Konak Kent Konseyi’nin 18. Olağan Genel Kurulu’nda Prof. Dr. Nilgün Toker Hocamızla ‘Kent ve Demokrasi’ konusunda bir söyleşi gerçekleşti. Nilgün Hoca, “Demokrasiden ancak kentte söz edebiliriz, ailede ve köyde demokrasi olmaz; aile bağları doğal hiyerarşi yaratır, köyde feodal düzen nedeniyle demokrasiden söz etmek mümkün değildir.” dedi.

İzmir’de sivil toplum örgütlerinin kente dair sorunları tartışmak ve öneriler geliştirmek için bir araya geldiği kent konseylerinin bir görevi de etkin katılımın kentte yaygınlaşmasına ön ayak olmaktır. Daha katılımcı bir yönetim anlayışının gelişmesi için kent konseylerinden bakış açılarını geniş tutması ve sokağa, mahalleye dair stretejiler geliştirmesi beklenmektedir.

Kent, demokrasiden söz edebildiğimiz ve kentlilik bilincinin gelişmesiyle belki de demokrasiden söz etmeye başlayabileceğimiz bir yaşam alanı. Bu yaşam yalanını, hak temelli bir yaklaşımı, belki de çoğulculuğu hiç hesaba katmadan, uzlaşıyla, bilgiyle ve daha iyisini bulmaya çalışarak geliştirebiliriz.

Eski Yunan’da demokrasinin gelişimi, kentlerin oluşmasıyla eş zamanlıdır. Kent yaşamında demokrasiden söz etmek ve karar alma süreçlerinin ‘demokratikleşme’sinde etkisi değerlidir.

Şimdi, Cerattepe’de bir direniş bize çığlık atıyor! Kentin yağmalanmasına karşı örgütlenen halk mücadele veriyor. Hepimizin bir kulağı Artvin’de tüm gelişmeleri izliyoruz. Kentte yaşanan sorunların böylesi bir noktaya ulaşmadan çözümcül ve beklentilere yönelik bir yönetim anlayışı katılımcılığı etkin kılmayı gerektirir.

Öylesine bir katılımcı yaklaşım ya da söylem fayda etmez.

Bir gün muhtarlarla toplantı, bir gün ‘halk günü’ düzenlemek ‘katılımcılık’ ya da ‘etkin katılım’ demek değildir malesef. Sadece ‘katılım’dır. Belki bu yöntem de yardımcı olur karar vericilere ama sürdürülebilir bir örgütlenme böyle gelişmez.

Kentli olmaktan söz etmek demokrasiyle eş değerse örgütlü bir toplumun oluşması için koşulları zorlamalı.

Örgütlenmeyi de önce istememiz ya da örgütlenmenin de bir gereksinim olduğunu hissetmek gerek. Bugün Artvin’de hissettiğimiz gibi ya da Haziran’da Gezi’de hissettiğimiz gibi.

Ah bir örgütlenebilsek…

Kentte örgütlenme modellerini geliştirmek için pek çok araç bulunabilir. Kanunda yer alan dernek, vakıf kuruluşları ya da meslek odaları örgütlülükleri hep baskı grupları olarak kentin demokratikleşme sürecini kolaylaştırır.

Bugünlerde, ülkede tek karar verici bireyin hakim zihninin getirdiği baskılara, zulme ve tabanın sesini hiçe sayan kararlara direnmek için kentin ihtiyaçları üzerinden ve yaşadığımız yer üzerinden gönüllü katılımı desteklemeye kafa yormak çözüm olabilir. Burada formül bulmak gibi bir dertten öte kentli olmaya yaklaştıran etkin katılım örneklerini incelemek iyi olur.

Bursa Nilüfer Belediyesi’nin Nilüfer Kent Konseyi işbirliğiyle başlayan “mahalle komiteleri” hareketi dalga dalga yayılıyor. Eskişehir Odunpazarı Belediyesi’nin ‘aktif katılımı’ öne alan yaklaşımla ‘kent konseyi’ örgütlenmesini ilk icraat olarak gerçekleştiren ve mahalle meclislerinin kurulmasını kolaylaştırması önemli örneklerden. Kartal Kent Konseyi, Birleşmiş Milletler’de deneyimli uzmanlardan destek alarak yöntem bulmaya çabalıyor.

Katılım süreçlerinin gelişmesinde, yerele özgü o doğru yöntemi bulabilmek en büyük mesele. Herkes o formülün peşinde… Toplantılar ve konuşmalar o konu üzerine yoğunlaşıyor.

Kent konseyleri belki mahalle meclisleri ya da komiteleri kurmak yerine kurulmasını kolaylaştıran ve herkesin gönüllü katılımına açık yapıların oluşumuna sadece kenardan destek verirse hem yöntem bulma sorunsalı hem de uygulama örnekleri kendiliğinden ‘olagelerek’ yaşama geçecektir