10 Ekim 2005 günü kaybettiğimiz şair, romancı, düşünür, deneme yazarı, gazeteci, senarist ve eleştirmen Atilla İlhan’ı her yıl giderek artan bir özlemle anıyoruz. Özellikle ölümünden bir ay önce, İzmir Fuarı’nda Edebiyat Söyleşileri kapsamında yaptığı son ‘İzmir Konuşması’ çok özel ve önemlidir. Bu son konuşmanın bir kısmını paylaşarak şair Atilla İlhan’ın sesini gazete sayfalarından yansıtmak istedik. 8 Eylül günü İzmir Sanat’ın bahçesinde, gazeteci Atilla İlhan, son kez İzmirlilerle buluştu. Yaşadığımız zor zamanları göz önüne alarak nereden nereye geldiğimizin özetini yaşanan olaylara, tarihi belgelere dayandırarak anlattı. Tarih kitaplarına iki kuru kelimeyle sıkışıp kalmış gibi duran ve yeni nesillerin ‘yüzeysel bir oldu bitti’ gibi gördükleri Kurtuluş Savaşının nasıl, hangi şartlarda kazanıldığının hikayesini bizi yüreğimizden vuran gerçek hayat öyküleriyle aktardı. Şimdi size bu sıcak sohbetin küçük bir kısmını, yine onun kendi ağzından ve kendi kelimeleri ile aktarıyoruz. Sözü büyük usta Attila İlhan’a bırakırken, onun aziz hatırası önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz.

KÖYLÜYE ATEŞ EDİLDİ...

“Kılıç gibi bir mehtap ortalığı pırıl pırıl aydınlatmıştır. O iki katlı bahçeli, havuzlu muhteşem binanın sahibesi olan Hatice Binnaz Hanım sahur hazırlığı için uyanmıştır. Gerçi evde eski kalabalık yoktu. Rum hizmetçiler kaçmıştır. Sadece bir yanaşma olan Boşnak Mehmet onlarla birlikte yaşıyordu. Onun dışında evde, kendisi, eşi, oğlu ve bir de torunu vardı. Sofrayı hazırlamak için Boşnak Mehmet’e gerekli şeyleri verirken mutfağın penceresinden, o ay ışığında gelen bir köylü gördü. Köylü kasabaya doğru eşeğine binmiş gelmekteydi. Ve inanılmaz bir şey oldu. Birden bire ateş edildi ve köylü eşeğinden düştü. Binnaz Hanım çok şaşırdı. Hemen içeri gidip bunu eşine anlattı. Eşi aslında okumuş yazmış bir zattı. Hayli uzun bir süre Şam Mektupçuluğunda bulunmuştu. Fakat sonra gelip Menemen’e yerleşmişti.

NE OLUYORDU?

Olayı duyunca oğluyla şöyle bir bakıştılar. Oğlu Esat Efendi savaşa giden üç oğlundan birisidir. Durumu gözleriyle babasına anlatmaya çalışmıştı. Çünkü ev, istasyonla kışlanın arasında bir yerde bulunuyordu ve karşısı bir zeytinlikti. Hala öyledir sanıyorum. O zeytinlikte, günlerden beri ciddi bir Yunan faaliyeti görülmekteydi. Bunun üzerine, Hasan Fehmi Efendi kararını verdi. Sabah olur olmaz, torununu elinden tutup kasabaya indirdi ve babasına teslim etti. Babası da zaten eski bir ordu mensubuydu. Sonra, yeniden evine döndü. O gecenin bir şeye gebe oldu besbelliydi. Çok sürmedi, gecenin içinden silah sesleri duyulmaya başladı. Ortada bir şey dönüyordu ama ne? Onlar, bunun farkında değillerdi yalnızca vahim şeylerin olduğu çok meydandaydı.

YUNAN KAPIYA DAYANDI!

Bunun üzerine, cepheden yeni dönmüş olan Esat Efendi gizli bir yerlerde sakladıkları üç mavzeri ve mühimmatları çıkardı. Kapıyı kilitlediler ve ne olacak diye beklemeye başladılar. Boşnak Mehmet, Hatice Binnaz Hanım’ı evin en sapa yerlerine götürüp muhafaza altına almıştı. Çok geçmedi bir Yunan Birliği kapıya dayandı. Silah sesleri devam ediyordu. Kapının derhal açılmasını istediler. Cevap olarak, (Atilla İlhan burada hafifçe gülüyor) mavzer ateşiyle karşılaştılar. Ve orada ciddi bir çatışma başladı. Bu çatışma, evdekilerin mühimmatı bitinceye kadar sürdü. O arada gizli bir yerlerden gelip kapıyı devirerek Yunanlılar içeri girmişlerdi. Vakit artık sabaha yakındı. Sabah olmak üzereydi. Hasan Fehmi Efendiyi, Hatice Binnaz Hanımı, oğlu Esat Efendiyi ve yanaşması Boşnak Mehmet’i kapının önüne dizdiler. Kurşuna dizeceklerdi, durum onu gösteriyordu. Fakat o zaman ilk hedef gibi görünen Esat Efendiyi kurtarmak için babası önce ‘beni’ dedi. Önce onu mu yoksa ötekisi mi tartışması olurken kimsenin aklına gelmeyeceği bir şey oldu.

KURŞUNA DİZİLECEKKEN…

Kışla istikametinde kasabadan gelen bir otomobil geçiyordu. Otomobildekiler olayı görünce durdular. Otomobilin içinden bir Fransız zabiti indi. Ve oraya doğru geldi. Sonradan anlaşıldı ki bu Fransız Zabiti, mütareke komisyonuna mensup bir kişidir ve Menemen’deki olay üzerine oraya gönderilmiştir. Aileyi kurşuna dizmek üzere olan Yunanlı subaya bazı sorular sordu. Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi ‘Mahkeme ettiniz mi?’dir. ‘Mahkemesi yapıldı mı kurşuna dizmeye kalkışıyorsunuz? Ne suç işlemişlerdir?’ Ve onun müdahalesi üzerine aile kurşuna dizilmekten kurtulmuştur.

BİR SÜRPRİZ KARŞILIYOR…

Bunun üzerine, Hatice Binnaz Hanım’ı başörtüsüz olarak salıvermişlerdir. (Bu o zamanlar, bir kadının başörtüsüz olarak sokağa çıkması çok ayıp sayılırdı). Üç erkek tutuklanmıştır. Bu tutukluluk, hayli uzunca bir zaman sürmüş, Menemen’deki Yunan askeri hapishanesinden İzmir’dekine nakledilmişlerdir. Orada istirdata kadar tutsaktırlar, bir müddet sonra bırakılmışlardır. Bu olay, 1919 senesinin Mayıs ayı sonlarına doğru yaşanmıştır. Biliyorsunuz, 15 Mayıs’ta İzmir’e çıktılar. 17 Mayıs’ta Bergama istikametine doğru harekete geçtiler. Menemen’i o zaman buna şahit olmuş Emine Nine’nin bana anlattığı üzere söyleyeyim. “Yunanlı mızıkasını döve döve Menemen’e girdi”. Menemen’e girmekle kalmıyor, Bergama istikametine harekete geçiyorlar. Fakat Bergama’da onları bir sürpriz karşılıyor.

O İSİMLER AİLEMDİR

Orada Ali Bey, sonradan Çetinkaya olacak bir subay vardır. Bu subayın da elinde çok az miktarda asker var. O askerler de Bergamalılardan derledikleri bir milis teşkilatı yapıp, pusu kuruyorlar ve gelen Yunanlılara ilk dersi veriyorlar. Yunanlılar kan revan içinde Menemen’e geri dönüyorlar ve zeytinliğe yerleştiriliyorlar. Bergama’da uğradıkları mağlubiyetin acısını çıkartmak için ‘Menemen Katliamını’ örgütlüyorlar. Bu olayların önemini ben çok sonra öğrendim. Araştırmalarım sonunda Fransız basının o zamanki yayınları arasında zamanın Fransız Gazetelerinde bunun haberlerini okudum. Bu iki katliam haberlerinde, Menemen ve Bergama’da en az üç bin Türk’ün öldürüldüğü yazılıydı. Burada sözü geçen Hasan Fehmi Efendi benim büyük babam, Hatice Binnaz Hanım büyük ninem ve Esat Efendi benim büyük dayımdır. Elinden tutulup kasabaya götürülen küçük Memnune ise benim annemdir. İşgali yaşamış her İzmir ailesinin içinde benzer olaylar olmuştur. Ve İzmir o üç senenin utancını ve kahrını uzun süre taşımıştır.”

GAVUR MÜMİN KİM?

“Yalnızca bu mu? Hayır. Gene kitaplara geçmiş başka bir olaya geçeceğim. Ben o zamanlar İzmir’de gazetecilik yapıyor, Demokrat İzmir Gazetesini yönetiyordum. Bir yazarımız vardı. Adı Dağnış. Asıl ismi bu değildi ama bütün İzmir onu Dağnış adıyla tanırdı. Asıl adı Naci Sadullah Beydir ve Türk Basınının çok önemli yazarlarından biridir. Aslen İzmirliydi. Gazetede fıkralarının dışında dedi ki “bir tefrika var, onu koyar mısın?” ‘Tefrika nedir?’ dedim. “İstirdattan önce, Yunan işgali sırasındaki bir Türk zabitinin hikayesi” dedi. Nasıl bir hikaye bu deyip okuduğumda dehşete düştüm. Olayın ismi ‘Gavur Mümin’di. Gavur Mümin kim? Bildiğiniz gibi 15 Mayıs’ta limana çıkan Yunan güçleri önce o zaman Konak İskelesi civarında olan Sarıkışla’ya girmişler. Oradaki bütün zabitleri çıkarıp dipçikle, tekmeyle Kordon boyunca ‘Yaşa Venizelos’ diye bağırtmaya çalışmışlardır. Hatta bağırmamakta direnen Miralay Süleyman Fethi Bey öldürülmüştü. İşte onların arasında da bir genç zabit var. Adı Mümin. Mümin bir müddet sonra kapatıldığı yerden kaçmayı başarıyor. Ve onun Ankara’ya iltihakını bekliyorsunuz. Hayır, Ankara’ya iltihak etmiyor. Kime iltihak ediyor? Yunanlılara iltihak ediyor. Yunanlılara iltihak edip ne yapıyor? İlk önce bir kere fesi çıkarıp şapkayı giyiyor. Arkasından çok iyi Rumca bildiği için Rum çevreleri ile düşüp kalkmaya başlıyor. Ona çok itibar ediyorlar. Sosyeteye katılıyor. Rumlarla o kadar yakınlaşıyor ki, neticede o zamanki Yunanistan’ın İyonya Valisi (yani bu tarafların valisi) İstriyadis onu yanına alıp bir görev öneriyor. Önerdiği görev, bir Türk için dehşet verici bir görev. Yunan istihbaratında çalışmasını istiyor. Gavur Mümin bunu gözünü kırpmadan kabul ediyor. Kabul ettiği bu esas üzerine, Yunan istihbaratının kimliği verilmiş hatta numarası konmuştur. Ve o da bu sayede bütün Ege bölgesinde dolaşıp Efelerin köylülerin örgütlemeye çalıştıkları hareketleri Yunan istihbaratına bildirmiştir. Bu da kaderin bir görüntüsüdür demeyin. Çünkü Yunan istihbaratı Gavur Mümin Bey’i sokağın ortasında tutukluyor. Gavur Mümin Bey’in tutuklanma sebebi, Ankara hesabına çalışmasıdır.

BUNLAR ANLATILSAYDI…

Meğerse, Gavur Mümin Bey kendisini onların adamı, iyi Rumca bilen, Yunan işgalinden yana bir Türk gibi tanıtarak bir Türk Zabitinin yapacağını yapmış, etraftaki dolaşmaları sırasında elde ettiği bütün bilgileri Ankara’ya İstihbarat teşkilatına bildirmiş. Tabii bunun üzerine derhal Yunan Divanı Harbine verilip ömür boyu hapse mahkum edilmiş ve adalardan birine sürülmüştür. O zaman bir soru. Peki, Yunanlılar bunu nasıl öğrenmişlerdir? O zaman utanç verici bir cevap. Çünkü Türk Milli İstihbarat teşkilatı içinde çalışan bir Giritli Türk Yunan İstihbaratının ajanıdır ve onlara durumu o bildirmiştir. Tabii o daha sonra kurşuna dizilmiştir. O ayrı bir hikaye. Gavur Mümin Bey bir Türk Zabitinin neler yapabileceğini gösterir. Öteki hikaye ki, benim ailemin iftihar ettiği bir olaydır, sıradan bir Türk ailesinin böyle bir durum karşısında nasıl direnmek istediğini ve direndiğini gösterir. Bu iki olayın her ikisi de benim için çok önemlidir. Çünkü buna benzer olayların bütün Batı Anadolu’da yaşandığını düşünürseniz, işin önemi o zaman ortaya çıkar. Şu iki hikaye gibi sahiden yaşanmış hikayeleri bize anlatsalardı biz Kurtuluş Savaşını çok daha iyi anlardık…”

Editör: Haber Merkezi