ÖZLEM KARA / İZGAZETE - Gazeteci Melis Alphan, Türkiye’deki medya krizinden kadın gazetecilerin yaşadığı temel sorunlara, kadınların medyada temsil ediliş biçimlerinden yerel yönetimlerin kadınlara yönelik sorumluluklarına kadar birçok konuyu İzgazete’ye değerlendirdi.

‘GÜVENCESİZLİK ARTTI!’

Türkiye’de yaşanan medya krizini genel çerçevede nasıl değerlendiriyorsunuz? Gazetecilerin yaşadığı temel sorunlar nelerdir?

Sesi kısılmış, sansüre teslim olmuş, tek sesli bir medya yaratıldı. Binlerce gazeteci işsiz kaldı, meslek dışına itildi. Çok sayıda gazeteci gözaltına alındı, tutuklandı, hapis cezası aldı. Meslekte güvencesiz çalışma arttı. Çok sayıda gazetecinin sarı basın kartı iptal edildi; hak kazananların sarı basın kartları verilmedi. El değiştiren kurumlardan toplu çıkarmalar oldu; gazetecilere hakları olan tazminatları verilmedi. Gazetecinin haber yapmasının önüne sayısız engeller döşendi. Böylece toplumun haber alma hakkı zedelendi. Sürekli erişime engellenen haberler ve yasaklanan sitelerle, internet yasaklarıyla anılan bir ülke haline gelen Türkiye, sosyal medya platformlarından en çok içerik çıkartılmasını isteyen ülkelerin de başında geliyor. Yaman Akdeniz ve Ozan Güven’in ‘Engelli Web’ raporuna göre, 2019’da Türkiye’de erişime engellenen web sitelerinin sayısı 408 bin 494’e ulaştı. Yani Türkiye, basın özgürlüğünün açıkça ihlal edildiği bir ülkeye dönüştü. Bütün bu hikayenin sonunda da hasar alan yine demokrasi oldu.

Kadın gazetecilerin yaşadığı temel sorunlar nelerdir ve bu sorunların çözümü noktasında hukuki ve etik anlamda neler yapılabilir? Kadın gazetecilere düşen sorumluluk nedir?

Kadın gazetecilerin yaşadığı sorunların kaynağında, yine toplumda kadınların sorunlarının altında yatan neden var; o da toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Hayatın her yerine sirayet eden erillikten medya da azade değil. Kadın gazeteciler yıllardır medyanın eril dilini ve zihniyetini dönüştürmeye çalışıyorlar; bunda da yol alındı ama ne kadar içselleştirildiği bilinmez. Medya sektöründeki kadınların çabalarını bu anlamda çok değerli buluyorum. Tüm kadın gazetecilere de bu çabaya katkı sunmak düşüyor diye düşünüyorum.

‘KADINLARIN SESİ OLMAK!’

‘Kadın gazeteci olarak kadın sorunlarıyla ilgili çalışmak benim görevim’ demişsiniz, bunu biraz açar mısınız? Bu konuda çalışmanızı sağlayan motivasyon kaynağınız nedir?

Kadınların toplumdaki dezavantajlı konumu, maruz bırakıldıkları şiddet, cinsiyet temelli ayrımcılığın boyutu ve eşitsizliği düşününce, bir kadın gazeteci olarak buralara bakmasam en başta kendime sırt çevirmiş olurdum. Tüm kadın gazeteciler kadın sorunlarına eğilmeli gibi bir şey söylemiyorum ama tüm kadın gazeteciler kendi alanlarındaki kadın sorunlarına eğilmeli ve çalıştıkları alanlarda kadınları daha görünür kılmak, onların sesini daha geniş kitlelere duyurmak için de çalışmalı diye düşünüyorum. Benim temel motivasyonum, sesini duyurmakta güçlük çeken kadınların sesini duyurmak ve toplumsal cinsiyete duyarlı bir toplum inşasına ufacık da olsa bir katkı vermek.

‘TARTIŞILMAMALIYDI BİLE!’

AKP, bir yandan sosyal medya düzenlemesi getirmeye çalışırken bir yandan da İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya açıyor. Bu ikircikli tavrı, aldığınız tehdit ve hakaretleri de göz önünde bulundurarak nasıl yorumlarsınız?

Sosyal medya yasası her ne kadar böyle bir kılıfla sunulsa da, bunu samimi bulmuyorum. Bu yasanın daha çok basın özgürlüğüne zarar verecek şekilde uygulanacağını düşünüyorum. Hükümetin bir kadın politikası olmadığını, kadını sadece aile içinde değerlendirdiği ve aileyi öncelediği için kadına yönelik şiddetle olması gerektiği gibi mücadele etmediğini biliyoruz. Zaten bunun bir uzantısı olarak da İstanbul Sözleşmesi tam uygulanmadı. Buna rağmen, bu Sözleşme sayesinde şiddetten kurtulan kadınlar da var. Dolayısıyla hükümetin İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya açmasına şaşırmadım ama bunun kendilerine de zarar vereceğini görememeleri beni şaşırttı. Çünkü bu Sözleşmeyi dünyada ilk imzalayan kendileri, Sözleşme’nin adı İstanbul, dahası var mı? O dönem, artan kadın cinayetleriyle dünyada ayıplanan bir ülkenin imajını düzeltmek için de imzaladıkları sözleşmeden çıkıp yeniden sıfır noktasına düşmek akıl karı mı? Kaldı ki, en son MetroPOLL’ün Temmuz’da yaptığı araştırmaya göre AKP seçmeninin yüzde 49.7’si “İstanbul Sözleşmesi’nde kalalım” derken, sadece yüzde 25,7’si “Sözleşmeden çekilelim” dedi. Nitekim, hükümete yakınlığıyla bilinen KADEM de İstanbul Sözleşmesi’ni savundu. Yani aslında ortada, bu sözleşmeden çekilmek gibi bir tartışma bile olmamalıydı.

‘ZORBALIK HAD SAFHADA’

Aldığınız tehdit ve hakaretler sonrasında otosansür yaptınız mı ya da böyle bir düşünceye kapıldınız mı?

Ben Türkiye’de otosansür yapmayan biri olduğunu düşünmüyorum. Zira özellikle sosyal medyada dehşet boyutta bir nefret kültürü oluşmuş durumda. Dijital şiddet ve sanal zorbalık had safhada. Bazen bir tepeye çıkıp avaz avaza bağırmak istediğim oluyor; bazen boğazım ağrıyor söylemek istediklerimi söyleyememekten.

‘ŞİDDET MEŞRULAŞTIRILIYOR’

Kadınların medyada temsil ediliş biçimiyle ilgili ne söylemek istersiniz?

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun 1994'te kurulduğundan bu yana kadın başkanı veya başkan vekili hiç olmadı. Bu kadar sürede sadece iki kadın üyesi oldu. Hal böyle olunca, Türkiye’deki tüm radyo ve televizyon yayınlarını denetlemekle görevli ama kadın bakışından yoksun kurum oturup ahlak bekçiliğine soyunuyor. Öte yandan, televizyonda toplumsal cinsiyet rolleri yeniden inşa edilmeyi sürdürüyor. Kadınlar reklamlarda ve dizilerde yemek ve temizlik yapan, bir erkeğe muhtaç ya da kurban olarak yansıtılıyor. Medyada kadın yanlış ve eksik temsil ediliyor. Erkeklerin yönettiği televizyonlarda, internet sitelerinde, erkeklerin çıkardığı gazetelerde eril dil, kadına şiddeti meşrulaştıran ele alma biçimi ve kadın bedeninin teşhiri hâlâ sorun olmaya devam ediyor.

‘SOYER, KADINLARIN YANINDA’

Bir İzmirli olarak İzmir’deki yerel yönetim çalışmalarını ve Tunç Soyer’i takip ediyor musunuz? Merkezi hükümetin yok saydığı kadın hareketi konusunda belediyelere ne gibi sorumluluklar düşüyor. Türkiye’ye örnek olacak bir çalışma var mı?

Kadınların kent yaşamına katılmasının önündeki engellerin kaldırılmasında yerel yönetimlere büyük iş düşüyor. Kent nüfusunun yarısını, bazen daha fazlasını kadınların oluşturduğu bir toplumda, kentler ve kent yaşamı mutlaka kadınlar düşünülerek planlanmalı. Yerel yönetimler toplumsal cinsiyete dayalı bütçeleme yapmalı ve yaptıkları her işte toplumsal cinsiyet bakış açısını dikkate almalı. Karar alma mekanizmalarına kadınların katılımı sağlanmalı, kent mekanları kadınlar düşünülerek tasarlanmalı. Nüfusu 100 binin üzerinde olan belediyelerin sığınak açması zorunlu. Ama sığınak sayısı çok az. Belediyeler bunu öncelik haline getirmeli. Yerel yönetimler, kadınların eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimi, istihdama katılarak güçlenmesi için de çalışmalı. Tabii tüm bunların yanı sıra, toplumsal cinsiyet eşitliğine dair farkındalık yaratmak da yerel yönetimlerinin vazifelerinin başında geliyor.

Bence burada kritik olan, yerel yönetimlerin kadın örgütleriyle diyalog halinde olması ve onların uzmanlıklarından faydalanması. Gördüğüm kadarıyla Tunç Soyer, bu anlayışla hareket ediyor. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu ile ‘Acil Yardım Hattı’ protokolünü yaklaşık bir yıl önce imzaladı. Böylece İzmir’de şiddete maruz bırakılan kadınlar için bir destek mekanizması oluşturmuş oldu. Bir diğer protokolü de Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV) ile imzaladı. Kadınların üreterek sosyal ve ekonomik anlamda güçlendirilmesi yolunda bir adım attı. Beyaz Baretli Kadınlar projesiyle de inşaat mühendisliği alanında genç kadınlara destek çıktı. Covid-19 salgın döneminde ev içi şiddet artınca, kadınlar için geçici misafirhaneler açtıklarını söyledi. Cinsiyetçi dile karşı çıktı, belediyede çalışan kadın otobüs şoförü sayısını artırdı. Bence bunlar, Soyer’in kadınların yanında bir yerel yönetici olduğunu gösteriyor.

Editör: Haber Merkezi