İklim krizi, sermaye birikiminin devamlılığı için doğa talanı ve yer kürenin doğal işleyişi gibi pek çok sebepten dolayı her yıl daha fazla felaket yaşıyoruz ve daha fazla kaybımız oluyor. Normal şartlarda her türlü felaketin önlenmesi, felaket öncesi-sırası-sonrasının planlanarak süreçlerin yönetilmesi ve kayıpların mümkün olduğu kadar asgari tutularak toplum ve doğanın hasarının karşılanması/tadil edilmesi gibi görevler devletin sorumluluğundadır. Devlet, topluma ve egemenliği altındaki coğrafyaya karşı sorumludur. Zaten güç ve otorite tekeli olmasının sebebi de budur.

Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nde bu tekeli eline geçirmiş olan siyasal İslamcı–neoliberal iktidar, devletli iktidara ulaşmasına rağmen, bu sorumluluğunu yerine getirmektense, bir çıkar grubunun bekasını gözetmektedir ve artık deyim yerindeyse bir kleptokrasi haline gelmiştir.

Yani kısacası, toplum ve doğa artan felaketlere karşı yalnızdır, devletsizdir. Yaşadığımız son yangınlar felaketinden de açıkça görebildiğimiz üzere, tüm yetersizliklerine rağmen geçmişte felaketlere müdahale iradesi ve kapasitesi olan devlet, artık çökmüştür.

Newslab Türkiye sitesinde Defne Sarıöz imzasıyla yayımlanan başarılı bir haber dosyası, geçmişte yaşanan felaketlere karşı basının tavrını incelerken bugün ana akım basının nasıl tam da bu kleptokrasiye hizmet ettiğini gözler önüne seriyor. Ve bugünün manşetlerinde aradığımız durumu geçmişten günümüze taşıyor.

17 Ağustos 1999 Gölcük depreminin ardından Milliyet ve Yeni Şafak gazetelerinin manşetlerini aktarmak sanırım yeterli olacaktır. Milliyet “Halk Sahipsiz” derken Yeni Şafak “Devletin Çöküşü” diyor…

Peki, şimdi halk sahipsiz değil mi? Devletin çöküşünü yaşamıyor muyuz?

Şimdi bir de Independent Türkçe’den Gonca Tokyol’un yangın bölgelerinden aktardıklarına bakalım…

‘Basın ve gazetecilik nasıl olur’un başarılı bir örneğini topluma sunan Gonca Tokyol, yangın bölgelerinde devletin yokluğunda mücadele eden gönüllülerin ve kamu görevlilerinin düşüncelerini şöyle aktarıyor; “Bizi organize edecek tek yetkili yoktu, eğer olsaydı çok daha hızlı hareket ederdik, çok daha fazla yeri kurtarırdık” ve “Keşke müdahalede eksik kalan devlet en azından yardımları yönetebilseydi!”

Aylardır merkezi devlet iktidarını ele geçiren ve kleptokrasiye dönüşen bir dar çıkar çevresinin yarattığı boşluğa rağmen toplumsal muhalefetin yerel iktidarlarının kentlerde yaratabileceği toplumsal fayda olanaklarını tartışıyoruz. Geçtiğimiz yazılarda “Kentleri felaketlerden kim koruyacak” diye  sormuştuk ve artık yaşadığımız yangın felaketlerinin ve ortaya çıkan boşluğun üzerine bir adım öteye gidiyoruz. Çünkü doğamızı, kentlerimizi ve toplumumuzu seviyoruz, susamıyoruz…

Madem ki Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm yasama ve yürütme erkini kendine bağlayan Ak Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Yangınlarda asıl sorumlu belediyelerdir” diyor, o zaman biz de yüzümüzü devletli iktidardan toplumsal muhalefetin kentlerdeki yerel iktidarlarına döneriz.

Artarak devam edeceği bilinen felaketlere karşı kentlerdeki yerel iktidarların, tüm kamu olanaklarıyla örgütlü bir toplumu yaratmak üzere bir itidalli seferberlik durumuna geçmesi çağrısında bulunuyoruz.

Felaketlerden korunmak için seferberlik!

Doğayı korumak için seferberlik!

Canlarımızı korumak için seferberlik!

Yaşam için seferberlik!