Kahveler eskiden kıraathane olarak adlandırılırdı. Okuma-evleri yani! Çoğunlukla ucuz, yazısı az fotoğrafı bol bir ya da iki gazete bulunurdu. Bir de ücretsiz dağıtılan, derin destekli-kaçınılmaz mevcutlu “gazete”ler! Okunmasalar bile gevrek-peynir-çay’a masa örtüsü, kırıntılarına da çöp torbası olurdular.

Okuma eyleminin körelmesi kıraathaneleri kahvehaneye dönüştürdü. Kahvehaneler, müdavimlerin tavla, taş ve iskambil oynadıkları, tütün yasağı öncesinde kesinlikle duman-altı oldukları, vakit öldürdükleri gürültülü mekanlar oldu. Büyük şehirlerde şehre yeni gelenlerin hemşeri arama ve hısım-akraba bulma adresleri, yersiz yurtsuzların soğuk geceleri sandalye üzerinde geçirdikleri sığınakları olma işlevi kazandılar.

Televizyon hayata başrol oyuncusu olarak girince, kahvehanelerin başköşesine de o yerleşti. Herkesin şahsa özel televizyonu olmayan çağda(!); dizi ve maç izlemek için kahvelere gidilirdi. Futbolun paralı kanallar inhisarına alınması ve dev ekranlar, futbol izlemenin yerel stadyumlarını kahveler dolayımında mahalleye taşıdı. Başka türlü bir sosyalleşme (!) yarattı.

Okumayan, sadece bakan bir toplumun inşa sürecine hizmet eden mebzul miktarda TV kanalına karşın yayınların tek tipleşmesi TV’lerin izlenirliğini ve güvenilirliğini önemli ölçüde azalttı. Propaganda gücünü epeyce zayıflattı. Artık bir yanda sanki kendi kendine konuşan, kimsenin bakmadığı, duymadığı hatta tozu alınmayan televizyonlar dönemi başlamış oldu.

Kahvehaneler, Kovid-19 küresel salgını öncesinde, yeni nesil kafelere ve nargile hanelere dönüşmüşken; gerçek okuryazarların-entellektüellerin dünyası da kendi kahvelerini-kıraathanelerini yeni ve modern formlarda yapılandırmaya başladı. Böylece kitapseverler için konfor ve hizmet sunumlarını çeşitlendiren, mekânlarını buna dönük düzenleyen kitapevleri/ kitap-kafeler hayatımıza girdi. Girdi ama salgına bağlı lock down-kapanma uygulaması bunları da “müşterilerini” de ‘soluksuz’ bıraktı.

İzmir’in Kitap Kafeleri

Alsancak’ta Yakın, Kabuk, Hayyam (içinde bar’ı da olan), Kıbrıs Şehitleri; Be/Water Dr. Mustafa Enver Caddesi, keyifli kitap satın alma, oturma ve okuma mekanlarıdır. Pan, Karşıyaka’da, tümü bu özelliklere sahip, benim sıklıkla ziyaret ettiğim kitap-kafelerdir.

Sahaf Z(eki) de eski ZMO Lokali karşısındaki küçücük mekânında bu profile yaklaşmaya çalışmaktadır. Buca’daki Okul Saati Kitapevini atlamayayım. İzmir’in başka yerlerinde ve başka kentlerde benzer yerler olduğuna kuşkum yok.

Bunlar gerçekten de yaşaması ve yaşatılması için çaba gereken çağdaş kıraathanelerdir. Türkiye’nin aydın varlığı bu birkaç vahayı yaşatacak güçtedir.

Biriktirmenin, tek başına okuma ve yazma biçimine, korona kapatması sürecinde – eşimin katkılarını göz ardı etmeden ve affına sığınarak- yeterince ‘maruz kaldım’!

Başka bir insan başka bir dünya demek. Tartışarak düşünce olgunlaştırma güvenli bir yoldur. Sanal ortamda bunların yerine koymaya çalıştığımız şeyler sağladıkları kimi avantajlara karşın yorucu ve tatminkâr da değiller. Diyeceğim o ki, insanlı ortamları, okur-kitap kafelerini ve kitaba dokunarak seçmeyi özledim.

Kırk-iki haftalık köşe yazısı yazma çabama ‘İncipit’, ilk söz kavramı ile başlamıştım. Sevgili İz Gazete ortamına ve Ümit Kartal’a verdiğim söz üç aylık bir denemeydi. Dokuz ay geçti. Bu süre içinde yeni ‘doğumlar’ için biriktirme ihtiyacımı kışkırtan dünya kadar gelişme yaşandı.

Ne kadar olacağını bilemediğim bir süre köşe yazısı yazmak yerine, o mekânlarda tazelenmeye çalışacağım.

Hoşça kalın.