Gerek merkezi gerekse yerel siyasal iktidarların umurlarında değil ekolojik ve çevresel yıkımlar, sorunlar.

Ülke ayakta, yerel direnişler birbirinin ardından patlıyor. Madencilik, enerji yatırımları, sulara el konulması, tarım topraklarının yok edilmeleri, vb. ekolojik yıkım nedenlerine tepkiler çığ gibi büyüyor. Örgütlenmiş direnişlerin hukuksal mücadelelerini ve bu yolla elde edilmiş kazanımlarını dikkate alan yok. AİHM Kararları dahil mahkemelerde kazanılmış davaların sonuçlarına uyan yok. Tam bir keyfilik ve yağma, talan düzeni hâkim ülkemizde.

İlk kez Bergama Ovacık altın madeni için kazanılan davada karşılaştık bu durumla. Zamanın Başbakanı Bülent Ecevit, Danıştay 6. Dairesinin “...siyanür liçi yöntemiyle altın madenciliği yapılmasının ekolojik yıkıma neden olacağı ve kamu çıkarı bulunmadığı...” gerekçesinin arkasından dolanarak bu talan ve yağma düzeninin temellerini attı.

Ülkemize yüklenen politik rol, ülkenin sömürgeleştirilmesi ve emeğin köleleştirilmesi uygulamalarıydı. Her hükümet bu politikaların uygulayıcısı olarak görev üstlendi. Hükümetlerin ve kişilerin önemleri yoktu. Önemli olan uluslararası sermayenin ve yerli işbirlikçilerinin çıkarlarının korunması ile ekonomik büyümelerinin sağlanmasıydı.

Bu politikalar uygulanırken iç çatışmalar kışkırtıldı. İnsan hakları tam anlamıyla göz ardı edildi. Çelişkiler sertleştirildi. Toplumsal bütünlük paramparça edildi. En küçük birimlere, parçalara kadar bölünmüşlük, ayrılmışlık, yabancılaşmışlık kök saldı toplumumuzda. İstedikleri buydu ve gerilimi artırdıkça artırdılar. Ancak böylece parçaladıkları toplumu kolayca yönetebilirler ve soyup soğana çevirebilirlerdi.

Ülke tüm doğal varlıklarıyla, yaşamsal unsurlarıyla yıkıma uğratılırken sermaye de alabildiğine büyüyordu. Halk ise gerçekten korkunç bir yokluğa, yoksulluğa mahkûm ediliyordu.

Birleşmiş Milletlerin raporlarında yaşadıklarımız hakkında bilgiler var. Ne kadar sömürge tipi madencilik o kadar yoksulluk. Ne kadar sömürge tipi madencilik o kadar iç savaş...

Yerel yönetimlerin de merkezi iktidardan farkları yok. Bunu en iyi İzmirlilerin bilmesi gerekir. İşte Efemçukuru altın madeni nedeniyle yaşananlar. Ahlâksız teklif, İzmir’in içme suyu havzasında ağır metal kirliliği ve yaptırılmayan Çamlı Barajı! Zamanın İBB Başkanı’nın namusu ve şerefi üzerine verdiği sözler...

Şimdi Çeşme Yarımadası yağması ve talanında aynı politikalar uygulanıyor. Gerek Çeşme gerekse İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden olumlu bir karşı duruş yok. İki belediye başkanı da turizmcidirler. Bu yapılanın turizm değil ekolojik yıkım, hazine arazilerinin çok çok ucuza peşkeş çekilmesi demek olduğunu biliyorlardır.

Suyu olmayan Çeşme’de yirmi tane golf sahası yapmak da ne demek? Her bir golf sahası orta büyüklükte bir ilçe kadar su tüketir ve kirletir. Bunun için denizden tatlı su etmesi ve de bunun için de elektrik enerjisi üretimi...

İz Gazete yazarlarından sayın Ahmet Güler’ in yazısını okurken içim sızladı. Bunlara oy verdik, güvendik, umut ettik.

Oysa ülkemiz de kentimiz de peşkeş çekiliyor, yağmalanıyor.

Yazıklar olsun bize! Kimleri seçmişiz?