Sosyal medyanın olumlu- olumsuz etkisi üzerine çokça şey yazılıyor, söyleniyor. Benim için en önemli yararı kamuoyu oluşturmadaki kolaylığı ve ulaşılabilirliği. Bu etkisi yüzünden iktidarların,patronların her daim gözetiminde! ‘ Sosyal medya suçları’ denilen ‘suçlar’ var artık! ‘Beğenmek, paylaşmak, yorum yazmak’ başınızı her daim belaya sokabilir.

Mesela, ‘‘kotoncalisanlar’ kullanıcı adını kullanan instagram kullanıcısına ait hesabı takip ettiği, söz konusu paylaşımları ‘like’ diye tabir edilen uygunluk beyanıyla desteklediği bu gün itibariyle tespit edilmiştir.’’ Denilerek bir Koton işçisi, kıdem tazminatı ödenmeksizin ‘derhal’ işinden atıldı. Peki bu sayfa niçin açılmıştı? Baktım; Türk İş’e bağlı Koop İş Sendikası’na üye oldukları için Koton 25 kişiyi işten çıkarmış. Bunun üzerine işçiler seslerini duyurmak, kamuoyunu bilgilendirmek ve destek istemek amacıyla adı geçen hesabı açmışlar. ‘Başlamak başarmaktır, başladık başaracağız!’ diyorlar. Tabii ki, acar patron hesabın peşine düşmüş. ‘like’ layan işçiyi de işten atmış.

Koton’un işçi düşmanı tavrına tepki büyüdü. ‘Boykot’ var sosyal medyada! Ünlülerden de destek verenler var. ‘Sömürü, ücret gaspı, yetersiz beslenme, güvencesizlik, uzun çalışma, mobbing, İşten atılma, zorunlu mesai, kuralsızlık, hak gaspı’ na ‘STOP KOTON’ diyorlar.

Koton gibi, indirimlerini takip ettiğimiz, vitrinlerinden gözümüzü alamadığımız, içerisinde bazen saatlerimizi harcadığımız mağazalardaki işçileri fark ediyor muyuz? ‘Siyahını verir misiniz!’ derken, yorgun, bezgin gözlerini görüyor muyuz? Hiç taburenin, sandalyenin olmadığı dikkatimizi çekti mi? Kaç saat çalışırlarsa çalışsınlar –ki gerçekten çok uzun saatler çalışıyorlar- oturmalarının yasak olduğunu biliyor muyuz? Patronlar tarafından oluşturulan ‘biz bir aileyiz!’ söyleminin sömürüyü katlanır kılmak için uydurulduğunun işçiler de, biz de ne kadar farkındayız? İşten çıkarılma tehdidini Demoklasin kılıcı gibi her an tepesinde hisseden işçinin baş etmek zorunda kaldığı güvencesizlik duygusunu hiç düşündük mü? Haftalık izninin ne zaman olacağı, hatta olup olmayacağının belli olmaması gibi keyfi uygulamalar varken gündelik yaşamınızı nasıl düzenlersiniz? Hamile olduğunuzu saklamak zorunda kalmayı ister miydiniz? Tuvalette ne kadar kaldığınızı takip eden birilerinin varlığına ne dersiniz? ‘Ayın elemanı, şef yardımcısının sekreterinin yazıcısı’ gibi payeleri alabilmek, patron daha çok kazansın diye konulan kotayı tutturmak ve birkaç kuruş daha fazla kazanabilmek için, insanlık dışı bir tempoyu kaldırmayı ister miydiniz? Dayanışma içinde olmanız gereken mesai arkadaşlarınızla aranıza giren ‘rekabet canavarı’ nın aslında hepinizin iliğini sömürdüğünün farkında olamayacak kadar ‘işe tutunmak’ zorunda kalmayı bir hayal edin!

Ve bir gün,

Ekmek parası uğruna bunların hepsine katlanırken, sendika denilen, emeğinizin hakkını savunan bir örgütün varlığından haberdar oluyorsunuz; Kafanızı kumdan çıkarıp ‘Yeter artık’ deyip, sömürüye karşı isyan bayrağını çekiyorsunuz! Tek derdi daha, daha, dahaaaaa zengin olmak olan patron sizi işten atıyor, arkadaşlarınızla birlikte. Yılmıyorsunuz. Sesinizi duyurmak için soysal medyayı kullanıyorsunuz. Sonra? Sonrası yukarda.

Kapitalizmin yazıp yönettiği filmde figüran değil, kamera arkasını ele geçirme operasyonu bu aslında. Kapitalizmi tarih sahnesinden silene kadar, emekçiler kendi filmlerine fragman çekiyorlar, böylesi direnişlerle…

Karar verelim o zaman vitrinlerin ışıltıları altında solan hayatlarına sahip çıkanların yanında olacak mıyız?

Benim cevabım, #Kotonboykot ‘Koton işçisi yalnız değildir!’

*Sosyal medyada ‘ kotoncalişanlari ve koton işçileri’ hesaplarını takip edelim. ‘like’ layalım!