Galiplerin hikayelerini, hikayemizi biliriz ama mağlupların hikayelerini ve nedenlerini pek bilmeyiz biz buralarda. Oysa öyküler iki taraflı yazılmalıdır. Ben size kısaca bir hayalin peşinden giden 1910-1922 arasındaki Yunanistan’ın hikayesini anlatmak isterim. Belki mağlupların hikayesi, kendi bildiklerimizden daha fazla aydınlatır yolumuzu.

Olayları 1897’ye kadar Osmanlı - Yunan savaşına kadar götürebiliriz. Girit için boyundan büyük bir savaşa girişir Yunanistan. Osmanlı yaklaşık bir ay süren savaşta galip gelir. Savaş 1910’a kadar Yunan iç politikasını çalkantıya sürükler. Bu sırada askerler “siyaseti temizlemek” adına bir darbe yaparlar ve 1897’nin müsebbibi olanlardan Venizelos’u Atina’ya getirtirler. Venizelos bu sefer vazgeçmeyecek, megali-idea fikrini sonuna kadar götürecektir. Megali-idea, irredentilizm de denen, bazı bölgelerde tarihsel nedenleri öne sürerek ve baktığın yerden son derece haklı olarak gencecik çocukların ölümünü göze alacak derecede hayalperest olma işlerinin Yunan versiyonudur.

15 Mayıs 1919’a kadar Venizelos’un Osmanlı’ya karşı bu fikirleri işletilir. Yunanistan’ın tarihsel manada kendisinin gördüğü, Rum nüfusun yoğunlukta olduğu yerlerde gözünü diker. Kendisine paktlar kurar, müttefikler edinir. Hatta kendi emellerine ulaşmak için Rus Devriminde çar yanlılarını desteklemeye kadar gider bu iş. Osmanlı da, dönemin yöneticileri de işlerini kolaylaştırır, kendi öz vatandaşlarını sırf onlarla fikirdaş değil diye, onlara itaat etmiyorlar diye üzer. Amele taburlarında, sosyal haklarda zulmeder. Osmanlının yüzyıllardan beri burada yaşayan Rum vatandaşları bu zalimliklerden bezip bir kurtarıcı aramaya başlarlar. Venizelos, savaştan sonra İzmir konusunda İtalyanlar ile bir mücadeleye girerek Paris Barış Konferansı’nda İtalyanları bertaraf eder ve İzmir “Zaten Büyük Yunanistan’ın olanı, tekrar Yunanistana katıyoruz” diyerek ilhak edilir.

Bu aralıktaki hikayeyi Mustafa Kemal gençleri olarak aklımıza kazınmış durumda bulunuyoruz. Venizelos’un bu “Anadolu Teşebbüsünün” nasıl Yunanistan’ın askeri ve idari potansiyellerinin ötesinde olduğunu dahası Kemal’in askerlerinin nasıl inanmış olduklarını hepimiz biliyoruz. Ama tüm hayallerinin tükendiği 30 Ağustos’ta neler konuştukları pek bilinmez. Mesela, kral yanlısı Proini Gazetesi 20 ağustos günü “Anadoluda her şeyin yolunda olduğu, Yunan ordularının zafere çok yaklaştığı ve Yunan toplumu için olağanüstü günlerin çok yakında olduğundan” söz eder. Gazeteye göre Kral Konsantin sadece Batı Anadolu’yu değil, İstanbul’u da alacaktır.

30 Ağustos’ta alınan kesin yenilgiden sonra gazeteler böyle fantastik düşünceler ortaya koymaz ama yenilgi konusunda da mümkün olduğunca az bilgi vermeye çalışırlar. Afyon ovasında “küçük bir kazaya (atihima)” uğradıklarını ama her şeyin kontrol altında olduğunu öne sürerler. Skrip Gazetesi “Yunan ordusu, Türk ordusundan küçük bir mağlubiyet almış ve şimdilik Eskişehir’e çekilmiştir” diye yazar. “Bu hain ve alçak saldırı neticesinde Yunan ordusu dağılmamış, diğer bölgelerde paniğe gerek olmadığı” gazete tarafından belirtilmiştir. Makedonia Gazetesi ise bu küçük kazanın temel nedeninin savaşın ormanlık bir alanda olması ve Türk askerlerinin mesnetsiz saldırısıdır. Ethnos Gazetesi ise Batı Anadoluda bazı kriminal hatalar yaptığını kabul eder fakat bazı yazarların ve halktan kişilerin bunu “abartılı” bir şekilde tartışmasının doğru olmadığını öne sürer. Ethnos’a göre bu insanlar sürekli olarak ordunun başarısızlığına ilişkin hükümeti yargılayan bir tutum içerisindelerdir. Oysa şimdi yapılması gereken kimin suçlu olduğuna yönelik bir arayış değildir. Düşünülmesi gereken efsanevi Yunan ordusunun Türk ordusunu geri püskürteceğine inanmaktır.

Yunan basınının böyle yazmasının iki nedeni vardır. Birincisi, hükümetin senelerdir süren sansür politikası. Diğeri de aynı hükümetin ardı ardına gelen başarısızlıklar ile kamuoyunda oluşacak bir panik atmosferine engel olmaktır.

Başaramazlar, yenilirler. Tarih en nihayetinde kimin haklı, kimin haksız olduğunu, kimin hayaller peşinde koştuğunu yazar. Barışı bir kenara koyup, tarihsel haklılıkları kovalayanların sonu çoğunlukla felakete dönüşür. Unutulup gider sözleri ve ancak meraklıların açıp baktıkları şeylere dönüşürler. Bir hayal uğruna ait olmadıkları toprakları arzulayanların çöplüğüne giderler. Hallerini bilip ders almak geleceğimizi aydınlatacak bir yol olacaktır.