Ekonomik krizin buhrana dönüştüğü son dönemde ülkenin en büyük ikinci sorunu haline gelen sığınmacı, göçmen, mülteci tartışmaları halkı ciddi şekilde tedirgin etmeye başladı. Türkiye'nin coğrafi konumuna baktığımızda, siyasi ve sosyo-ekonomik açıdan gelişmemiş devletlerle zengin batı ülkeleri arasında bir köprü konumunda olması itibariyle düzensiz göçmenler tarafından transit güzergâh olarak kullanılmakta. Ayrıca, ülkenin bölgesel güç olması üçüncü ülke vatandaşlarının Türkiye’yi transit ülke konumundan çıkarıp hedef ülke konumuna taşıdı.

Yine dinsel inanç farklılıkları, silahlı çatışmalar, doğal afetler, siyasal ve ekonomik sebepler nedeniyle kişilerin doğup büyüdüğü toprakları terk etmek zorunda kalması insanlık tarihi kadar çok eski ve acı verici bir süreç.

Geçtiğimiz son yüzyılda dünya genelinde artan çatışma ortamı, etnik ve inanç temelli şiddet olayları, insan hakları ihlalleri ve ekonomik krizler göç eden ve iltica arayan insan sayısının artmasına neden olmakta. Günümüzde ulaşım imkânlarında yaşanan kolaylıklar, iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeler ve beraberinde yaşanan küreselleşme, göç hareketinin çok kısa süreçte, kitlesel insan hareketi olarak gerçekleşmesine ve uluslararası bir boyut kazanmasına neden oluyor.

Dünyada yaşanan gelişmeler sebebiyle uluslararası koruma arayan ve göç etmek zorunda kalan insan sayısının artması Türkiye’yi olumsuz olarak etkiliyor. Bu durum ise iç politik alanda toplumu geren önemli sorun haline geldiği. Örnek verecek olursak, en son Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasındaki çatışmacı dil mülteciler üzerinden toplumu gerdikçe geriyor. Sanki bunu birileri bilinçli bir şekilde tahrik ediyor v erken seçim tartışmalarının yapıldığı bu sürece rast gelmesi daha da dikkat çekiyor.

ABD, İsrail, İngiltere başta olmak üzere emperyalist ülkeler tarafından Türkiye, içinde bulunduğu çatışma ve siyasal istikrarsızlıkların yaşandığı bölgeler ile refah seviyesi ve insan hakları standartlarının yüksek olduğu batılı ülkeler arasında uluslararası göç hareketliliği açısından önemli bir geçiş güzergâhı haline getirildi. Bunun en güncel örneği ise ABD'nin Ukrayna'yı Suriye'de olduğu gibi kışkırtması ve Rusya'yla istikrarsızlık ve çatışma ortamları yaratarak, kendilerine yakın iktidarlarla o ülkeleri yönetme iştahından başka bir şey değil. Doğup büyüdüğü toprakları terk etmek zorunda kalarak Türkiye ve sınır komşusu ülkelere sığınan, hala tam sayılarının bilinmeyen milyonlarca mülteci, göçmen Suriye, Afganistan, Irak, en son Ukrayna vatandaşı bu oyunda en çok mağduriyet yaşayan, acı çeken, kullanılan insanların başında geliyor. Türkiye için Suriyelilerin barınma, beslenme, sağlık ve eğitim ihtiyaçlarını karşılamanın ekonomik ağırlığı her geçen gün artıyor. Hedef ülke konumunda bulunan gelişmiş ülkeler, özellikle Avrupa Birliği ülkeleri, mülteci ve sığınmacıların sınırları dışında kalan ülkelerde barınma çabası toplumsal sorunları da yanında getiriyor. Eskiden beri göç yolları üzerinde olan Türkiye, AB tarafından tampon bölge olarak görülmekte. Avrupa Birliği, mülteciler arasında Avrupalı olan ve olmayan ayrımını etkin şekilde uyguluyor ve sadece Avrupa Birliği üyesi ülke vatandaşlarına mülteci statüsü veriyor. Avrupa dışından gelenlere mülteci olarak kabul etmiyor. Coğrafi kısıtlama uygulamasıyla Avrupa dışından gelip sığınma isteğinde bulunanlara mülteci statüsü verilmiyor. Bu durum ise Türkiye’nin Avrupa Birliği nezdinde güvenli üçüncü ülke olmasını engelliyor ve bir tampon ülke olarak kullanılmasına neden oluyor. Tabi burada AKP iktidarı yanlış dış politik anlayışı ve üç beş milyon Euro için mülteci sorununu pazarlık konusu yapıyor ve AB'nin ayrımcı politikalarına alet oluyor. Öte yandan konunun başka bir boyutunu da görmek lazım. İnsan haklar çığırtkanlığı yapan gelişmiş ülkeler yıllardır ülkeleri tarafından sahip çıkılmayan sığınmacı, göçmen ve mültecilerin Ortadoğu ülkelerinde köle olarak çalıştırılmalarını görmezden geliyor. İki gün önce Soylu'nun, " mültecilerin gitmesine en çok iş adamları üzülecek" dediği gibi. Türkiye'de de güvencesiz ve ucuz iş gücü olarak kullanılıyor. Ortadoğu ülkelerinde otoriter hükümetler, iç baskı minimum olduğu için bu uygulamayı yıllardır sürdürüyor.  Bu yöntemi en yaygın biçimde kullanan ülkeler. Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri, Birleşik Arap Emirlikleri işgücünün yüzde 95'inin, Bangladeş, Etiyopya, Hindistan, Endonezya, Nepal, Filipinler ve Sri Lanka gibi düşük gelirli ülkelerden gelerek gayri insani şartlarda çalıştırılan ve hiçbir hak iddia edemeyecek durumda olan göçmen işçiler oluşturuyor. İşverenleri değiştirmeyi veya ülkeden ayrılmayı deneyen işçiler ise kaçma, yiyecek yoksunluğu, dayak veya diğer cezalar gibi sonuçlarla karşı karşıya kalıyorlar...Sorun dünyada eşit paylaşıma karşı olan emperyalist, neoliberal politikalar sorunu olduğunu bir kez daha vurgulamak gerekiyor ve ABD'nin neredeyse hiçbir mülteciyi kabul etmediğine de dikkat çekmek istiyorum.

Öte yandan ülke gerçekleri içinde yer alan sığınmacı, mülteci sorunu partilerin seçim beyannamelerinde de yerini aldı. Secimler yaklaşırken konuyla ilgili

CHP seçim beyannamesinde Suriyeli göçmenler sorunu, dış politika bölümünde ele alınmış. CHP Suriyeli göçmenler sorununu yalnızca insani bir dram olarak görmemekte; bunun yanı sıra ülkemize ciddi bir ekonomik maliyet yüklediğini de belirterek “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi dâhilinde bir çözümle Suriyeli göçmenlerin ülkelerine gönderilmesi gerektiğini savunuyor.

HDP’ye göre geçici koruma rejiminin uluslararası normlara uygun şekilde düzenlenmesi ve sığınmacılarla ilişkileri hak konsepti üzerinden kurulmasını istiyor. Beyannamelerinde Suriyeli göçmenlerin ülkelerine gönderilmesine dair bir vurgu yok.

MHP’ye göre ise Suriyeli göçmenler sorunu esas itibari ile güvenlik sorunu olmasının yanı sıra yüksek bir ekonomik maliyet de içermektedir. MHP’ye göre hem sığınmacıların yaşadığı sıkıntıların azaltılması hem de toplumsal tahribata yol açan bu yapının süratle onarılmasına dönük politikalar uygulamaya konulması isteniyor. HDP, Suriyeli sığınmacıların “misafir” olmadıklarını belirtiyor.

İYİ Parti ise seçim beyannamesinde, göç sorununa ilişkin uluslararası iş birliği ve ortak mücadele kapsamında kaynak ülkelerde güvenlikli alanların oluşumunu sağlayacağını, bu ülkelerden göçü ve mülteci akınını önlemeye yönelik politikalar geliştireceğini, geri kabul anlaşmalarına üçüncü ülkeleri de katarak göçe neden olan veya kolaylaştıran ülkelerin maliyete katlanmalarını sağlayacağı üzerinden bakıyor ve Suriyelileri bir yıl içinde güvenli bir şekilde, sulh ortamının da sağlanarak ülkelerine gönderecekleri sözünü veriyor.

Erdoğan yakın zamana kadar ‘ensar’ benzetmesiyle sığınmacılara kucaklarını açtığını söylese de artık mültecileri ‘geri göndereceğiz’ demeye başladı. Suriyeli göçmenlerin hukuki statülerinin değişmesi noktasında tek farklı görüşe sahip olan siyasi parti HDP. Diğer siyasi partiler Suriye’de barış ortamının tesis edilmesinin hemen ardından Suriyeli sığınmacıları ülkelerine geri göndermeyi istiyor. Çözüm olarak özetle göçmenler üzerinden olası tüm pazarlıklara karşı çıkmak gerekiyor. Mevcut Birleşmiş Milletler hukuku kapsamındaki göç anlaşmasından öte uluslararası arenada yeni bir göç anlaşmasına ve politikasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Böylesine zorlu bir dönemeçte; ihtiyacımız, insan hayatı üzerinden siyasi pazarlıkların yerine insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü değerlerine dayanan ortak bir çözümü ortaya koyacak uluslararası dayanışma ve işbirliği öncelikli bir adım olacaktır. Kimse çocuğunun mülteci olmasını istemez çünkü bu korkunç bir deneyim olur.