NİL KAHRAMANOĞLU/ İZ GAZETE- İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Alaçatı Turizm Derneği ortaklığında bu yıl ilk kez düzenlenen Alaçatı Öykü Günleri başladı. 12-13-14 Şubat tarihlerinde “Edebiyat sizi yolculuğa çıkarır” şiarıyla gerçekleştirilecek etkinlikte 23 yazar Alaçatı’nın renkli meydanında, çeşitli söyleşilerle öyküseverlerle bir araya geliyor. Gösteriler, konserler ve imza stantlarının olduğu etkinliğin ilk gününde İz Gazete Editörü Nil Kahramanoğlu’nun kolaylaştırıcılığını yaptığı “Direnmenin Estetiği” başlıklı söyleşide konuşan tiyatro oyuncusu Orhan Aydın, insanların kendi hayatlarını örgütlemeden bu coğrafyada sanatın yeşerme şansının olmadığını vurguladı.

‘YAŞAMAK ÖRGÜTLENMEKTİR’

Ülkenin çok can acıtıcı günlerden geçtiğini söyleyerek konuşmasına başlayan Aydın, “Bu ülkede demokrasi, doğa, insan, kadın, çocuk hakları hususunda 21. yüzyılda olmamıza rağmen, 100. yıla adım atacak çok daha iyi durumda olmalıydık. Bu coğrafyada yüzümüzü güldürecek tek haber bile yok. Sanat, sanatçılar iyi ki var ve inadına geleceğe ışık olmak için çalışıyorlar. İşçiler fabrikalarda, tarlalarda direniyorlar. Direniş estetiği zulme, haksızlığa hayır demektir. Her bireyin birer öyküsü vardır. Bu ülkede yıllarca sanata emek vermiş insanlara değer verilmiyor. Yaşamak örgütlenmeyi bilen insanların işidir. Kendi hayatlarımızı örgütleyemezsek bu coğrafyada sanatın yeşerme şansı yoktur. Doğru olan baskının zulmün olduğu yerde susmamaktır” ifadelerine yer verdi.

‘PANDEMİ DÜŞMANLIĞI KATLADI’

“Pandemide sanat ve sanatçı nasıl etkilendi” sorusunu da yanıtlayan Aydın, “Sanata ve sanatçıya düşmanlığın olduğu yerde pandemi düşmanlığı katladı. Benim ülkemde bu oldu. Ne yazık ki bu tepeden tırnağa ele geçirilmiş, evrilmiş sistem, düşmanlıklarını kustular. 164 müzisyen intihar etti. Sözlerimden dolayı beni hain ilan ettiler, dava açtılar. Açılan davaların hepsini kazanacağım, ben yalnız değilim. Tiyatroları nasıl bitirmeye çalıştıklarını, sarayda kendine tapınan, 16 sanatçı dedikleri ama sanatla alakası olmayan insanlar olduğunu belgeliyoruz. Biliyoruz ki bu topraklarda zulüm uzun sürmez. Burası eşitliğin, özgürlüğün, Kürdün, Alevinin coğrafyasıdır. Bu coğrafyada yalan asla kök salamaz” diye konuştu.

‘EDEBİYATIN KONUSU GÖRÜNMEYENDİR’

Günün ikinci oturumunda “Öykülerin İzmir’e İzdüşümü” söyleşisiyle İz Gazete Genel Yayın Yönetmeni Ümit Kartal ve İz Gazete yazarı Beril Erbil edebiyatseverlerle buluştu.

Öykünün yaşanan olgu ve olayları, izdüşümü üzerinden nasıl gerçekleştirdiğinin konuşulduğu etkinlikte konuşan Ümit Kartal, “Edebiyat, şiir, öykü sadece marjinal, çarpıcı gibi görünen şeylerin yazılması mıdır? Yoksa sıradan, anlaşılır ama görünmeyen konular mıdır? Burada gazetecilik bakımından da edebiyat bakımından da esas olanın bu olduğunu düşünüyorum. Örnek vermek gerekirse; bir belediyede çalışan güvenlik görevlisi kadınların tuvalet ihtiyaçlarını giderecekleri alanları yok. İşte haber de öykü de budur. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Tüm konuya da böyle bakmak gerekiyor” açıklamasında bulundu.

‘EMEĞİN ÖYKÜSÜ YAZILMIYOR’

Emekçinin öyküsünün yazılmadığını söyleyen Kartal, “Bir bankacı her gün yüz binlerce lira parayla işlem yapıyor ama gerçek ayın başında hesabına yatan 5 bin lirayla geçineceğinin derdidir. Gazeteciler için de aynı şey geçerli bir sürü ünlü kişiyle, vekillerle bakanlarla toplantılar yapıp, bir arada olup akşam eve giderken akbilinde para var mı çelişkisidir. Bunun öyküsünü, şiirini yazdığımızda gerçek bir şey yapmış oluruz. Cem Karaca’nın tamirci çırağı şarkısındaki çocuğun romanı da yazılır filmi de yapılır. Dünyanın her yerinde gerçek hikâyedir. 80 öncesinin filmlerinde danışma, umut, direniş var. Şimdiki filmlerde 10 kişilik aileler çok lüks evlerde yaşıyorlar. Kim çalışıyor belli değil. Entrikaları izlememizi istiyorlar. Sinemada, edebiyatta, şiirde bize dayatılanın rastlantı olmadığını bilmemiz gerekiyor. Ege Telgraf gazetesinden Mazlum Vesek’in çok güzel bir araştırmasını okudum. 1965’te yayınlanmak üzere İzmir’de Memet isimli bir gazete çıkıyor. Haftada bir yayınlanıyor. Manşeti şu; “Şafak Ayakkabı Fabrikasının Pabuçsuz İşçileri Grev Yaptı.” 1965’in 1 Mayıs’ında yazılan bir yazı var. Üzerinden yarım asır geçmiş. O zamanki yoksul emekçi Memet’le bugünkü tren yolu işçilerinin, Migros çalışanının, gazetecilerin, emekçilerin arasında hiçbir fark yok. Bir tarafta zevk-i sefa içerisinde yaşayan bir avuç azınlık bir tarafta da yarını nasıl getirebilirim, çocuğumun karnını nasıl doyurabilirim diye düşünen ama on-on beş parçaya bölünmüş önüne konulanla gündemi belirlenen milyonlarca çoğunluk yani bizler, değiştireceksek eğer buradan değiştireceğiz” şeklinde konuştu.

‘EDEBİYAT HERKESİ KAPSAR’

Görünmeyeni görünür kılması açısından sadece öykü değil edebiyatın da çok önemli rolü olduğunu söyleyen Beril Erbil, “Öykü de sıradanı sıra dışı bir biçimde anlattığı için etkili. Edebiyatın konusu her şey olabilir. Burada kentlileri konuşuyoruz ancak herkesi kapsaması gerekir diye düşünüyorum. Sanat evrensel, hepimiz varız. Dolayısıyla öykünün, edebiyatın herkesi kapsaması gerekir. Bu bizi monokültürden kurtarıp çok çeşitliliğe sevk edecektir. Öykü bize çeşitliliği sunuyor. Romanın çok geniş bir alanı vardır. Ancak öykü biraz daha tek katmanlıdır” dedi.

 ‘DÜNYADAKİ HER ŞEY SINIFSAL’

Edebiyatın, sınıfsal çelişki üzerinden birleştirici bir güce sahip olmaması gerektiğini belirten Kartal, “Dünyadaki her şeyin sınıfsal olduğunu düşünüyorum. Hiç çalışmadan yedi sülalesi zevk içinde yaşayanlarla ömür boyu çalışıp karnını doyuramayanları edebiyat birleştirmesin. Onlar arasında birleştirici bir güç olmasın. Bunların ayrım olduğunu, kaşıt bir güç olduğunu düşündüğüm için edebiyatın da birleştirici bir güç olması gerektiğini düşünmüyorum. Hayatı bizler yaratıyoruz. Hepimiz öyle ya da böyle çalışıp ay sonunu zor getiriyoruz. Ama bizim öykülerimiz yok. Çöp toplayan çocukların öyküleri yok, filmi yok. Bize bunların izlenmeyeceği dayatılıyor. Orhan Kemal’den, Yaşar Kemal’den Necati Cumali’den sonra emeğin öyküsünü yazan var mı? Yeni nesil edebiyatçılarda var mı? Yok. Hani dünya değişiyordu. Her şeyi robotlar yapacaktı. Emekçilere ihtiyaç kalmayacaktı. Sadece kurye emekçileri bile kontağı kapattığında evinize yemek gelmiyor, otobüs şoförü kontak kapattığında hayat durabiliyor. Demek ki öyle değil. Biz üretiyoruz her şeyi. Ama toplama baktığımızda her sınıfın öyküsü olsun diyelim ama yok. Çünkü onun kıymetinin olmadığı söyleniyor, dayatılıyor. Pandemi de bunu gösterdi. Emek olmadan dünya dönmüyor. Bu yüzden varsın birleştirici gücü olmasın. Yani sınıfsal çelişki üzerinden birleştirici olmasın. O yüzden zevk içinde yaşayanlarla emek verip mücadele edenler edebiyat çerçevesinde olsa da yan yana gelmesin. Hatta mümkünse karşı karşıya gelsin ki emekçilerin yaşamına dair, iyiye dair bir şeyler olduğunu görsünler” diye konuştu.

‘POPÜLER KÜLTÜRÜ DIŞLAMAYALIM’

“Popüler kültürü de dayattığını da görmezden gelemeyiz” diyen Erbil, “Popüler kültürü de anlayıp başka hayatlara başka gözle bakabilmeyi öğrenmek gerek. Bugün yeni bir hayat dili öğreniyoruz. Pandemi başka bir boyut kazandırdı. Yeni gelen gençlikle aramda fark görüyorum. Dolayısıyla yeni gelenleri anlamamız gelecek için de çok kıymetli. Popüler kültürü dışlamayalım ama ayıralım” ifadelerini kullandı.

‘ŞİİRİN ÖYKÜSÜ İSYANDIR’

Sonraki oturumda kolaylaştırıcılığını Batıgün Sarıkaya’nın yaptığı, şairler Tuğrul Keskin ve Yusuf Akın’ın konuşmacı olarak katıldığı ‘Şiirin Öyküsü’ etkinliği gerçekleştirildi.

Şiirin sezgi dünyasının işi olduğunu söyleyen Tuğrul Keskin, “Gündelik hayatın her zaman gündelik karşılığı olmuyor. Ben de bunun bir karşılığı var ama bunu genele yayamayız.  80’lerin ortalarında yine bu meydanda ilhan Selçuk, Aziz Nesin’in katıldığı etkinlik yapılmıştı. Tüm sokaklarda iğne atsan yere düşmezdi. Biz genç şairler de birkaç şiir okuduk. Orada okunan toplumsal öyküler nereye ulaştı? 1970’li yıllarda badem bıyıkları nedeniyle ciddiye alınmayanlar tarafından zindan edildi. Buradan kuracağımız bir öykü var. Yaşam öykümüz var. Çünkü bu böyle gitmez. O şiiri birlikte yapacağız. Şiirin öyküsü de hayatlarımızın öyküsü de yoksulların hayatlarına bakarak yapılıyorsa kurtarıcı olur. Yoksulluğun gözü insanlığın gözüdür. Ondan ilham alınarak yapılmalıdır. Anadolu’da yazılan büyük şiirin bir de arka planı var. Şiirimizin öyküsü de başlangıcı da geri planı da isyandır. Mazluma yazılmış övgülerdir. Dünyanın hiçbir yerinde bir zalime, alçağa şiir yazılamaz. Hayatımıza zulmedenlere şiir yazılabilir mi? Yazılamaz. Yazanlar o saraydaki 16 kişiyi geçmez. Kendisine ait olanı halk unutmuyor. Hepimizi kurtaracak irade birlikte mücadele etme iradesidir” diye konuştu.

‘ŞİİRLE ELEŞTİRİLER DAHA ETKİLİ’

En karanlık dönemleri aydınlığa açan tek yolun sanat olduğunu söyleyen Yusuf Akın ise, “25 yıldır avukatlık alanında yaptığın savunmalar bile edebiyat kadar etkili olmamıştır. İnsana yakınlaşmayan hiçbir sistem kalıcı olamaz. Belli bir dönem hükmünü sürer ve kaybolup gider. Bu nedenle hukukun yanında sanatın başlaması bundandır. Sanatla söylediğimizle zekâ seviyeleri erişmediği için algılayamıyorlardı ve herhangi bir eleştiri yapamıyorlardı. Şiirle getirdiğimiz eleştiriler savunmaların on katı etkidedir. İnsanların umutlarının geleceğe yönelik daha iyi bir durumda olması için buralardayız. İzmir’imizin bugün sanat faaliyetlerine baktığımızda beni umutlandırıyor. Bizden sonrakilere sanat ve edebiyat kalacak. Para, köprü, saray kalmayacak” açıklamasında bulundu.

İlk günün son konuğu besteci, söz yazarı ve yazar Hüsnü Arkan oldu. “O’nun Öyküsü” adlı söyleşide edebiyatseverlerle buluşan Arkan, İz Gazete Editörü Nil Kahramanoğlu’nun sorularını yanıtladı.

Ülkenin kültür yaşamına dair konuşan Arkan, “30-35 yıldır müzik ve edebiyatla çalışmalarımı sürdürüyorum. Hepimizin gözünün önünde gerçekleşen bir çöküş var. Bu çöküşe şahit olmak zorundayız. Her şey gibi kültür yaşamı da bozuldu. Anti demokratik bir durum var ben de bundan rahatsızım. Şarkılarımda toplumsal olaylara da dem vuran bir çalışma alışkanlığım var. Bu belki de gençlik dönemimizdeki siyasi alışkanlıklarımızdan kaynaklanıyor. Bu benim için bir alışkanlık. Başka türlüsünü beceremediğim için böyle yapıyorum. Her sanatçı politikayla uğraşmak zorunda değil. Kişisel bir tercih. Benim yaptığım şey biraz da gerçekleri kurcalamak. Bir derdim var ve bunu anlatmaya çalışıyorum. Yaşanan problemlerin çözümü bizde değil. Sanatçı sadece bu derdi aktarabilir” diye konuştu.

Sanatın pek çok yönüyle ilgilenen Arkan hepsinin birbirini etkilediğini dile getirerek, “Bir dert anlatmaya çalışıyorum. Bunu şarkı yazarı olarak da yapabilirim. Roman, öykü, şiir yazarak da yapabilirim” ifadelerini kullandı.

Konuşmaların ardından Başıbozuk Müzik Grubu, Alaçatı meydanını dolduran sanatseverlere keyifli bir konser verdi.

Editör: Haber Merkezi