Mustafa Kemal Atatürk’ün resimlerinin okullardan, resmi devlet dairelerinden, bankalardan, kurum ve kuruluşlardan özenle kaldırıldığı, heykellerinin parçalandığı bir dönem yaşıyoruz. İşte bu ‘garip zamanlarda’, yaptığı Atatürk portreleriyle adından söz ettiren bir sanatçıyla Atatürk’ü konuşuyoruz.  Atatürk düşmanlığının moda olmaktan öte prim yaptığı bir dönemde, Atatürk’ü içinde yaşayan ve bu sevgiyi portrelere yansıtan ressam Korkut Uluğ’a ‘Neden Atatürk portreleri yapıyorsunuz?’ diye sorduk. Üstelik sistematik olarak yürütülen ‘nefret politikası’ tam da doruğa çıkmışken.

‘GÖRMEZDEN GELİNİYOR!’

Atatürk’ün portrelerinin resmi devlet dairelerinden, okullardan, kurum ve kuruluşlardan kaldırılmasını nasıl karşılıyorsunuz?

Atatürk’ün portrelerinin kaldırılması bende acı duygular, öfke ve kırgınlık yarattı. Öte yandan, Ege Bölgesi’nde ve Anadolu’nun uzak köşelerindeki kahvehanelerde, dükkanlarda ve evlerde Atatürk’ün sararmış fotoğraflarının özenle en güzel yerlere asılmış olması gerçeği beni teselli ediyor. Devlet dairelerinde Atatürk’ün kaldırılan bu portrelerini vefalı Türk Milleti unutmuyor ve o kaldırılan portreleri bağrına basarak gösteriyor. Türk Milletinin bu sevgisi beni derinden etkiledi. Aynı bakış açısı maalesef sanat piyasası için de geçerli. Günümüzde resim sanatını “ticari bir iş” gibi gören bazı sanatçılar ya da sanat galerileri Atatürk ile ilgili bütün sanatsal çalışmaları ısrarla görmezden geliyor.

‘CESARET EDEMİYORDUM!’

Atatürk’ün portrelerini yapmaya nasıl karar verdiniz?

Bundan 20 yıl önce, ‘Çanakkale Savaşları ve Kuvay-ı Milliye’nin Doğuşu’ konulu resim serisine başladığım sıralarda, aklımda Mustafa Kemal’in bir portresini yapma isteği vardı. Gençliğimden beri tarihe özellikle yakın tarihimize çok meraklıyım. Bu merak beni Atatürk, Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşına doğru götürdü. Bir resim serisi ortaya çıktı ve şehitlerimize adanarak “Çanakkale Askeri Müzesi”ne, şimdiki “Deniz Müzesi”ne armağan edildi. Olumlu tepkiler, beğenilerin yanında “neden sergide Mustafa Kemal Atatürk’ün bir resmi yok” şeklinde eleştiriler de aldım. Bu eleştiriler beni kamçıladı. O dönemlerde, ona layık bir portre yapamamak ve onun karizmatik yanlarını gerektiği gibi yorumlayamamak kaygısıyla onun resmini yapmaya bir türlü cesaret edemiyordum.

‘VEFA BORCUM VAR!’

Atatürk portrelerini yapmaya başlamadan önceki süreçte nasıl bir hazırlık yaptınız?

Çanakkale ve Kuvay-ı Milliye şehitlerimize vefa borcumu elimden geldiğince ödemeye çalıştım. O resimler yerini buldu. Tüm bu olgular bende inanılmaz bir motivasyon, dayanılmaz bir istek yarattı. Biz sanatçısıyla, aydınıyla, hele hele politikacısıyla, ne Çanakkale’yi, ne Kuvay- ı Milliye’yi, ne de Atatürk’ü anlamışız. En ufak bir vefa duygusu bile hissetmeden, bu güzel insanların yaşamları pahasına bize bağışladıkları “bütün bu değerleri” sıradan askeri törenlere devrederek işin içinden sıyrılmışız. Bu gerçeği fark ettiğim andan itibaren Atatürk hakkında onlarca kitap okudum, tüm belgesel ve fotoğrafları inceledim. Okudukça, araştırdıkça, aslında o dönemi ve Mustafa Kemal Atatürk’ü gerektiği gibi bilmediğimi anladım. Bu araştırma süreci ve yavaş yavaş portre çalışmalarına başlamam yaklaşık beş yılımı aldı.

‘GİZEMLİ BİR PORTREYDİ!’

Yaptığınız ilk Mustafa Kemal Atatürk portresini anımsıyor musunuz?

Evet, ilk olarak onun kalpaklı bir portresini yaptım ve Çanakkale’deki müzeye gönderdim. Gözlerini gölgede bıraktım. Açıkçası gözlerine bir ifade vermeye çekindim. Ancak bunun bir yararı oldu. Gözleri gölgede kaldığı için belirgin olmayan, avurtları çökmüş, yorgun, sıkkın bir Mustafa Kemal vardı ve hüzünlü bir etki bırakıyordu. O portrede gizemli bir görünüm ortaya çıktı. Daha sonra bir cesaret gözlerine de rötuş yaptım ama sonraları keşke ilk görünümü korusaydım dedim.

‘SAMİMİYET ETKİLİYOR!’

Neden Atatürk’ün resimlerini değil de özellikle portrelerini yapmayı tercih ettiniz?

Portre çalışmaları, resmin en zor alanlarından biridir. Üstelik Mustafa Kemal Atatürk’ün portesini düşünürseniz. Yaklaşık 40 yıldır resimle uğraşıyorum. Yüzlerce müze ve galeri gezdim. Sayısız portre gördüm. İçlerinde inanılmaz güzellikte portreler olmasına rağmen beni etkileyenler çok azdır. Beni gerçekten etkileyen portrelerin başında Vincent van Gogh’un oto portresi gelir. Burada beni etkileyen nokta “resmin ruhu’’ diyebileceğimiz bir “samimiyet duygusuydu”. O an, resimdeki portrenin ve onu yapan sanatçının duygularıyla empati kurmanın ötesinde “bir olduğumu” hissettim. Bu benim için inanılmaz bir deneyimdi.

‘PORTRE İZLERİ YANSITIR’

Atatürk’ün çekilen portre fotoğraflarının ötesinde bu porte tablolarında bir farklılık hissediyor ama bu farkı tam olarak açıklayamıyoruz. Sizce bu tabloları, portre fotoğraflarından daha çekici, daha üstün kılan özellik nedir?

Portre insan yüzünün resmidir. İnsanın o andaki psikolojik durumunu hatta geçmişindeki yaşamış olduğu bazı izleri yansıtır. Bunları görmek ve “algılanan duyguyu” resmetmek gerekir. Portrenin fotoğraftan farkı budur ve bunu bir fotoğraftan daha yoğun verebilmelidir. Böylece resim fotoğraftan farklı olarak bir “ruh kazanır” ve izleyici hiç tanımadığı bir karakteri derinlemesine algılamaya başlar.

‘BAKIŞLAR ÖNEMLİDİR’

Atatürk’ün portreleri çok çarpıcı. Görenler tek kelime ile çarpılıyorlar. Bu portreleri, diğer Atatürk’ün tablolarından ayıran fark nedir?

Portre düz bir yüzeyde resim olmaktan çıkar ve adeta yaşar hale gelir. Halk arasında “gözler ruhun aynasıdır” diye bir söz vardır ve çok doğrudur. Gözler bir insanın ruhunun derinliklerine inmek için adeta bir giriş kapısıdır. O andaki duygularımız kadar yaşadıklarımızın tortusu da gözlerimize yansır. Bir insanı yaşamak ya da yaşatmak için bu “bakışlar” çok önemlidir.

‘MUSTAFA KEMAL’İ YAŞIYORDUM’

Atatürk’ün portrelerini yaparken tuvalin başında neler hissediyorsunuz?

Sanatçının resim yaparken yaşadıkları çok önemli. Bu özdeşleştiğiniz kişiyi “içselleştirmekle” ilgili bir durum. Atatürk’ün portrelerini yaparken gözleri için kullandığım bir lacivert boya damlası ya da ''Çanakkale, Kuvay-ı Milliye'' serisini yaparken kullandığım bir kırmızı fırça vuruşu beni ağlatmaya yetiyordu. Çünkü ben o an Mustafa Kemal'i yaşıyordum, benim için çarpışan ve şehit olan Anadolu insanını minnetle anıyordum. Yıllarca süren bu çalışmalarda, tüm bu güzel insanlar ve yaşadıkları dehşetli olaylar hep benim içimdeydi, o resimleri yaparken bütün şehitlerimiz benimle birlikteydi. Eğer bu duyguları hissetmezseniz, o resimleri yapamazsınız.

‘ELİNİZİ KOLUNUZU BAĞLAR!’

Atatürk’ün bakışları ve gözleri deyince aklınıza neler geliyor?

Çocukluğumda, Atatürk deyince aklıma çakmak çakmak yanan mavi gözleri gelirdi. Kimsenin onun gözlerine uzun süre bakamadığını biliyoruz. Bakışlarının şimşek gibi çaktığı anlatılır. Ve yakın çevresindeki kişilerin anılarında onun hep göz kamaştırdığından ve delici bakışları olduğundan bahsedilir. Fotoğraflarına baktığınızda, bunda bir gerçeklik payı olduğunu görüyoruz. Toplu çekilmiş fotoğraflarda, Mustafa Kemal’in bakışlarını diğerlerinin bakışları ile kıyasladığımızda çevresindekilerin ne kadar sönük kaldığını görüyoruz. Bütün bunlar, Mustafa Kemal’in portresini yapmaya kalktığınızda daha en baştan, boş tuval karşısında elinizi kolunuzu bağlıyor.

Atatürk’ün insanı delip geçen bakışlarındaki sır sizce nedir?

Bir insanın gözlerine anlam kazandıran olgu fiziksel olarak o gözlerin ışığı yansıtma şeklinden kaynaklanır. Göz merceğinin büyüyüp küçülmesi göze gelen ışığa ve insanın psikolojik durumuna bağlıdır. Atatürk’ün gözleri “şehladır”. Trablusgarb savaşında bir şarapnel parçasıyla yaralanmış ve geçirdiği ameliyat sonrasında bir gözü dışa doğru kayık kalmıştır. Bu nedenle, gözlere gelen ışık her iki gözden de farklı biçimde yansır. Bir göz daha parlak görünürken, öteki göz daha gölgeli kalır.

‘GÜÇLÜ BİR ETKİSİ VAR’

Bu iki gözün ışığı farklı yansıtması tablolardaki çok farklı duyguların hepsini birden çok yoğun olarak hissetmemize neden oluyor ama bu durum nasıl gerçekleşiyor?

Psikolojik olarak parlayan bir göz “akıl” ile bağlantılıdır. Şiddet, ihtiras, kızgınlık, zeka, karar vermek, intikam gibi duyguları ifade eder. Gölgede kalan ya da daha sönük duran göz ise duygusal ve sezgisel temelli duyguları vurgular. Sevgi, şefkat, alçakgönüllülük, duyarlılık, romantik olmak gibi hisleri yansıtır. Atatürk gibi bir yandan “zeka fışkıran ateş gibi bir kafa” diğer yandan “cehennem gibi yanan bir yürek” olunca bütün bu özelliklerin gözlerine yansıması da o kadar güçlü bir etki bırakıyor. Bu gözlerde dehşetli bir bakış varken aynı anda duygusal bir yumuşaklığı da bütün şiddetiyle hissediyorsunuz. İşte bu nedenle, Atatürk’ün gözlerine hiç kimse uzun süre bakamıyordu. 

Editör: Haber Merkezi