Virüs salgını hiçbir şeyin siyaset üstü olmadığını bir kez daha gösterdi. Yaşadığımız her şey; hasta olup olmamamız, tedavi olup olamayacağımız bizi yönetenlerin siyasi tercihleriyle, içinde bulunduğumuz sosyal sınıfın konumuyla şekil değiştiriyor.

Yayılmakta olan virüsün zengin ya da yoksul herkesi etkilediği doğru. Elbette virüse temas eden herkes dini, dili, ırkı, sosyal sınıfı fark etmeden aynı şekilde etkileniyor. Ancak asıl sorun virüse temas etmemek için yapabileceklerimizde ve virüsün bulaşmasından sonrasında.

Virüse maruz kalmamak, yayılma hızını azaltmak için insanların birbiri ile temasının önlenmesi gerekiyor. Bunun en etkin şekilde yapılabilmesi ve yayılma hızının yavaşlatılabilmesi için gereken tedbirin sokağa çıkma yasağı olduğu da artık bilinen bir gerçek. Camileri,özel seçilmiş cemaatler dışında kalan herkese, cuma namazı için bile kapatan siyasi iktidar, sermaye sınıfının çıkarlarını ve ekonominin çarklarının dönmesini daha çok önemsediği için sokağa çıkma yasağını olabildiğince geciktirmeye çalışıyor. Er veya geç vermesi gereken kararı geciktirmesinin yarattığı yaşamsal maliyeti göze alıyor. Virüsün yayılma hızıiktidarın siyasi tercihleri nedeniyle yeterince yavaşlatılamıyor.

Sadece emeği ile geçinen, işe gitmek zorunda kalan insanlara evde kal diyenler, virüsün yayılmasından çalıştığı için sokağa çıkmak zorunda kalanları suçlamayı sürdürüyor. Çalışmak zorunda olduğu veya evdeki temel ihtiyaçlarını karşılayacak kimsesi olmadığı için sokağa çıkmak zorunda olan insanları suçlamak da siyaset üstü değil.

Virüsün size bulaştığı konusunda endişeye kapılır ve bunu öğrenmek isterseniz toplumun hangi kesiminden olduğunuz yine karşınıza çıkıyor. Eğer Cumhurbaşkanlığı forsu bulunan bir yüzüğe sahip, iktidarın sevgili iş insanlarından biriyseniz, sırf merakınızdan veya endişenizi gidermek için arkadaşlarınızla toplandığınız evinizde çiğdem çitler gibi, güle oynaya test yapabilirsiniz. Ancak çalışma koşullarınız nedeniyle dışarı çıkmak zorunda kalan biriyseniz ve hastalık belirtileri gösteriyorsanız durumunuz vahim. Bırakın ev ortamını, gittiğiniz hastanede bile test olmanız için bir sürü engeli aşmanız ve teste ulaşmanız gerekli.

Teste ulaşıp hasta olduğunuzu anlaşıldığında tedavi imkânlarına erişmeniz de sınıfsal. Fatih Terim’in sahip olduğu tedavi imkânlarına sigortalı bir işte asgari ücretle çalışan (ki bu durumdaki kişi yine de şanslıdır) bir kişinin erişmesi mümkün değildir.

Görüldüğü gibi; hasta olup olmamak da, test yapabilip yapamamak da, tedavi olup olamamak da ve hatta ölüp ölmemek de siyasi tercihlerin dışında veya siyaset üstünde bir durum değil.Özgür, eşit ve demokratik olmayan bir sistemde ölüm bile adil değildir. Nazım Hikmet bize bu gerçeği yıllar öncesinden şöyle hatırlatmıştı:

“Bir eski Acem şairi:
‘Ölüm âdildir’ — diyor,—
‘aynı haşmetle vurur şahı fakiri’

Hâşim,
neden şaşıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı kardeşim,
herhangi bir şahın bir gemi ambarında
bir kömür küfesiyle öldüğünü?”

Tüm bunlara rağmen umutsuz değiliz. “Ölümün adil olması için hayatın adil olması”gerektiğini bilerek; adil, özgür, demokrasi ve hukukun egemen olduğu bir ülkede, halkın çıkarlarını gözeten yönetimlerin olduğu bir zamanda sağlık ve mutlulukla yaşayacağız. Bu umudun gerçek olması için çalışmaya, birbirimizle dayanışmaya devam ederek bu zor günleri de atlatacağız.