Bir yanda parçalanmış teknem durur,

Sert tütünüyle gün bir yanda.

Kara yakındı önce, hem çok yakındı,

Elimi uzatsam tutardı ama

Yalnızlıktır denizin tek yasası,

Bütün ölüler unutulur, 

Yaşayanlar kalır tek başlarına.

Melih Cevdet ANDAY

Aslında nerede ve neden kaldığımı bilmiyorum. Sadece hayatın sessizce beni izlemesinden anlamıştım bir durgunluk olduğunu. “Günaydınlar” duymak istememek, aydın günler yalanına kulak tıkamak vardı elbet bu işin özünde. Kimlerin nasıl döndürdüğünü bilmediğimiz bir dünyadan sıkılmak da olabilir, dövüş filmlerindeki estetikle gerçek hayattaki kavgaların arbedesi arasındaki farka takılmak da. Yalanlar, gerçekler ve hayat üzerindeki izdüşümlerinin asla beklenen şekilde olmaması belki. Çiçeğe duyulan özlemin çileğe duyulan arzudan az olması? Sevgilere duyulan inancın, insana duyulan güvenin yalanlardan değersiz olması?

Yoksa sadece güz mü?

Şimdi kaldığımız yerden devam etmeli. Hayatın yalanlarına göz yummalı. Yuvarlanılan uçurumları tırmanmalı. Düşülen derinlikler için güneşe doğru yükselmeli. Tıkıştırdığımız çekmeceden düşleri tekrar almalı. Dost sözleri dinlemeli. Senin tabirinle dostum “duygu çantasından ihtiyacımız olanları kasıtlı seçeriz biliyorum” her şey bir tercih. Ah be dostum keşke şu çantaların kapağı açılmasa bazen de her şey saçılmasa ortaya. Ya da bir başka dost sesin dediği” hayatta yanlışlar yok, olaylara baktığın yerin yanlış olması daha muhtemel” Sadece bunlar da yeterli sanki değil mi hayatın bizi olayların içine atış şeklini değiştiremiyoruz madem.

Şimdi kaldığımız yerden devam etmeli. Sağlam bastığımızı sanıp devirdiğimiz dört tekerlerden belki de iki tekerlere geçme zamanı. Tekere değil kendine güvenme zamanı. Hayata değil kendine inanma zamanı. Saatler direncin en yüksek olduğu anı göstermeli şimdi…

- - - -