“Bütün dünya bir sahnedir... Ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu...”

                                                                                                                                İnsanın Yedi Çağı / William Shakespeare

            Merhaba, bu benim ilk yazım olduğu için nereden başlayacağımı bilemedim. Ben de, yardımcı olsun diye bir alıntıyla başlamak istedim. Bir köşe yazısı okuduğumda yazılanlar bana o kadar doğal geliyor ki; dışarıdan bir gözle bakıldığında sanki ‘normal ve herkesin yazabileceği bir iş gibi’ algılanıyor ama zor olan derdini anlatabilmek. Kelimeleri yan yana getirdiğimizde oluşan cümleler ne kadar ‘bizi’ yansıtıyor; yazmak istediğimiz için mi yazdık yoksa bir derdimizi anlatmak için mi? Açıkçası ben editör arkadaşım Yunus’un zoruyla yazdım.

Alıntıdan uzaklaşmayalım.

Salonun kapıları açıldığında seyirciler yerine oturur, ışıklar kapanır, oyuncu kulisten sahneye girer, perde açılır, sahnenin ışıkları yanar ve işte o ilk karşılaşma (…) Işıklar kapanır, oyuncu kulisine gider, seyirci salondan çıkar sonra ikisi tiyatro binasının dışında karşılaşır, bir el sıkışması veya sarılma ya da uzaktan bir tebessüm işte her şey o parantez içindeki üç noktada saklı çünkü; o boşluğu ben değil sen dolduracaksın, o salonda ikimiz de vardık sahne ışıkları beni aydınlatıyor olabilir ama karanlıkta kalan ikimizdik çünkü o sahnede ikimizde oyuncuyduk, ben farklı bir karakterdim sen artık farklı bir seyirciydin, ikimiz de oyunun aynı yerlerine güldük ağladık, birbirimizi tanımıyorduk ama ne kadar çok ortak yönümüz varmış. Sahnede tirat okurken sana baktım, gözlerine, aynı duygularla bakıyorduk birbirimize ve benim ezberden söylediğim cümleler senin ağzından o anın doğallığında çıkıyordu.

“Sanatın değiştirici gücü” sadece tiyatro için değil, başka sanat dalları için de geçerli; mesela müzik.

İlk çağlarda insan birbiriyle iletişim kurmak için vücut hareketlerini büyültür ve nesneleri birbirine vurarak ses çıkarırdı. Bu evrimsel süreçte iletişim günümüzdeki anlamlı sözcüklere yerini bırakmaya başlarken jest ve mimikler minimalleşti ama nesnelerle çıkarılan sesler gelişerek ve çoğalarak müziğin temellerini oluşturdu. Tiyatro sözcüklerle insanı yakınlaştırırken müzik bir harmoniyle insanı etkiler, neden en çok sevdiğimiz bir şarkı var neden bir şarkıyı duyduğumuz da hemen kapatıyoruz, çünkü; sözler gibi müziğin de bir anısı var, duygularımızı ya doruğunda yaşamayı seçiyoruz ya da dipte. Bir müzik ya bizi ortaklaştırıyor ya da uzaklaştırıyor.

Cümleler olmadan konuşmak, enstrüman olmadan müziği duymak nasıl olur sizce?

Bu soruya da cevap vermek için geçmişe gitmemiz gerekirse, Fred heyecanla Barni’nin yanına gelir gördüklerini anlatmak ister ama soluk soluğa kaldığından kelimeler ağzından anlamsız cümleler olarak çıkar, bir süre Barni ile göz göze kaldıktan sonra alır eline kağıt kalemi çizmeye başlar. Kağıt üzerindeki çizgiler bir anlama dönüşmüş, hayalimizde ne olduğunu kurgusal bir şekilde görebiliyoruz. Hemen zamanda sıçrayıp günümüze gelirsek bir galeride gördüğümüz resim, ressam kendi hayal gücünü kullanmış hiçbir yerde olmayan uzun taşlı bir sokak resmetmiş, sol tarafta taş evler, tek sıra sokak lambaları, bulutsuz gece vakti yıldızlar, ay ve o resme uzun uzun bakan sen. Haklısın bu tablo sana bir yerden tanıdık geliyor, o sokakta yürüdüğüne o kadar eminsin ki bir de uzaktan duyduğun bir şarkı vardı dilin ucunda… Ressama söylesen belki sana güler belki de inanır.

Şu an evlerimizde daha ne kadar kalacağımız belli değil. Karantina bizi evlerimize hapsetti ama hayal kurmak hala serbest. Sanat yaşam gücünü insandan alır. İnsan denemekten korkmadığı sürece üretmeye devam edecektir. Bir işte deneyim kazanmak için sürekli denemek gerekir; o zaman siz de krizi fırsata çevirin ve kendinizi, yeteneklerinizi keşfedin.

Ben gitar çalmayı öğreniyorum ve arkadaşım Medine’ye söz verdim o akordiyonla ben gitarla ‘Polyushka Polye’yı çalacağız, belki Kordon’da çimlerde karşılaşırız.