1800’lerin başında İzmir’in ticaret hacmi gittikçe artmaya başlar. O zamanlar İzmir sahil şeridi, İstanbul’da olduğu gibi denize sıfır şekildedir. İzmir’e gelen gemiler, Konak ile Pasaport arasındaki sınırlı alanda tüccarların yaptığı derme çatma tahta iskelelere yanaşır, ondan sonra işler hamallara kalır, mallar hamalların sırtında sahildeki binaların alt katlarındaki depolara taşınırken birçok kaza meydana gelirdi. Çuvallar, kutular sık sık düşüp zararlar meydana geldiğinden, gemiler limanda uzun süre bekliyor ve bu da ticaret açısından olumlu olmuyordu.

Batılı bir liman yapma ihtiyacı hasıl olunca İzmirli üç İngiliz tüccar, rıhtım için Vali Sabri Paşa’ya “yap-işlet-devret” modeli bir rıhtım yapmak için “gayret bizden, muavenet sizden” diye başvurur. Sabri Paşa, yaklaşık 3 bin 200 metre olacak bu rıhtım inşaatı için sahildeki yalıların sahiplerine razı olup olmadıklarını sorar. Çoğunluk razı gelmeyince bir kez daha bu kez daha özenle sorulunca halk razı gelmek durumunda kalır. Padişahtan olur alındığında 1868 yılında inşaat başlar. Yaklaşık 60 metre genişliğinde sahil şeridi olmadan önce, denizin Alsancak’taki Rektörlük binasının önüne kadar geldiğini düşünebilirsiniz. Doldurulmayla ortaya çıkan yaklaşık 190 dönümlük sahil arsası devlete değil Bezmi Alem Valide Sultan Vakfına devredilir. Halk razı değildir, rıhtımı yapan şirketi “Vampir” olarak nitelendirir. Yine de Kordon’un “Burhan Özfatura” döneminde yapılacak haliyle değil de, yalılara paralel gidecek şekilde girintili çıkıntılı olması avuntuları olur.

Rıhtım caddesinin inşaatı süresinde bir felaket yaşanır. Yunan ve Alman konsolosluklarının arasında bulunan Kivoto adlı bir kahvehane, 9 Şubat 1873 günü yani Kurban Bayramının ikinci günü içinde yaklaşık iki yüz kişi varken muhtemelen rıhtım çalışmalarından dolayı oluşan bir sıkıntı nedeniyle denize düşer. Osmanlı kaynaklarında yaklaşık yüz kişinin bu olay nedeniyle öldüğü söylenir.

Türlü kazalar ve karmaşa ile inşaat 1875 yılında biter. Bezmi Alem Vakfı hiç vakit kaybetmeden oluşan bu boş arsayı, dönemin zenginlerine “peşkeş çekme” denebilecek bir şekilde satar. Eski sahil şeridindeki evler artık “2. Kordon” diye adlandırılacak caddede kalmış ve önlerine birer birer yapılan genelde otel, casino, tiyatro, club gibi yerlerle denizi göremez olmuşlardır.

Akabinde felaket gelir, Kordon’daki binalar büyük yangınla yanar. Çoğunlukla kaderine terkedilen binalar belediyenin mülkiyetine geçer. Yaklaşık kırk sene belediyenin mülkiyetinde tamir edilir. Demokrat Parti, iktidara geçip yerel seçimlerde İzmir’i kazanınca başkan Rauf Onursal bu onarılmış konakları teker teker Demokrat Parti zenginlerine verir. Bedri Akgerman neredeyse yüz senedir İzmirlilere hizmet eden Tayyare sinemasını belediyeden alır. Anında yıktırtıp yerine 9 katlı Teyyare apartmanını yaptırtır. Kordonda zaten orada olmaması gereken, gasp edilen bir manzaraya, haksızca kondurulan konaklar başka bir haksızlıkla 70’lerin başına kadar tarih sahnesinden bir bir silinirler. Denize sıfır tüm o konutların önüne 90’ların sonunda 6 şeritli bir yol yapılması kararlaştırılır. Sonrasını biliyorsunuz zaten.

Memleket tarihi, haksız elde edilen kazançların yine haksız bir şekilde yok edilmesinden, gasp ile elde edilenin yine gasp edilerek başka ele geçmesinden ibaretken insanların, bizi yönetenlerin hala ve hala haksız bir şekilde bir yerlere konmaya çalışması tarihi anlayan birisi için şaşırtıcı aslında. Bu şehirde insanlar çok haksızlıklar yapmış ve hiç biri yanlarına kar kalmamış. Şimdi haksızlık yaparak bir şeyleri elde eden insanların, tüm bunların yanlarına kar kalacağını düşünüyor olması emsalsiz ve yıkıcı bir cesaret.