SİNEM DALKILIÇ / İZ GAZETE - Cumhuriyet Halk Partisi 26. dönem İzmir milletvekili Zeynep Altıok, son çıkan kitabı 'İçi Boşaltılan Cumhuriyet ve Laiklik' kitabını gazetemize değerlendirdi. Daha önce D&R tarafından sansürlenen kitaba tepki gösteren Altıok, "Sansürü anlattığım kitabım sansüre uğradı." ifadelerini kullanmıştı.

İşte o röportaj;

1) Görseller ve infogramlara yer verdiğiniz oldukça akıcı ve ilgi çekici bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Çok değerli isimler de yer alıyor kitabınız da süreç nasıl işledi?

​2015 yılında Milletvekili seçildiğimden kısa bir süre sonra ​Cumhuriyetimize karşı gerici saldırıların bütüncül bir değerlendirme ile ele alınması gerekliliğini daha somut hissederek böyle bir çalışma yapmak istedim Aslına bakarsanız biraz algıda seçicilik rol oynadı. Sivas Katliamı'nı yaşamış biri olarak katliamın ardından on yıllar boyunca adım adım cemaat ve tarikatlerin gelişimini,kadrolaşmasını, katliamı gerçekleştirenlerin avukatlarının hemen hepsinin AKP iktidarında üst yönetim kadrolarına,milletvekilliğine, bakanlığa getirilişini, adaletsiz bırakılışın aşamalarını, gerici saldırıları, bugünün rejim dayatmasına evrilen adımları yaşayarak gözlemlemiş biri olarak “münferit” saldırıların bütünsel anlamını göz önüne serecek bir çalışmayı gerekli buldum. Meclis başkanının dahi fütursuzca açık seçik laiklik karşıtı açıklama ve uygulamalarına olanak veren süreç onu ve benzerlerini koruyup kollayan hatta ödüllendiren anlayışın arka perdesindeki gerçekleri kayıt aktına alıp sunan bir çalışma yaptık. 2 yılı aşkın bir arşiv taraması ve incelemeyle bir rapor yazma niyetiyle başlayan çalışma malzemenin yoğunluğu ile bir kitap projesine dönüştü.

2) Kitabın girişinde ‘Ülkemizin her anlamda “yerli ve milli”, “kindar ve dindar” değerler üzerinden gerici bir kuşatma altında olduğu karanlık günlerde, aydınlanma devrimlerinin sürekliliği için verilen mücadeleye katkı sunacak, bir büyük fotoğraf çekerek tarihe not ve bir kaynak olmasını umduğum için’ bu çalışmayı yaptığınızı yazmışsınız. Cumhuriyet ve laiklik saldırıları örnekleri olarak nelere yer verdiniz, neleri kaynak aldınız biraz bahseder misiniz?

16 yıllık kesintisiz AKP iktidarında gerçekleşen tüm Cumhuriyet, laiklik karşıtı eylem, ötekileştirme, hedef gösterme, yasalaştırma vakalarını basın taraması ve milletvekilliğim sürecinde bana ulaşan hak taleplerini inceleyip derşeyerek çalıştım. Yıl bazında kategorik bir ayrıştırma ile de raporladım. Karşılaştığımız hak ihlalleri ve saldırıların fazlalığı böyle bir düzenlemeyi de bir anlamda zorunlu kılıyor. Sonuç olarak Medya, Çocuk istismarı, eğitim, Bürokrasi ve kanunlar, kişisekl tercihlere ve yaşama müdahaleler, Cumhuriyet yatırımları, Kültür ve Sanat gibi 7 ana başlık altında erişip kayıt altına alabildiğimiz belgeli olay ve olguları okurun dikkatine sunuyor kitap.

3) Türkiye laikliği ve Atatürk devrimlerini tam olarak anlayabildi mi? Sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması gibi sığ bir bilgi dışında Türkiye halkları olarak bir bilgimiz var mı ? Cumhuriyet ve laiklik karşıtı uygulamaların bu denli hızla yapılabilmesinin nedeni bu mu?

Laiklik elbette din ve devlet işlerinin bir birinden ayrı tutulmasını söyler. Ancak bundan ibaret değil. Kişisel tercih ve hakların korunmasını, farklı ve azınlıkta olanın haklarının güvencesini de kapsar laiklik. Her anlamda özgürlük ve eşitliğin garantörüdür. Devletin yargı yasama ve yürütme unsurlarının tam koruması altında bir yönetim vaadidir. Cumhuriyetimizin kuruluşunda çağının çok ilerisinde bir lider olan Atatürk’ün aydınlanma devrimleri çerçevesinde öncelikle kadını eşit yurttaş olarak tanıyan bir dizi çağdaşlaşma adımı ile bu düzenlemelerin güvencesi olarak tanımladığı laiklik Atamızın ardından emanet ettiği üzere ne kadar korundu ve ileri götürüldü tartışılır. Günün koşulunda büyük gelişim ve değişim sağlayan ilerici düzenleme o gün gereksinim duyulan çerçeveden bir adım ileri taşınmadı Haliyle 21. Yy koşullarına eksik taşındı. Sağ iktidarlarca Diyanet kurumunun bir siyasal güç unsuru olarak yanlış konumlanarak güçlendirilmesi laikliği bugün tehdit eden hatta zaman zaman ortadan kaldıran olgulara zemin yaratıyor. 12 bakanlığın bütçesinden fazla bütçe ile en başta kadın ve çocuk haklarını tehdit eden islam referanslı düzenlemeler, fetvalar üzerinden toplumu şekillendiren, yaşam biçimi dayatan resmi bir kurumun varlığında laiklik tanımı ve uygulama sorunludur.

4) ‘Laiklik demek özgür kadının diğer adıdır’ diyorsunuz kitabınızda. Sizin kadın sorunlarına olan duyarlı tavrınızı da biliyoruz. Bugün Türkiye de kadın cinayetlerinin ve kadına şiddetin bu kadar artmasının nedenlerinden biri laik Cumhuriyet anlayışından uzaklaşmamız mıdır?

Şüphesiz. Namus üzerinden kurallar koyan anlayış hele eğitim sorunu olan ataerkil toplumlarda şiddeti, cezayı da beraberinde getirir. Başkasının tercih ve yaşamına müdahale önce kadını hedef alır. Kadını meta, işçi, hizmetkar olarak gören din referanslı bakışın olağan ve meşru görülmesini sağlayan koşullar ancak sahici laik bir düzenle ortadan kaldırılabilir. Oysa az evvel değindiğimiz resmi ve gayrı resmi kurum/Lar kitapta sayısız örneğine yer verdiğim tanım, dayatma ve baskı ile öncelikle bu meşruiyeti sağlıyorlar. Şiddetin, müdahalenin cezasızlığı ile pekişen bu bakış hedef almakla kalmıyor, sonuç alıyor maalesef.

5) Kitabınız da eğitimde 16 yılda yapılan değişiklikler ile laik, çağdaş eğitimden uzaklaşıldığına değinmişsiniz. Bu durumun bir sonucunu Pisa’da Türkiye gençliğinin çok gerilere düşmesiyle gördük. Hızla bir imam hatipleştirilme gerçekleştiriliyor. Ancak AKP yöneticilerinin çocuklarını bu okullar da değil de kolejlerde okuttuğunu biliyoruz. Bu durum hakkında neler söylemek istersiniz? Halk kasıtlı olarak geri ve cahil mi bırakılmak isteniyor?

Sorgulamayan, düşünmeyen, uyuşmuş bir toplum iktidarı korumak için şart görülüyor. Kitapta müfredatta laiklik karşıtı değişim, az evvel değindiğimiz kadına yönelik şiddeti doğuran ve teşvik eden içerikler ile ilgili bir çok örnek var. Araştırmalar mütedeyyin yurttaşların da çocukları için iyi ve yüksek eğitim talebini ortaya koyuyor oysa hızla daha da niteliksizleşlen, dış dünyaya kapalı “yerli, milli ve dini” olmaya odaklı bir eğitim programı uygulanıyor. İmam Hatip müfedatı ile yetişen çocukların üniversite kazanma oranı ise yurttaş talebi ile ters orantılı. İçi boş, akademisyensiz, bilimsiz “Şehir üniversiteleri” bağlamında bile sonuç böyle. Referansı bilim olmayan, cemaat yutları, tarikat desteği ile şekillenen eğitim ülkemizi hızla geri kalmış toplumlar seviyesine çekiyor. Elbette doğal olarak geri kalmaya da. Güncel bir örnekle bugün Gülen Cemaati üyesi olarak sayısız suçla yargılanan Adnan Oktar’a MEB onayı ile evrimi reddeden “yaratılış” teorisi anlatmak üzere ilkokul ve liselerde eğitim verdirilmesi. Buna biz kitapta yer vermiştik. Buna benzer vahim tercihler çok. Tek tek çok sakıncalı olan bu ve benzeri örnekler bir arada değerlendirilebildiğinde endişe verici büyük resim ortaya çıkıyor.

6) Kitapta AKP iktidarında yaşanan çocuk istismarlarına rakamlarla yer verilmiş. Küçüğün rızası, çocukların tecavüzcüleriyle evlendirilmelerini öngören yasa tasarıları ve idam tartışmaları… Tüm bunları nasıl görüyor ve yorumluyorsunuz? Çocuğa cinsel istismar vakalarının, ensestin bu kadar artma nedeni olarak gerici politikaları mı görüyorsunuz?

İnanç saygı duyulması gerekli kişisel bir tercihtir. Bu tercih laiklikle hukuki boyutta güvence altındadır. Ancak inanç bir dayatmaya dönüşüyorsa ya da kişisel tercihlerini yapabilecek eğitim, birikim sağlayamayacak yaşta çocukları hedef alan bir şekil alıyorsa bu kabul edilemez. Son dönemde artan fetvalar üzerinden tanımlanan çocuk yaşta evlendirme, kız çocuğun cinsiyet üzerinden cinsel bir meta olarak kabulü ile örtünmeye zorlanmasına bağlı olarak çocuğun istismarı için ön koşul sağlanıyıor. Tarikat yurtlarında, kurslarda çocuklarımızın emanet edildiği erkekler bunu istismar değil hak olarak görüyor. Kadın ve çocuğa bakış başlı başına bir sorun. Üzerine cezasızlık gelince sayı çok artıyor. Tecavüzü çocuğun rızasına göre yorumlayabilen, namus üzerinden suçu kabul edilebilir bulabilen tahrik olmayı hak görüp cezai indirim verebilen akıldır sorun.

7) Cumhuriyete ve laikliğe karşı gerçekleştirilen en büyük saldırılardan bir tanesi şüphesiz ki Sivas katliamıydı. Kitabınızda bu katliamın sanıklarının AKP döneminde medyadan yargıya getirildikleri görevlere de yer vermişsiniz. Sizde o katliam ile çok büyük bir acı ve kayıp yaşamış biri olarak bu katliamın sanıklarının bugün mağdur gibi gösterilmeye çalışılması karşısında neler hissediyorsunuz?

Bu yıl katliamın 25. Yılı. Siyasal islamın temelinde az önce de bahsettiğim hak görme hali ve tahrik olma özgürlüğü var. Kendi mezhebinden olmayan herkesi dışlayan ve cezalandırmayı hak kabul eden bu anlayış 25 yıl önce de “kutsalını” eşeştiren Aziz Nesin’i ve düşünen, üreten aydınları hedef aldı ve yakarak cezalandırdı. Bu gün iktidarın başı ve tek başına olmak isteyeni yakılanları değil yakanları mağdur görüyor. “Mağdur”larının avukatlarını siyasi ödüllendirmeyle kanun yapıcı konuma getiriyor. İnsanlığa karşı işlenen bu suçun zamanaşımını “hayırlıyor”. Olayın failleri, tanıkları, kilit aktörleri el kol sallayarak dolaşıyor. 25 yıllık adaletsizlik için adım atmak yerine”pencereleri açsalardı ölmeyeceklerdi. Büyük talihsizlik” denebiliyor. Sanki ortada açılabilecek pencere kalmış gibi!!! Me denebilir bilöiyorum ama ne yapılabileceğini biliyorum. İnsanlığa karşı işlenen tüm suçlar için adalet gelinceye kadar mücsdeleye devam.

8) Kitabınız da AKP iktidarında yavaş ve planlı bir şekilde adımlar atılarak laiklik karşıtlığının Türkiye gerçeği gibi sunulduğunu söylüyorsunuz. Nitekim Erdoğan’ın da ‘ Hazmettire hazmettire geliyoruz’ diye bir açıklaması var. Türkiye’nin laik, çağdaş geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Gelinen noktada gerici ideolojiyi savunan ve kullananlar kadar sağ/sol/liberal muhalefetin de eksiklikleri ve siyaseti yanlış okumasının rolü var. Günlük siyasal kaygılarla “Laiklik tehlikede değil” diyerek ideolojik siyaset yerine popüler siyaseti tercih edenler ve laik yaşamın güvencesinde Cumhuriyet düşmanlığı yapan işbirlikçiler bu dönüşüm örgütleyenlere zemin yarattılar. Özgürlüklerin kısıtlanmasının özgürlüğü gibi kullanışlı bir liberal vaad ürettiler. Asıl sorumluluk onlarındır. Sivas Katliamının 25.yılında "seçim gündemi" diyerek ittifakı koruma adına CHP olarak alınan tavır da devrimci, solcu, aydınlanmacı tavırdan uzak, kimliksiz bir siyasetin eseridir. 25. yılda meclis listesinde insanlığa karşı işlenen suçlar için adalet temsilini yapan milletvekillerini ve sol unsurları dışarıda bırakan bir siyaset tercihi ile ailelerin ve katliamın gerçek mağdurlarının samimi bir yüzleşme olmadığı için katılmayı reddettiği ve katillerin isimlerini onurlandıran merkezde gerçekleşen anma törenine vali ile katılan bir vekil profili tercih edilmiş olması iktidarın dayattığı kimlik siyasetini ve adaletsizliği meşrulaştırmaktadır. Bizim ideolojik olarak yüzümüzü sola dönmemiz ve bizi temsil eden/edecek laiklik, demokrasi ve insan haklarını her türlü gerici saldırıya karşı koruyacak sol unsurları destekleyip çoğaltmamız gerekiyor...

Editör: Haber Merkezi