Yeni bir şey değil oysa İzmir’in bir kadın kenti olması. Az önce bahsettik. Kadın hareketinin ve eşitlik mücadelesinin her haklı isyanında tüm tarih boyunca büyük ve cesur çıkışlar yapmış İzmirli kadınlar. İzmirli özgür kadın kimliği; değiştirmek istedikleri, yıllardır savaştıkları çağdaşlığın simgesi.

Her geçen gün bir kadının daha öldürüldüğü haberiyle sarsılırken aynı gün içinde kadına yönelik her türlü şiddeti kutsayan açıklamalarla gündemimiz dolduruluyor. Bir kadın kenti olarak tanımladığımız İzmir’in gazetesi İz Gazete’nin 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için hazırladığı bu özel dergide iktidar sahiplerinin sorumsuz demeçlerinden, can yakıcı şiddet istatistiklerinden bahsetmek zorunda olmak beni üzüyor. Bugün hak ve özgürlükler, toplumsal refah gibi kıyaslara bakıldığında ülkemizin koşullarının çok ilerisinde olan ülkelerden yıllar önce kadının erkekle eşit haklara sahip olduğu topraklarda haklarımızı korumak hatta yeniden kazanmak için mücadele etmek zorundayız. İktidar Cumhuriyetin özgürleştirdiği kadınları yok sayarak kadınlara siyasal İslâm kıskacında yeni bir rol tanımlama derdinde. Öyle ki sözünü sakınmayan kadınları özellikle etkisizleştirmek isteyen “yeni rejimin” lideri sıklıkla cinsiyetçi söylemlerle, onları yaftalayarak hedef gösteriyor ve itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Konuşan, eleştiren, haklarının farkında olan kadınları kimi zaman “kadın mı, kız mı” olduklarını konu ederek, kimi zaman ”vitrin mankeni” ilan ederek hedef alıyor. Kadın ve erkeğin eşit olmadığını her fırsatta vurgularken erkeğin isteklerini ve öncülüğünü kolaylaştırmak için kadın militanlar yetiştirerek onları “vitrine çıkarıyor.” Çıplak aramayı deşifre eden bir kadını ahlaksızlıkla suçlayan, tecavüze uğrayan çocukları tecavüzcüsüyle evlendirmek için yasayı hararetle savunanlar o “özgür kadınlar.” Eşit olmamayı savunmak serbest, eşitlik için hak talep etmek ahlâksızlık bu ülkede artık.


İZ DERGİ'NİN 8 MART ÖZEL SAYISINA ULAŞMAK İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNKE TIKLAYINIZ

izdergi-mart2021-dusuk-mb (2).pdf


Bu bizleri bir yandan yaralarken diğer yandan da mücadelemizi diri tutmaya yarıyor. Daha çok yan yana olmamız gerektiğini bir kez daha görüyoruz. Çünkü tıpkı tecavüz yasasında olduğu gibi birlikte direnince, anlatınca, tacizi deşifre ettikçe, zor ve münferit de olsa değiştirebildiğimizi görüyoruz. Onlar kadın mücadelesinin ve gündeminin tek maddesinin şiddet ve cinayet olmasını istiyorlar. İstiyorlar ki kadınlar siyasal katılımı, ekonomik hayatta var olmayı, sosyal hayatın içinde dilediği gibi bir hayat yaşamayı yeterince tartışmasın! İstiyorlar ki bu mücadele politik bir mücadele olmasın! Cumhuriyetin, aydınlanmanın bilginin değiştirdiğini biliyor ve korkuyorlar. Bir kadın değişirse bir nesil değişecek biliyorlar.

Türkiye tarihinin ilk eylemi olarak nitelendirilen ilk hak mücadelesi Cumhuriyet’in ilanından da çok önce 1828 yılında kadınlar tarafından gerçekleştirilmiş ve kazanılmıştı. Ekmek zammına tepki gösteren kadınlar 3 gün boyunca sokaktaydılar. Erkeklerin itirazı sonuç vermemiş kadınların kararlılığı dönemin valisi Hasan Paşa’ya kararı geri aldırtmıştı. İzmir tarihi, böyle örneklerle dolu. Yani İzmir’de kadınların sesi hep gür çıkmış. İzmir hep özgülüklerin, hoşgörünün, farklı kültürlerin seslerini kısmak zorunda hissetmeden bir arada yaşadığı Cumhuriyet değerlerinin öncüsü bir kent olmuş. Bugün de baskıcı iktidarın kadınlar başta olmak üzere hedef aldığı tüm hakları içselleştirerek yaşama yön veren kentlerden biri. Son yıllarda özellikle eğitimli, beyaz yakalı, genç ve öğrenci göçü alan kent İzmir. Kültürün, sanatın beşiği. İlk kadın sanatçı Bedia Muvahhit, Atatürk'ün de huzurunda ilk kez sahneye 25 Temmuz 1923'te İzmir'de çıkmış. Bu tarih Türkiye’de kadınlara tiyatroya gitme hakkının ilk kez verildiği tarih olmuştur. İlk kadın piyanist Mihter Çelebi de bu kentin yetiştirdiği değerlerden biridir. Cumhuriyetin ilk yıllarında kadın hareketi adına önemli bir kuruluş olan 1923 tarihli Yardımcı Hemşireler Cemiyeti İzmir’de kurulmuş ve kurucu üyelerinin tümü İzmir’in ileri gelen kadınlardan oluşmuştur. Kadınların siyasette söz sahibi olmasıyla birlikte elbette İzmir’den de bir kadın da 8 Şubat 1935’te meclise girmişti. İlk 17 kadın milletvekili arasında İzmirli Benal Nevzat Arıman da vardı. Dönemin padişahı Abdülhamit’e “padişahım çok yaşa” demediği için sürgün edilmiş ve kayıtlara göre kendini bir kuyuya atarak öldüren ama genel kanıya göre boğdurularak kuyuya atılan İzmir’in ilk Türk avukatı Tevfik Nevzat’ın kızıdır Benal Nevzat. Atatürk’ün ölümü sonrasında yaptığı konuşmada “Yakın zamanlara kadar peçelerin, kafeslerin arkasında dünyayı bile görmekten men edilen, bir sözle, en ufacık bir suçla, kurduğu yuvadan, çocuklarının arasından kovulan Türk kadınını yuvasına sahib eden, evlâdına sahib eden, ordularla kahraman yetiştiren Türk anasını insanlık kurumundaki lâyik olduğu mevkie çıkaran büyük kurtarıcımız ebediyyen aramızdan ayrıldı. Kaybımız büyük, kederimiz büyüktür.”

Bugün laik Türkiye Cumhuriyetini “reklam arası” olarak tanımlayan anlayışın yaratmak istediği kulluk esasına dayalı toplumun hedefinde yine en çok kadınlar var. Bir sözle, en ufacık bir aykırılıkta cezalandırılması, şiddet görmesi, toplum dışına itilmesi iktidar tarafından desteklenen hatta önerilen kadınların hâlâ her direnişte en önde olması da, İzmir’in iktidarın özel ajandasında özel hedefinde olması bir tesadüf değil. Doğayı, topraklarımızı ya da haklarımızı savunurken bu hep böyle. Kadının sesinden bu yüzden korkuyorlar.

Bu korku nedeniyle AKP’li Cumhurbaşkanı Ay’a gidecek olan aday için ‘’Hatta hatta bir bayan bile gidebilir” diyerek lütufta bulunuyor. Kendi evinde, yurdunda istediği gibi yaşama hakkı olmayan kadını dünyayı görmekten men ederken ‘aya yollayacağız’ diyerek eşit temsilin siyasi aldatmacasını sürdürüyor. Ama bizim gündemimiz bu değil! Bu olmayacak. Kadın hareketi sizin çizdiğiniz bu alana hapsolmayacak! Azmettirdiğiniz her söylemin hesabını sormadığınız her cinayetin izini süreceğiz. Sesimizi kısmayacağız.

İşte bu nedenle, toplumsal cinsiyet eşitliği ve İstanbul Sözleşmesi dendiğinde alerjik reaksiyonları ortalara saçılıp dökülüyor. Laik ve demokratik cumhuriyetin temelini oluşturan eşitlik konusu her nedense işlerine geldiği gibi dar bir çerçevede değerlendiriliyor. Sadece kadını değil, ezileni, çocuğu, aileyi, mülteciyi de önceleyen bir anlayış AKP’lilerin tüylerini diken diken ediyor. Kadın tanımını sadece ev işçiliği yapan, kocasının hizmetlerini yerine getirmek zorunda olan, anne olup en az 3 çocuk büyütmek zorunda olan bir yere sıkıştırdıkları için. Bekâr anne, yalnız yaşayan kadın, okuyan genç kız, boşanmış kadın, trans kadın… Bu tanımlar lugâtlarında yok! Toplumsal cinsiyet eşitliği denince, herkesi eşit gören yaklaşım haliyle hemen hedeflerinde oluyor.

Yerelden güçlenmiş kadın tanımı da yine benzer nedenlerle asap bozucu AKP için. Özellikle yerel yönetimlerde sözü olan, yaşadığı kentin tüm karar alma mekanizmalarında yer alan kadın kavramı en korktukları şey! İşte bir kadın kenti olan İzmir yerelinde Büyükşehir Belediyesinin yerelde güçlü kılmaya çalıştığı kadın öznesi ve toplumsal eşitsizliğin cinsiyetler ötesinde giderilme çabası da onları bu nedenle çok ama çok rahatsız ediyor. Bu değerlerin içselleştiği bir model olarak İzmir ve İzmir’in “çok sesli, çok kültürlü, çok nefesli” özgür bir dünya kenti olması için çalışan Tunç Soyer başta olmak üzere tüm yerel yönetimlere karşı ayrımcı ve saldırganlar. Üst üste doğal afetlerle sınanan kentimizde iyiliği örgütleyen, yardımlaşmayı ve dayanışmayı dirilten uygulamalara yasaklar geliyor. Başarılar iftiralar ve yalanlarla görünmez kılınmak isteniyor.

Yeni bir şey değil oysa İzmir’in bir kadın kenti olması. Az önce bahsettik. Kadın hareketinin ve eşitlik mücadelesinin her haklı isyanında tüm tarih boyunca büyük ve cesur çıkışlar yapmış İzmirli kadınlar. İzmirli özgür kadın kimliği değiştirmek istedikleri, yıllardır savaştıkları çağdaşlığın simgesi. Özgür birey olarak kimliğinin farkında her kadın onları tedirgin ediyor. Ve tabi kadın hareketine dolaylı ve doğrudan destek sağlayan her yerel politika, her uygulama, her çıkış AKP’nin farklı temsilcilerinin şiddet ve nefretinden nasibini alıyor.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımız Tunç Soyer; “İzmir, adını tarihin ilk örgütlü kadın hareketi olan Amazonların kraliçesinden alıyor. Smyrna, bir Amazon kraliçesi. Yine 1923’te ilk kez İzmir’de düzenlenen “İktisat Kongresi’’nde işçi ve çiftçi kadınların da olduğunu görüyoruz. Kongrede işçi kadınları temsilen konuşma yapan İzmirli Rukiye Hanım, Türkiye’de memleket işlerine kadınların da iştirak etmesinin ilk kez vuku bulduğuna dikkat çekiyor ve bu konuda memnuniyetini dile getiriyor. Kadınlar bugün de yine önder ve öncü konumdalar. Refahın İzmir’in tüm semtlerinde, mahallelerinde ve köylerinde eşitlenmesinden söz ederken, burada kadınların rolü de belirleyici olacak. Bu nedenle kadınların hayatın her alanındaki ve ekonomideki yerinin güçlendirilmesi için çalışacağız. Kadın kooperatiflerinin kuruluşunu ve gelişimini teşvik edeceğiz. İzmir, kadınların özgürce yaşadığı bir kent olmakla beraber, ekonomik özgürlüklerini kazandığı, daha çok işgücüne katıldıkları ve eşitlik olgusunun yerleştiği bir kent olarak daha da güçlenecek. İzmir’de otobüslerin direksiyonunda kadın şoförlerin bulunması yönünde başlattığımız çalışmamız da aynı düşüncenin ürünüdür. Kadınları her alanda her meslekte teşvik etmeye devam edeceğiz” diyor. Bu kısacık açıklamada siyasal iktidarın uykularını kaçıracak bir dünya tanımı var.

2010 yılından beri ‘’Kadın Dostu Kent’’ unvanına sahip İzmir, her zaman için kadınların özgürce yaşadığı bir kent olma yolunda ilerleyecek. Yaşamın her alanında var olmaya olanak sağlanacak. Yerel yönetimler de merkezi iktidarın tersine, bu süreçte ön açan bir rol üstlenmeye devam edecek. Bu kenti laik ve demokratik cumhuriyetin örnek kenti yapan tüm kazanımlar için verilen mücadele, kadını önceleyen politikaları geliştirmekle daha da güçlenecek.

Özellikle krizlerde daha derinleşen sosyal eşitsizlik kavramıyla mücadele eden İzmir’deki her yerel yönetim bu konuda kararlıdır. İzmir bir kadın kentidir. Böyle de kalacaktır. Bu mücadeleye katkı koyan herkesle yol yürüyecek İzmirli kadınlar. Sözü olan, sözünü söyleyen, sözünü uygulayan kadınlar için yan yana olduğumuz tüm sivil toplum, meslek odası, emek örgütleri ve yerel yönetimler tüm ülkeye örnek olacak. Sonuç: kadınlar için daha ‘’yaşanabilir’’ bir kent kültürünü buradan tüm Türkiye’ye taşıyacağız, dünyaya açacağız.

Son sözü de varsın İzmirli şair Didem Madak söylesin:

“Dünyaya bir kadın eli değse Zeyna!
Şöyle ağır bir halı gibi çırpılsa
Tozlar havalansa…”

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu olsun. Dayanışmayla

Mart 2021/Urla – İz Dergi

Editör: Haber Merkezi