Merhaba Haşim Abi,

Çok daha önce yazacaktım aslında sana; kâğıt, kalem... her şey hazırdı. Yok, vakit bulamadım ya da elim değmedi değil! Başka dostlara yazmalarım aldı sırayı ister istemez.

Zamanın nasıl bir hızla akıp gittiğini bazen, kimi anıları/ ayrılıkları anımsayınca fark ediyorum. On üç yıl nasıl da uçmuş!

Sevgili Haşim Abi,

Bu zaman zarfında her şey hızla kötüye gitti.

Vicdan dağa kaldırıldı, utanma sizlere ömür, adalet ve liyakat yerle bir oldu.

Şimdi her köşe başında yalanın padişahlığı var! Şimdi geçer akçe kişisel küplerin dolması... Sokak aralarında bile “Rabbena hep bana!” türküleri söyleniyor. Başkası için gözyaşı dökenin, kahır çekenin, işe koyulanın, paylaşmaya yeltenenin sanı/ unvanı epeydir “salak” artık!

“Kimsesizlerin kimsesi” Cumhuriyetin yüzüncü yaşına birkaç adım kalmışken şimdi her çocuk on beş bin lira borçla doğuyor.

Artvin’den Sinop’a, İstanbul’dan İda’ya, Antalya’dan Adalar’a kesilen ağacın (milyonu aştı çoktan) çetelesini tutamaz olduk.

Daha üç gün beş gün önce, “kadına yönelik şiddete hayır” diye haykıran kadınlar bir kez daha şiddetle tanıştı.

“İçeri”deki yazarlar, kadın cinayetleri, örgün eğitimi (okulu) bırakan çocuklar/ gençler, iş kazalarında can kaybı, ilkokul öncesi okullaşma, işsiz sayısı, atanamayan öğretmenler, kadınların işgücüne katılımı, topluca canına kıyan insanlar/ aileler, okulsuz kalan köyler, işsiz üniversite mezunları, ülkemizi terk eden yetişmiş insanlarımız, bir bir yok edilen tarihsel yapılarımız... Nerede berbat bir iş var, dünya birinciliğine koşar olduk! Nerede bir olmazsa olmazdan açılsa söz, hep biziz nal toplayan.

Edebiyattan, sanattan bir yerlere savrulduk ki yerimizi bilene aşk olsun! Ne tiyatro salonlarımız kaldı ne de (büyük kentler dışında) kitabevlerimiz. Kötülüğün kol gezdiği sokaklarımıza bir hoyratlık egemen ki anlatması zor!

Sahi, niye yazdım ki bütün bunları size?

Çünkü yaşam boyu insanın hakları, mutluluğu derdiniz oldu.

Çünkü “dünyanın bütün kara parçalarında” işi, ekmeği, hürriyeti olsun insanların, dediniz.

Çünkü “gün gelir gider zorbalar” kararlılığınızı hep korudunuz.

Çünkü bu uğurda mücadeleden bir an olsun vazgeçmediniz.

***

Kitaplarınızın kapağını açıyorum; o size özgü güzelim el yazınız; “dostum, arkadaşım, meslektaşım, yoldaşım...” seslenişiniz onca yıl sonra bile aynı sıcaklıkla sesleniyor.

Kapınızı her çalışımda yenilendiğim; sizin, Nimet ablanın (bazen Etkin’in ya da Ekin’in) incelikle sunduğunuz bir bardak çayı, bir fincan kahveyi paylaşmanın hazzıyla ayrıldığım Göztepe’deki evinizi, her şeyi konuşma cesaretinizi, onca sorun varken “tilki ufakları”yla uğraşıp yorulmayı uygun görmediğinizi nezaketle ortaya seren tutumunuzu, insanı sımsıcak kucaklayışınızı özledim. Ayrılmadan yalnızca iki gün önce, bedeninize direnip inatla katıldığınız son toplantıyı, “Yadırgadılar Bizi” şiirinizin dizelerine verdiğiniz sesi, yorulmadan sürdürdüğünüz okumalarınızı hüzünle, özlemle anımsıyorum.

Bir de onca mesleki emeğin ardından, altmışlı yaşlarınızda Amme İdaresi Enstitüsünü ve Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümünü bitirmeniz... Bu öğrenme aşkınız, bir an olsun çıkmaz aklımdan...

***

Değerli Öğretmenim,

“Hiç mi iyi bir şey yok?” derseniz... Olmaz mı?

O çok sevdiğiniz çocuklar, bütün sahicilikleriyle cıvıl cıvıllar. Emekçiler, gençler hele ki (evlere/ dört duvar arasına tıkılsalar dendikçe sokağa taşan) kadınlar, boyun eğmeye hiç niyetli değiller. Sayıları az olsa da basın ahlakına saygılı gazeteciler var! Ve bilimi, onun temeli kuşkuyu, soru sormanın değerini tek kılavuz bilen üniversite hocaları, adalet ve hukuk çığlıkları dinmeyen hukukçular... Sonra öyle öyküler, oyunlar, şiirler, romanlar (kitaplar) yazılıyor ki bütün bu kötülük erbabının ipliği pazara çıkıyor.

Bu da onları çıldırtıyor işte!

Kısacası “aşk”la yazdığın “Karabasana Karşı Destan”da “Bütün ağaçlar gibi ben de/ En çok kuşlarla çocukları,/ Bir de ozanları severim/ Halden dilden bildikleri,/ Uçarı oldukları için...” diye seslendiğin çocuklar ve ozanlar, yeni destanlar yazılması gerektiğini biliyorlar bu karabasana karşı!

Basın Sitesi, Konak

Haşim Kanar (dil ve eğitim emekçisi, araştırmacı yazar, şair/ 1927-13 Kasım 2006)

Haşim Kanar’ın, köy enstitülerine yönelik düşmanca tutumları/ yok etme “çaba”larını da açık ettiği, enstitülerin yoksul köylü çocuklarına sunduğu onurlu kimliğin altını çizdiği unutulmaz şiiri.