Türkiye televizyonlarında uzunca süredir sistematik olarak işletildiğini düşündüğüm bir şiddet sarmalına tanıklık ediyoruz. Bireysel silahlanmanın, kadınların psikolojik, ekonomik ve fiziksel şiddete maruz bırakılmasının, tecavüzlerin, istismarların ve cinayetlerin normalleştirildiği; arz-talep zemininden beslenen; biçimi ve biçemi itibari gündelik yaşamda olumsuz karşılık bulan bir şiddet sarmalı.

Chp Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer, diziler üzerine yapılan araştırmanın bir raporunu paylaştı. Taşcıer’in ifadeleriyle, yapılan araştırmanın sonuçlarına özetle göz atalım:

“Araştırmanın sonucuna göre, 8 dizide toplam 14 sahnede kadına yönelik şiddet ve zorlama bulunuyor. Bunlardan 12’si sadece bir dizide yer alıyor. Bu sahnelerin çok büyük bir oranı, kaçırılan ve alıkonulan kadınlara yönelik şiddet ve zorlamalardan oluşuyor.

41 sahnede genel şiddet bulunuyor. İzlenen 8 dizinin 7’sinde şiddet sahnesi tespit ettik. Bu sahneler içerisinde ormanda ayaklarından bağlayıp dövme ve sallandırma, traktörün arkasına iple bağlayıp tarlada sürükleyerek işkence, sinirlendiği kadının evini benzin dökerek yakma, cinnet, dövüp kaçırma gibi sahneler var.

İzlenen 8 dizide, en az 300 kez silah gözükmüş, ateşlenmiş veya silahla ilgili söylemde bulunulmuştur. Bu sayının ‘en az’ olduğunun da altını çizmek istiyorum. Çünkü bazı sahnelerde kalabalık gruplar arasında çatışmaları netlikle tespit etmek mümkün olmuyor.Ayrıca bu sahnelerde her türden silah görülebiliyor. Tabanca, uzun namlulu silahlar, bombalar, el bombaları, pompalı tüfekler, bıçaklar rahatlıkla görebileceğiniz silahlar oluyor.İzlenen 8 dizide de silah görünümü veya söylemi olduğunun altını çizmek istiyorum. Bu durum, televizyonda silahsız veya silah söylemsiz bir diziye rastlamanın oldukça zor olduğunu da gözler önüne seriyor.

Dizilerde kadınların ağladığı ve yalvardığı sahnelere özellikle başlık olarak baktık. Kadınların ağladığı ve yalvardığı 67 sahne bulunuyor. Erkeklerin ağladığı sahneye çok nadir rastlanırken kadınların bu kadar sıklıkla ağlar halde gösterilmesi dikkat çekicidir.

Diziler çok sayıda fiziksel şiddet içermekle kalmamakta, aynı zamanda şiddet söylemleri de geniş bir yer tutuyor. 122 sahnede şiddet, tehdit ve ölüm söylemi bulunurken, bu sahnelerden 33’ü öldürmekten bahsedilmesi, 11’i tehdit ve 78’i ölümden bahsetmedir.

İzlenen dizilerde toplamda ve tespit edilebildiği kadarıyla, farklı sahnelerde yaşanan çatışmalar ve infazlarda en az 35 kişinin öldüğü görüldü.Dizilerde bu kadar silah, ölüm ve şiddet varken, bunlara buzlama olmayıp da alkolün buzlanması ilginçtir. Demek ki alkol ve sigaranın, toplumda cinayet ve şiddetten daha kötü bir etki yarattığı düşünülüyor (!)

Dizilerdeki bir diğer sorun da, yapımların aşırı derecedeki uzunlukları. Şöyle ki, raporun hazırlanması için yalnızca 8 dizi izlenmesine rağmen toplamda 19 saati aşkın görüntü izlemesi yaptık. Bu durum hem oyuncuların ve set çalışanlarının üzerinde ağır çalışma şartları yaratıyor, hem de dizileri uzatmak için aşırı detay vermek zorunda kalınıyor. Bu durum ekranlara daha çok şiddet, ağlama, bağırma sahneleri olarak dönüyor.Bu sayede herkes bir insan nasıl öldürülür en ince detayına kadar bilir hale geliyor.Biliyorsunuz geçen günlerde bir dizi senaristinin röportajı gündemde yer aldı. Özet olarak “istemeyen izlemesin” diyor ve “toplum şiddet istiyor” savını öne sürüyor.Bu ifadeler şu açıdan sıkıntılı. Burada sorumluluk sahibi olması gereken izleyici değildir. Birey istediği içeriğe ulaşmakta özgürdür. Yani biz bu raporu açıklayarak bir sansür talebinde bulunmuyoruz. Aksine sansürün tam da karşısındayız.Eğer siz bireyin içeriğe ulaşmasını engelleyici bir sansür uyguluyor, yasaklarla soruna çözüm bulmaya çalışıyorsanız, bunda başarıya ulaşamazsınız. Bugüne kadar da ulaşılmadı.Bu sorunun çözümünde sorumluluk yapımcıların, yayıncıların ve senaristlerin üzerindedir. Yapımları hazırlarken mutlaka psikologlar, pedagoglar ve sosyologlar ile çalışılmalı. Dizinin birey ve toplum üzerindeki etkileri düşünülerek hareket edilmeli.Bu konuda reklam verenlerinden, kanallara, yapımcılardan senaristlere kadar, sorumluluğun asıl sahipleri yaptıklarıyla ilgili adım atmalıdır.”

Hasta sistemlerin hasta toplumlar; hasta toplumların ise hasta bireyler yarattığına kani olduğumuz bir gerçeklik içerisinde, kitlesel araçların iyimser, olumlayarak dönüştüren ve ‘zehirsiz’ içerik üreten kullanımını talep ve temenni ediyorum.

Okuyucuya sevgi ile.