Hem dünyada hem Türkiye’de kadın hareketinin yükseldiğini, giderek güçlendiğini sanırım gözlemlemeyen yoktur. ‘Feminizm’ kelimesi artık korkulacak bir şey olmaktan çıktı, hatta 2018 yılının Google’da en çok aranan kelimesi oldu. Kadınlar haklarını artan bir cesaretle ve dayanışmayla aramaya devam ediyorlar. Tarih boyunca daima kazanımlarla ilerlemiş olan kadın mücadelesi, son yıllarda dünyanın en başarılı hak mücadelesi haline geldi diyebiliriz.


İZ DERGİ'NİN 8 MART ÖZEL SAYISININ TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN LİNKE TIKLAYINIZ

izdergi-mart2021-dusuk-mb (1).pdf


Örneğin ABD’de ‘Me Too’ hareketi yükseldi. Yıllarca seri taciz tecavüz suçlarını işlemiş pek saygın erkekler ifşa oldu. Bu hareket Türkiye dâhil dünyanın her yerine sıçradı. Türkiye’de en son Hasan Ali Toptaş’ın ifşası oldukça sarsıcıydı ve ses getirdi. Yine ABD’de cinsiyetçi söylemleri sebebiyle Trump’a tepki olarak organize edilen Woman March, ABD tarihinin en büyük tek günlük protestosuydu. Yalnızca Washington’daki yürüyüşe yaklaşık 500 bin kişi katıldı. Dünya çapında tahminen 673 yürüyüş düzenlendi. Kampanyanın büyüklüğünü varın siz düşünün.

Şili’de, 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde kadınlar; tecavüzleri, istismarı ve şiddetin her türlüsünü protesto etmek için ‘Las Tesis’ performansını gerçekleştirdiler. Performans, dünya tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı ve takip edildi. Devamında dünyanın her yerine sıçradı. Bir tek Türkiye’de bu performansı gerçekleştiren kadınlar gözaltına alındı. Davası halen devam ediyor.

Polonya’da, Anayasa Mahkemesi’nin kürtaj koşullarını daha da ağırlaştıran bir kararı üzerine kadınlar sokağa döküldü, yüz binlerce kadın günlerce kürtaj yasağını protesto etti. Bunun üzerine, Polonya Devleti kararı askıya almak zorunda kaldı. Hoş, bir süre sonra bu karar yine de yürürlüğe sokuldu ama tüm dünya kadınların gücüne şahit olmuş oldu bu süreçte. Kadınlar Polonya’da protestolara devam ediyor.

Suudi Arabistan’da 2018 yılında kadınlar artık araba kullanma haklarını aldılar. Devamında başkaca kazanımları da oldu; veli izni olmadan pasaport alabilme, evli kadının ikamet yerinin eşinin yeri olduğu yönündeki yasa kaldırıldı, kadınlara doğum, evlilik ve boşanmaların tescili, resmi aile belgeleri çıkarabilme imkanı verildi, daha önce sadece erkeklere ya da eşini kaybeden kadınlara verilen ‘aile reisi’ statüsünün isteyen tüm kadınlara tanınmasına olanak sağlandı, çalışma hakkının, cinsiyet, engellilik durumu ya da yaş ayrımı yapılmaksızın herkesi kapsaması kararlaştırıldı, emeklilik yaşı ise kadın ve erkeklerde eşitlenerek 58 olarak belirlendi.

Dünyada kadın lider sayısı arttı. Artmasının yanı sıra, en başarılı siyasi liderler arasında kadınlar başı çekmeye başladı.

Kadın mücadelesinin dünyada ne derece yayılıp güçlendiğine ilişkin yalnızca birkaç örnek bunlar. Çok daha fazlası var ve olacak da.

Elbette, fiziki bir kanun olarak burada da etki-tepki söz konusu. Kadınlar güçlendikçe, eşitliğe doğru yol aldıkça erkeklik krizi de tırmanıyor. Erkeklik krizi; yani, insanlar eşitlendikçe, erkeklerin “Eyvah! Gücümüzü kaybediyoruz!” paniği. Tam da bu panikten, son derece ‘erkek’, popülist, ırkçı ve kapitalist dünya liderlerimiz var bizim! Ey iktidar, sen nelere kadirsin! Trump bunlardan biriydi örneğin. Kadınların da büyük etkisiyle, artık lider değil. Aksine, insan haklarına ilişkin daha ilerici söylemleri olan Biden kazandı başkanlık seçimlerini. Bu tüm dünya açısından iyiye alamet. Darısı diğer otokratların başına.

Türkiye’de de gidişat farklı değil malum. Artık, bu mücadeleyle hiç ilgisi olmayan, hatta karşısında duran insanlar bile gayet iyi biliyor ki kadınlar çok güçlü. Bilhassa Özgecan cinayetinden sonra kolektif kadın mücadelesi daha örgütlü, kapsayıcı ve etkin çalışmalar yapmaya başladı. Yasal olarak da 2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşme doğrultusunda düzenlenerek iç hukuka uyarlanan 6284 Sayılı Yasa, şiddeti önlemek ve kadınları korumak adına atılan önemli adımlardı. Gelin görün ki her ikisi de etkin şekilde uygulanmadı, uygulanmıyor. Ve hatta bu etki-tepki meselesi gereği, güçlenen kadın hareketini bastırmak ve kadını ikincil konumda tutabilmek adına İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ve 6284 Sayılı Yasa’nın ‘Yuva Yıkan Yasa’ diye yaftalanması gibi tartışmalar gündeme getiriliyor.

2015 yılında TBMM’de kısaca ‘Boşanma Komisyonu’ diye adlandırdığımız, artan boşanmalara çözüm üretmek amacıyla kurulmuş bir komisyon vardı. Bu komisyon, 2016 yılında bir rapor verdi. Bu raporda; müftülük yasası, aile arabuluculuğu, nafakanın sınırlandırılması, kadının beyanı esastır ilkesinin kaldırılması gerekliliği, mağdur çocukla evlenme halinde istismar failine af gibi, kadınların kazanılmış haklarına saldırı niteliğinde bir dizi yasa önerisi vardı. Bir kısmını tüm tepkilere rağmen geçirdiler, bir kısmını ise yapamadılar. Örneğin, 2016 yılında istismar affı önerisine verilen tepkileri düşünün. Öneriyi geri çekmek zorunda kaldılar. Aynı şekilde geçtiğimiz yıl tekrar gündeme getirmişlerdi, yine geri çekmek zorunda kaldılar. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmaları da öyle. Nafaka da uzunca süredir ertelenip duruyor. Tüm bunlarda, örgütlü kadın hareketinin etkisi çok büyük.

İşin bir de yargı kısmı var. ‘Sosyal medya adaleti’ diye bir şey çıktı biliyorsunuz. ‘Sosyal medya adaleti’ diye bir şey yoktur oysaki; sosyal medyada adalet arayışı vardır. Yasalar öylesine etkin uygulanmıyor ki kadınlar sosyal medya üzerinden çare aramaya başladılar. Şiddete maruz bırakılan kadınlar, ölmemek için, faillerinin yakalanması için, etkin ceza almaları için, hukuki başvurularıyla ilgilenilmesi için ve daha birçok zorunluluktan kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar. Buna ön ayak olan, kampanyalar düzenleyen ise kadın örgütleri elbette. Ve etkililer de. Kadın örgütleri, kadına yönelik şiddet davalarına müdahil oluyor, duruşma salonlarını zapt tutuyor, eylemler yapıyor ve hatta kadının insan haklarına ilişkin hukukun gelişmesine katkıda bulunuyorlar. Gönül isterdi ki adaletin tecelli etmesi için sosyal medyaya gerek olmasın, duruşma salonları zapt tutulmasın; fakat erkek ve aksak yargı, bu çabalara sebebiyet veriyor. Bu çabaların sonuç vermesi, Türkiye’de kadın hareketinin etkinliği ve güçlenmesi, kendisi gibi düşünmeyen herkesi siyasi bekasına tehlike olarak gören ve kutuplaştırmayı ana yöntem olarak benimsemiş olan siyasi iktidarın gözünden kaçmıyor elbette. Sık sık feministleri de terörize eden söylemlerden geri durmuyorlar.

Türkiye’de tüm bu çabalar bir gereklilik mi? Evet. Fakat başka türlüsü de mümkündü. “Beni öldürme, indirim verme, etkin koruma sağla, şortuma karışma” gibi demokratik bir ülke için neredeyse ilkel denebilecek dertlerle uğraşmak yerine çok daha ileri ve detay sorunlara odaklanmak isterdik. Örneğin; mecliste kadın oranı niçin yüzde 50 değil de yüzde 40 veya regl günlerinde tatil kampanyalarına kafa yorabilirdik. 2021 yılında, öyle olması gerekirdi. Olamadı.

Olmaması olmayacağı anlamına gelmez elbette. Belki umulandan daha geç olur ama muhakkak olur. Yazının başında dediğimiz gibi, kadın hareketi tarih boyunca daima kazanımlarla ilerlemiş, hiç geriye gitmemiş. Bu mücadelenin ruhunda var bu, aksi mümkün değil. Dünyadaki her şey -insanlar ne kadar zorlasa da- eşitliğe doğru akar, akmakta. Hatta daha ötesi; gelecek kadınların verdiği mücadeleyle şekillenecek. Erkek, kapitalist, ırkçı, beyaz, heteroseksüel, doğayı talan eden hegemonyanın karşısında yine kadınlar duracak ve dünya daha güzel bir yer olacak. “Future is female” diye boşuna demiyorlar. Yeter ki, umudumuzu yitirmeyelim, mücadeleyi bırakmayalım ve büyütmeye devam edelim.

Editör: Haber Merkezi