Sene 1996, 10 yaşındayım. Yan komşunun oğlunda Micro Genius gördüm, o zamanların en ucuz atarisi diyebileceğimiz delux bir cihaz. Apartmanın altındaki toptancıda hem Micro Genius hem de envai çeşit oyun kaseti var. Anneme yalvardım yakardım alalım diye, yok dedi. Aynı günün gecesi babamın paçalarında salya sümük olmamla kabul etmesi bir oldu, ertesi gün alındı. Aldım Micro’yu, kurdum güzelce, kasetini üfleyip taktım. Alet bir açıldı, içinde 1000 (yazıyla bin) oyun var. Çıldırır gibi yaptım ama çıldırmadım. İlk oyun mario, ikinci oyun olimpiyatlar, üçüncü oyun araba yarışı, dört, beş, altı; bomberman, hagar, futbol, contra falan (Street Fighter kasetim ayrıydı tabii… Hatta oynayanlar bilir, bir süre sonra o kasetin kabı kırılır ve sadece içiyle idare edersin, takmadan üflersin). Gel gelelim her 9 oyunda bir (tabancalı ördek vurma ve kovboy oyunlarını saymazsak) tekrardan mario tekrardan olimpiyat… Canım çok fena sıkıldı, 1000 oyunluk kasete sen git 11 oyun koy. İkisi de tabancalı outlet oyun olsun! (O tabancaların nasıl çalıştığını 3 yıl önce öğrendim).

1998… Yine doğum günüm. Sanırım babam beni abimden daha çok seviyor. Bilgisayar alındı bu sefer eve. Micro Genius hala kurulu televizyonun önünde, kabloları birbirine karışmış. Eve bilgisayarı getiren iki çalışan (o sırada benim gözümde Steve Jobs ve Bill Gates), kablolara basa basa geçtiler. Babam eliyle masanın üstündeki kağıtları kenara itti. Koydular monitörü, babam, ''Olmaz!'' dedi, kasayı yere koymalarını söyledi Bill ve Steve’e. Gittiler... Elimde FIFA'98 CD'si ve abimin dilenci değişim programı ile mahallemize taşınan arkadaşlarından aldığı Need for Speed 2 Special Edition CD'si var. Abim, tam olarak hatırlamıyorum ama omuzumla kulağım arasında bi’yerden tutarak ittirdi beni bilgisayara yönelirken, ''S** g** pastanı kes!'' dedi (Ankara’da büyüdüğümüz için “Sevgili gardaşım” da demiş olabilir). Sonrasında bilgisayarımın; o nadide, o zarif, benim için paha biçilemez değerdeki ve o güne kadar eve giren teknolojik aletler arasında birinci sıraya oturan bilgisayarımın pırlantadan yapılma açma/kapama tuşuna çıplak ayak baş parmağıyla var gücüyle basarak çocukluğumdan ergenliğime geçişimi başlattı

Alt katımızda kendi evlerinde oturan alt komşumuzun gıcık oğlunun, ''Siz cahilsiniz lan, bizde kaç yıldır var bilgisayar, oyun yüklemeyi bile becerememişsiniz, varoşlar!'' bakışları altında FIFA’98 yüklendi benim titanyum bilgisayarıma (o zamanlar “kendi evi” konsepti ile yeni tanışıyordum çünkü kirada oturma farkındalığını bende yaratan kişi; badem bıyıklı, kumaş pantolonlu ve göbekli ev sahibimiz olmuştu. Belirli aralıklarla evimize gelen ev sahibinin tavırlarına o yaşlarda bile gıcık oluyordum. Kapıdan girer girmez duvarları incelemesi, odama yapıştırdığım posteri görünce, “Yeğenim boyayı, sıvayı bile gavlatır bu bant, yabuşdurma bi daha!” demesi, höpürdeterek çay içmesi, anahtarla kulağının içini oyarcasına temizlemesi, adam gittikten sonra annemin, o adamın oturduğu yeri gırgırlaması… Kendi evimiz olunca bu adamdan kurtulacaktık). Abim, her tinercinin yapacağı gibi Brezilya'yı seçti ve başladı oyuna (ona göre okunuşu yazılışıyla aynı olan fonetik bir kelimeydi Brezilya ve Bırazil şeklinde okunmalıydı). Oyun başladı ve grafikler... O konuya girmeyeyim… İki boyuttan fazlasını görmemiştim hiç! Yine çıldırır gibi oldum ve sanırım çıldırmıştım. Gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum ama büyük ihtimalle kola içerken burnumdan geğirdiğimden olsa gerek...

Abim hangi tuşlarla oynanacağını bulduğunda anneannemleri kapıdan yolcu ediyorduk, doğum günüm bitmişti. ''Gel la! Şut çekmeyi buldum! Bi bardak da golaynan börek getir gelirken de!'' sesiyle irkildim. Dediklerini yaptım. İşin sonunda, en azından kola içerken yandan bir yerlerden şut çekebilme ihtimalim vardı. Olmadı... Uyurken rüyamda abime, bilgisayara oturumu kapat komutunu vermeden düğmeye basmaması gerektiğini söylüyordum ama inadına fişi çekiyordu abim…

Sabah oldu bilgisayarıma baktım. Dişimde dün geceden kalan maydanozu parmağımın ucuna aldım ve göz ucuyla bakıp tekrar ağzıma attım. Kendimi Richie Rich sandım bir an. Okula gitmek zorundaydım ama. O gün dersler bitmek bilmedi, herkes Power Rangers sakızından çıkan çıkartmaları ve atari oyun kasetlerini değiştiriyordu birbirleriyle. Eve gittiğimde abim okuldaydı ve sonunda oturmuşum bilgisayarın başına. Annem odaya geldi, ''Ne bu dağınıklık! Topla odanı!'' dedi. Benim bilgisayarın karşısında eridiğimi görünce ses çıkarmadı ve yerde duran emektar Micro'nun kablolarını çarçabuk topladı. Holdeki dolapların en üstüne konuldu Micro...

O gün Micro, Mario, Hagar, Contra ve nasıl çalıştığını ancak 19 yıl sonra öğreneceğim lazerli tabancayı son görüşüm oldu…