“Bülent Bey Merhabalar. Demirköprü’de Karşıyaka Belediyesi’nin bir kütüphane açılışı var. Onun için aradım. Gelmek ister misiniz?” Açılış saat 15.00’deydi. Saatime baktım. 14.10. Arayan Anadolu’da yıllarca kaymakamlık ve Vali yardımcılığı yapmış olan ve emekliliğinde İzmir’e yerleşmiş olan Mülkiye’den çok saygı değer abim Ardahan Totuk’tu. Çağrıya olumlu yanıt verdikten hemen sonra toparlandım. Bir taksiye atlayarak açılışın yapılacağı yere ulaştım.

İyi ki de çağırmış Ardahan Bey. Hayatımdaki en anlamlı törenlerden birine katılmış oldum. Benim için asla unutamayacağım bir hatıra oldu. Başkan Cemil Tugay’la selamlaşıp, bize gösterilen yere oturduktan sonra Ardahan Bey “Bülent Bey, bakın. Veli Lök burada. Bizim kasabadandır. Bayındır’lıdır kendisi” dedi. “Bayındırlar için ne büyük bir onur” diye yanıtladım. Ben de Prof. Dr. Veli Lök’ün bulunduğu bir toplantıda bulunmaktan onur ve sevinç duyuyordum o anda. Sonra etrafı incelemeye başladım. Kütüphaneye ne ad verildiğine baktım: Demirköprü Veli Lök ve Rasime Şeyhoğlu Kütüphanesi.

Dünya Barış gününde Karşıyaka’nın olağan sokaklarından birindesiniz. Veli Lök ile birlikte kamusal görevleri bulunan kişiler kaldırıma konulmuş sandalyelerde Kütüphane açılış töreninin başlamasını bekliyorlar. Sokaktan insanlar gelip geçiyor, kalabalığa merakla bakıyorlar. Şirin Karşıyaka Belediye Bandosu törendeki sırasının gelmesini bekliyor. Bir an kendimi Dondurmam Gaymak filminin setindeymiş gibi tatlı, hoş bir ortamda hissettim.

Hayatlarını insanlığın iyiliğine adayan iki aydın

Tören Rasime Şeyhoğlu’nun torunu Deniz Şeyhoğlu hanımefendinin konuşması ile başladı. Rasime Şeyhoğlu hayatını özellikle Ege bölgesinde kütüphanelerin yaygınlaşmasına adamış bir aydın. Kendisi “Kütüphaneler İmparatoriçesi” olarak tanınıyor. Annesinin izinden giderek onun çalışmalarını daha da ileri taşıyan Recai Şeyhoğlu ise “Kütüphaneler İmparatoru” olarak biliniyor. Torun Deniz Şeyhoğlu’nun büyük bir gururla yaptığı konuşması Şeyhoğlu ailesinin kütüphaneler aracılığı ile aydınlanma meşalesini kuşaktan kuşağa aktarma konusundaki kararlığını ve imparatorluğun daha da genişleyeceğinin işaretlerini açık bir şekilde ortaya koyuyordu:

Kitaplarla, kültürel ve bilimsel birikimle barışık olan toplumların diğerlerine göre çok daha insanca yaşadığına tanık oluyoruz. Babaannem ve babamın çabası da bu doğrultuda oldu hep. Herkes kitap okusun diye 19 yıldır köylerde, beldelerde kütüphaneler açıyoruz. Daha sonra bu imeceyi mahalle ve semt boyutuna taşımaya özen gösterdik. Gücümüz yettikçe de bu yolda yürümeye çalışacağız. 50’nci adımdayız. Şimdiye kadar attığımız adımlarda birçok kişi ve kurumun desteğini aldık. Bu kurumların biri de Karşıyaka Belediyemiz. Başta Cemil Tugay olmak üzere tüm emek verenlere teşekkür ediyoruz. Belediyemizin her semtte kütüphane açma niyetini ve çabasını gördükçe biz de elimizden geleni yapacak ve başkanımıza destek olmayı sürdüreceğiz.

Prof. Dr. Veli Lök 1980’lerin ortalarından bu yana tanıdığım ve çok saygı duyduğum bir isim. Ben üniversite lisans eğitimimi 1979-1983 yılları arasında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde (Mülkiye) yaptım. Okula başladığımız 1979 Ekim ayı ile 1980 Eylül ayı arasındaki dönem oldukça çalkantılıydı. Mülkiye ise bu çalkantılı dönemde önemli bir odak noktasıydı. 12 Eylül askeri darbesinden sonra ise darbenin etkilerinin belki de en çok hissedilebileceği ama aynı zamanda isabetle takip edilebileceği kurumlardan biriydi. Çünkü hem okulun üzerinde yoğunlaşan olağanüstü baskı hissedilebiliyor, hem de darbenin etkilerinin okulda hocalık yapan, Türkiye’nin çok önemli sosyal ve siyaset bilimcilerinin sunumları aracılığı ile izlenebilmesi mümkün olabiliyordu. Darbe her ne kadar bazı çevrelerin deyimiyle “kadife postallarla” gelmiş olsa da sonrasında gittikçe artan baskı ile birlikte ortaya çok ciddi bir sorun çıkardı: İşkence. Bu sorun gittikçe ağırlaştı, İnsanlar yakınlarının uğradığı vahşet karşısında bile seslerini çıkaramayacak kadar korkutuldular. O yıllarda öğrencisi olduğum, bu konu ile ilgili bilgisine başvurduğum rahmetli Prof. Dr. Mümtaz Soysal da bana işkencenin sorgulamanın yanı sıra toplumda duyulması sağlanarak korku yaratmak amacıyla da yapıldığını düşündüğünü söylemişti.  

Bazı insanlar ise çok özeldirler. Hem çok doğru değerlere sahiptirler hem de bu değerleri korurken hiçbir şeyden korkmazlar. Ya da korksalar bile bu duygularını göz ardı ederler. Prof. Dr. Veli Lök böyle bir kişiliğe sahip. 1977 yılında bir akrabasının işkence görmesinden çok etkilenerek başlattığı çalışmalar sonucunda işkencenin tespiti alanında dünyada öncü bir isim haline gelmiş, Türkiye’de de işkence ile mücadelenin kilit aktörlerinden olmuştur. O nedenle çalışmalarını tanıdığım, hatta birkaç ay önce bile bir doktor arkadaşımızla aramızda geçen bir telefon görüşmesinde hakkında çok güzel şeyler konuştuğumuz bir bilim insanı.  

Veli Lök’ün konuşması da çok ilginçti. Konuşmasının hemen girişinde bir köylü çocuğu olarak Atatürk’ün eğitim fikirleri ile yetiştiğini belirtti. Hayatını ve çalışmalarını özetlediği konuşmasında üç alanda yoğunlaştığını şöyle ifade etti:

Genel olarak, ortopedi ve travmatolojiye katkılarım oldu ve şu anda, Başkanı Halit Pınar, TOTPİD’i yani Türk Ortopedi ve Travmatoloji Derneğini çok değerli hocamız Rıdvan Ege ile kurduk ve Türkiye’nin bu konuda ortopedi ve travmatolojisine önemli katkılar yapmaya çalıştık. Bu konuda, bu dönem başkanı Halit Pınar ve arkadaşlarının büyük bir kitabı var. Getirdim. Burada kütüphaneye bırakıyorum. Orada ne yaptıklarımız gayet açık mevcut.

Diğer özel uğraşım spor yaralanmaları, artroskopi ve diz cerrahisi ile ilgili oldu. Ülkemizde diz cerrahisinin, artroskopinin modern yerleşimini sağladık ve Türkiye Spor Yaralanmaları ve Artroskopi Derneğini İzmir’de kurduk. İstanbul, Ankara ve Türkiye’deki arkadaşlarımız bu kuruluşu memnuniyetle kabul ettiler. Sevgilerinden ve saygılarından dolayı İzmir merkez oldu. Türkiye’de bütün bilimsel çalışmalar, kurslar, sporcular için modern cerrahi tatbikatlar uygulanıyor. Eskiden tedavi için yurt dışına gidilirdi. Şimdi ise yurt dışından ülkemize geliniyor.

Benim bir diğer konum insan hakları oldu. Bir yakınım 1977’de işkence görmüştü. 1986’ya kadar işkenceyi önleme araştırmaları yaptım.1986’da İnsan Hakları Derneğinin çalışmalarına katıldım. İşkenceyi önleme ve raporlanması konularına yoğunlaştık. Sintigrafinin işkence olaylarının kanıtlanması için kullanılmasına yönelik bir yöntem geliştirdik ve bu yöntem dünyada kabul gördü. Bilimsel dergilerde yayınlanması sağlandı. Ayrıca Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen İstanbul Protokolu’da işkencenin kanıtlanmasına yönelik bir protokoldür.   

Törene TTB Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut, İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Lütfi Çamlı, CHP İzmir Milletvekili Kani Beko, İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili ve Kültür eski Bakanı Prof. Dr. Suat Çağlayan, Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, El Cerrahi uzmanı Prof. Dr. Osman Arslan Bora’da katıldılar ve konuşmalar yaptılar. Unutulmaz, tarihi bir gündü. Katkısı olan herkese sonsuz teşekkürler.