaya çıkıyor.

‘SİSTEM SAĞLIKLI DEĞİL’

Özendirilen ‘rekabet’ kavramı insani değerleri silerek 21. yüzyılda yepyeni bir insan tanımını yaratıyor diyebilir miyiz?

Bu yüzyılda, insan kendini yeniden tanımlattıracaktır. İnsan kendisine dayatılanları kusuyor. Büyük Amerikan krizinde yaşanan psikopatiyi görüyoruz. Yenidünya düzeni bu değerler üzerine kuruluysa, onların iflasını bu noktada gördük. Kazanç, kazanç, ama daha fazla kazanç üzerine kurulu psikopatik bir durum var. Bir belgeselde soruyorlar; “Dünyanın en zengin insanlarından birisiniz. Peki, sınır nedir?” Adam cevap veriyor “evet, dünyanın en zenginiyim ama biraz daha olabilirdi.” Hikaye böyle olunca açgözlülüğün sınırları yok diyorsunuz. İnsan her şartta ayakta kalabilen bir organizma. Bu sisteme de adapte oluyor ama bu sistemin ‘sağlıklı’ olduğu anlamına gelmiyor. Sistemi savunmak için ‘herkes bunu istiyor’ diyorlar. Peki, insanlar bunu ‘mecburiyetten’ mi istiyor yoksa ‘gerçekten’ mi istiyor bunu ayırt edemiyoruz. Peki, sistem ‘sağlıklı’ işliyor mu? Hayır, bence işlemiyor.

‘HANGİSİ İYİ BİLMİYORUZ!’

Kadının annesi ölüyor. Hastaneye koşacağına, yarışmada kalmayı tercih ediyor. Bu durumda, ‘kadın bir dur, bir nefes al, senin annen öldü, ne yarışması?’ demek istiyorsunuz. İnsanlar çıldırdı mı?

Eskiden ahlak kuralları içinde neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilirdik. Şimdi kadının annesi öldüğünde yarışmadan çekilmesi mi yanlış olur, çekilmemesi mi? Bu rezilliğe katlansam mı, katlanmasam mı? Bunu da bilemiyorsunuz. Kadın hangisi “iyi” onu da bilmiyor. Çünkü artık bir “sınır” yok. Onlar için en iyi olmanız değil, en iyilerin üstüne basıp, en üste çıkmanız lazım. Başarı kültürü bunu gerektiriyor. Bu durumda, tabii ki sistem ‘sağlıklı’ işlemiyor.

Bu kadar yalan arasında ‘bir çocuğu gülümsetmek’ meselesi var. Bunun hakkında ne söylenebilir?

Nasıl bir yorum yaptığınızla alakalı. Mercedes Vegas “Evet, ama bir çocuğu gülümsettiğimi düşünsenize” diyor. Ben onun samimiyetine inanmıyorum. Sahtekarsın yaaa. Bana çocuk kozunu oynama. Kalbime dokunsun istiyorsun. Bu tamamen hayata bakış açısıyla ve oyunu nasıl okuduğunuzla ilgili bir durum.

FARKLI BİÇİMLERDE OKUYABİLİRİZ OYUNU’

Oyunun omurgası sanki ‘ezenler’ üzerine kurulu gibi duruyor değil mi?

Bu oyunu dört beş farklı biçimde okuyabilmek mümkün. Karakterler üzerinden, kapitalizm üzerinden, sosyoloji üzerinden, felsefe üzerinden, psikoloji üzerinden okunabilir. İnsanı çok uç bir durumum içinde bırakıp ne kadar vahşileşebileceğini gösteren bir durum yaratıyor. Burada oyunu insanın psikolojisi üzerinden de okuyabilirsiniz.

‘HEPİMİZ BİR ROLDEYİZ’

Oyun ‘hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değildir’ sözünü doğruluyor. Oyuncuların sürekli karakter değiştirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

kendisine sürekli maske takan birisi olduğu için o maskeler gerçek hayatta da değişmiyor. İnsanlık tarihi maskeler üzerine kurulur. Toplumdaki rollerimizi oynamak da sosyolojiye göz kırpan bir durum oluyor. Toplumda hepimiz bir rolü üstlendiğimiz için bir kabilede de bu böyle, siyasette de böyle, tiyatro oyununda da böyle oluyor. Oyunda her şeye gönderme var. Oyunun metnini bu kadar güçlü kılan şey de bu. Oyun bu noktada oyuncular üzerinden ‘kendini tanı’ diyor ama bir insan kendini 30’lu yaşlarını sürmeye başlayınca ancak kendini tanımaya başlıyor. Yunus Emre diyor ya “bir ben var bende, benden içeri”. Ne olduğunu bilmediğim ama çözmeye çalıştığım anlamında. O maske zaten kendimize karşı bir maskemiz var. O maskeye ahlaken bakıp doğrudur yanlıştır demekten ziyade onu kabul edip onunla beraber olmakta fayda var. Onu bir düşman olarak gibi değil de bir role giriyor gibi düşünmenin kendi ‘akıl sağlığımız’ açısından daha yararlı olacağını düşünüyorum.

‘İNSANİ BOYUTA ÇEKMELİ’

Mercedes oyunun bir yerinde, “bunlar bizle oynuyor” diyor. Sıradan insanın sürekli izlendiği, gözetlendiğine dair bir vurgu var sanki. Ne dersiniz?

kameraları ve izlenme durumunu gündelik hayatta yaşıyoruz, görüyoruz. Evimizin önündeki kamera olmasa hırsız girecek diye korkudan ölürüz. Kuyumcuya kim girdi, bankaya kim girdi diye kamera koyuyoruz. Burada tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan durumu var. Birbirini doğuran şeyler. Hırsızlar var ki, güvenlik ihtiyacı var. Para var ki, paranın korunması için birilerine ihtiyaç var. Bir var olduğu için diğeri var. Bunu ortadan kaldırmamız mümkün değil. Topluma düşen, bu durumu en aza indirgeyebilmek, daha insani boyutlara çekebilmek olmalı.

SİSTEM BUNU İSTER!’

Oyunun bir yerinde karakterlerden biri ‘ne olursa olsun, ister karın ölsün, ister çocuğun hasta olsun, yüzüne palyaço maskesini takacaksın işini yapacaksın ağabeycim. Benim için tek önemli olay budur’ diyor. Bu nasıl bir zihniyet?

Evet, aynen. Sistem, her zaman bunu ister. Sistem başkaldırmamanı ister. 20. yüzyıl tamamen küçük insanın üzerine kuruludur. Aslında ekonomiyi küçük insan ayakta tutuyor. Sistem herkese bir ev, herkese bir araba vermek üzerine kurulu. O zaman satış olacak, üretim olacak. Tepedekiler bunu çok iyi bilirler. Sistem küçük insana şöyle der. “Ancak doyabileceğin kadar yiyeceksin hiçbir zaman keyif için değil. Kombiyi ancak ısınabilecek kadar açacaksın, kombiyi hiçbir zaman için dörde çıkarmayacaksın hep iki buçukta kalacak. Ancak yakabileceğin kadar elektrik kullanacaksın. Ancak birazcık tasarruf edebilecek kadar maaşın olacak ki, hem sen bağırma hem de daha fazlasını istiyorum deme çünkü işinden olabilirsin. Onun için kadroları sözleşmelere göre her yıl yapalım ki sen her zaman geride kal diye”. Sistem öldürmeyelim ama süründürelim anlayışı üzerine kurulu. Ölmek istemiyoruz. İşi bırakırsak öleceğiz. O zaman “hadi bu ayı da idare edeyim de gelecek ay bir şeyler çıkarsa bakarım” diye kendimizi oyalayıp duruyoruz. Böylece 69 yaşına geliyoruz. Sonra da, bize geçmiş olsun oluyor.

‘BAŞARI BÖYLE BİRŞEY!’

Oyunun akışı içinde adaylardan insanı küçük düşürecek, aşağılayacak şeyler yapmaları isteniyor. Hiç kimse çıkıp da “alın işinizi başınıza çalın!” demiyor!

Demiyor. Çünkü herkes o işi almak için orada. Başarı dediğimiz şey böyle bir şey. Burada hangi başarı diye soruyoruz. Böyle bir başarı sizin işinize yaramayabilir ama diğer herkesin işine yarıyor. Herkes önündeki 30 yılını ‘erken emeklilik planları’ üzerine kuruyor. Bütün hayatı boyunca bu hedefe göre yaşıyor. Emekliliğinde rahat etsin diye bunu kabul ediyor. Emekli olunca da bütün geçmiş hayatını sorgulamak oluyor. Sorgulama başlayınca viskinin dibine düşüp sonuçta kaybolup gidiyorlar. İnsanlar bütün hayatlarını para kazanabilmek için sonra da bütün paralarını sıhhatlerini geri kazanmak için harcarlar.

‘ORTADA OLUMLANACAK DURUM YOK!’

Oyunda olumlu sayılabilecek bir karakter var mı?

Aslında oyunda olumlu sayılabilecek bir karakter yok. Hepsi birbirini aşağı çekmeye çalışıyor. Ortada olumlanacak bir durum yok. Seyirci oyunu biraz Fernando’nun gözünden izliyor. Fernando olumlu bir karakter değil. Oyunda karakterlerden biri tam da oyunu kaybettiğinde “Arkadaşlar böyle bir şerefsizliğe böyle bir haysiyetsizliğe nasıl inanırsınız? Buna bir dur demeliyiz” diyor. Bunları oyunu tamamen kaybetme aşamasında söylüyor. Madem böyle düşünüyordun daha önce niye bırakıp gitmedin? Ama kabul edilse oyunda kalacaktı. Yani, tamamen kaybetme noktasında bunu söylemesi inandırıcı, samimi değil. Oyunda bu tavrın gerçekliğini sorguluyoruz. Oyunda seyircinin kafasında sürekli hep bir soru işareti oluyor. Oyunun güzelliği orada. Kim gerçeği söylüyor? Bilemiyorsunuz. Hangisi gerçek? Gerçek nedir?

Editör: Haber Merkezi