Kültür denince okumuşluk ön plana çıkıyor, ancak durum öyle değil. Kuşkusuz eğitimli olmanın bunda katkısı var fakat her eğitimli de kültürlü sayılmaz. Dilimizde Fuzuli’den gelen şu dizeler neredeyse deyişimiz haline geldi:
''Mey biter saki kalır, her renk solar haki kalır; Diploma insanın cehlini alsa da, hamurunda varsa eşeklik, baki kalır.

Diploma bir yana okumak, kitap okumak, felsefe, tarih, arkeoloji kitaplarını, tarihteki ünlü yazarların eserlerini okumak, onları özümsemeye çalışmak insana ayrı değer katar. Bir de büyüklerimizden gördüklerimiz, duyduklarımız, dinlediklerimiz, izlediklerimiz… Buna da “halk kültürü” diyebilir miyiz?

Bu gözle baktığımız zaman bir toprak parçasında yüzyıllar içinde yaşananlar, savaşlar, barışlar, etkileşimler insana nasıl bir biçim veriyor, dünya bakışı kazandırıyor.

Fazla derine gitmeden büyük kentlerin karmaşık yapısı içinde ortalama bir kültür değeri ne kadar ölçülebilir?

Biraz teknik tanım açısından bakarsak; kültür bir toplumun duyuş ve düşünüş birliğini oluşturan, gelenek durumundaki her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının tümüdür.

Toplumbilimi açısından da bir tanım var; kültür, tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların topudur.

Kısaca kişi - toplum ilişkisine zaman boyutunu da ekleyince  toplumların ilişkisi bireyde kendini bulurken toplumda da bir yansıma buluyor.

Büyükşehir ve ilçe belediye başkanları bir yandan yıllar içinde oluşan toplumsal yapıyı anlamaya çalışırken, aynı zamanda göçlerle farklılaşma yaratabilecek bir ortamı da algılayıp kentlerini gelecek için planlamak ve bunu da kent sakinlerine anlatıp desteklerini almak durumundalar.

Bu o kadar kolay gözükmese de, farklı kültürlerin kaynaşmadığı, mahalle, semt, köy ve kasabaların birbiri ile küs olduğu, kız alıp vermenin toplumsal olarak yasaklandığı dönemlerin geride kaldığının bilincinde olmak gerektir. İyi bir analizcinin kaynaşma noktalarını ön plana çıkarırken unutmaması gereken bir nokta var; o da “düşmanın” uyumadığı gerçeği.

Temel sorunlardan ikisini sayarsak; birincisi kültür emperyalizmi diğeri ise kültürel yozlaşmadır.

Kültür emperyalizmi bir kola içeceği ile girdiği ülkemizde Hollywood filmlerinin de desteğiyle, birçok dünya markasıyla giyiminden kuşamına, yürüyüşünden konuşmasına özellikle çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinde etkin.

Yardımlaşma, dayanışma ve birliğin yerini kişisel çıkarların aldığı bir ortamda toplumsal ilerlemenin sağlanması kent yöneticilerimizin olmazsa olmaz arayışları içinde olmalıdır. Üstüne üstlük kısa zamanda para veya ün sahibi olanların ailesinden, iş veya arkadaş çevresinden yeterli etkileşim almadığı zaman medyaca pohpohlanan davranışları da yozlaşmanın kötü örnekleri arasındadır.

İzmir’i diğer kentlerden ayıran en önemli özellik insanların birbiri ile selamlaşması, Ege sıcaklığı ile konuşmaları, birbirine değer vermeleridir. Dışarıdan kısa zaman için gelenlerin bir kısmı kendi alışkanlıklarına göre davrandıkları için hemen göze batıyorlar. Bunu olağan kabul etmek ve ona göre birleştirici bir tavır oluşturmak gerekir. Ekrem İmamoğlu’nun iki seçim arasındaki atılımında bu özelliğin farkına varılmasının rolü büyüktür.

Bülent Ecevit’in siyasal yaşamındaki davranışı insanlara nasıl kibarlık aşıladıysa, kendisinden başka herkesle kavga eden, kimseyi adam yerinde koymayan birisinin taraftarları da ona göre etkilenecektir.