Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği glasnost, yani açıklık politikasının sonrasında ziyaret edilebilir bir ülke oldu. O sıralar Türkiye’nin doğal gaz projesi hazırlığı da vardı. 1986’da bir turist kafilesiyle Rusya’ya gittim. Moskova’yı ve Leningrad’ı (şimdiki Saint Petersburg) gezdim. Metroları, halk pazarlarını ve müzeleri gezdim. Halk pazarlarında alüminyum tava ve tencereler yeterince fikir verdi.

Daha sonra, 1989’da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığında İştirakler Daire Başkanı olarak görev yaparken teknik bir gezi için Almanya’ya gittik. O dönemde Berlin Duvarı yeni yıkılmıştı. (9 Kasım 1989). Doğu Almanya 3 Ekim 1990’da Batı Almanya’ya katıldı ve bugünkü Almanya’nın sınırları ortaya çıktı. O dönemde Doğu’dan gelenler ellerinde muz poşeti, ayaklarında kot pantolon ile hemen kendilerini belli ediyorlardı. Bir de porno film gösteren sinemaların önünde uzun kuyruklar oluşturuyorlardı. Doğu Almanya’dan (Alman Demokratik Cumhuriyeti) gelenler genelde el emeği isteyen işlerde çalıştılar. Batı Almanya, Almanya Federal Cumhuriyeti birbirinden ayrı düşen Alman ulusunu birleştirdi.

Oysa glasnost ve perestroyka sonrasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler birliği dağıldı ve son ayrılan da 16 Aralık 1991’de Kazakistan oldu.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinde organizasyon bugünkü Rusya tarafından, yani Moskova’dan yapılırdı. Devletler ayrılınca bazı tesisler Rusya dışındaki ülkelerde kaldı. Çok önemli olanları için özel anlaşmalar yapıldı. Her devlet kendi başının çaresine bakarken Yeltsin’in önerisi ile 1999’da onun yerine başbakan olan Putin, ertesi yıl devlet başkanı seçildi. O günden beri Rusya’nın yönetimi kendisinde.

Diğer ülkeler kendi başlarına bir şeyler yaparken, kimisi ABD’den, kimi Avrupa Birliği’nden destek aldı, almak zorunda kaldı. Zira ortada başlıca iki sorun vardı: Birincisi devlet yönetme kültürünün yanında devlet mekanizmasının işler hale getirilmesi. İkincisi de özgülük kavramının içselleştirilmesi.

Özetle, bağımsızlığını kazanan, artık özgür olan ülkeler ne yapacaklarını bilemez durumdaydı. Sovyetler Birliğinin baskıcı rejimi altında 70 yıl itaat kültürüyle yetişen nesiller, talimatla yaşama alışkanlığını kazanmıştı.

Avrupa’da aydınlanma Fransız Devrimi ile geldi. Ancak öncesinde de derebeyliklerde meclisler vardı ve halkla kontlar arasında tartışma kültürü vardı. Asya tarafında ise tek adamlık yaygın bir yönetim anlayışıydı. Çar’dan sonra gelen Sovyet Rejimi, Perestroyka’dan sonra kendi liderini buldu; o da Putin oldu.

Dağılan Sovyetlerin Avrupa tarafındaki ülkelerinde demokrasi çabası nispeten hızlı yanıt bulurken, Asya tarafı tek adam liderliğini seçti.

Rusya’nın liderliğini yaptığı gruplar yeni düzenlerine uydular, diğerleri ise devlet gelirlerinin paylaşımında sıkıntı yaşadı. Devletin başında olanlar, “devlet benim, devlet malı da benim” anlayışını benimsediler. Bu düşünce Orta Doğu’daki Arap devlet kültürüne yakın gözüküyor. Ancak, Rusya dışından destek arayanların içindeki yapılanmalar “ülkenin içeriden zapt edilmesine” olanak veren yapılaşmalara zemin hazırladı.

Çarlık düzeninden, Sovyetler Birliği zulmünden kurtulanlar özgürlüklerini halkıyla paylaşacağı yerde, zorbalığı devralan bir yöntemi seçer gibi oldular.

Gelişen teknolojik iletişim olanakları zorba yönetimlerin ipliğini pazara çıkardı, çıkarıyor.

Bu ortamda her ülke için karışıklık olasılığı artıyor, çözümü de daha baskıcı bir yönetim oluyor.,.

Gerçekte çözüm tek: Herkes için özgürlük, herkes için adalet.