ASYA YAŞARİKİZ / İZGAZETE - Eğer bir 8 Mart tarihi yazılacaksa bu elbette üretimin arttığı dönemlere denk geldi. Sanayi Devrimi sonrası 1850’li yıllardan başlayıp da Ekim Devrimi’ne varan süreçte kadınlar, mücadelenin içine girdi ve haklarını aldı. Kadınlar başından beri ‘gül’ de istedi ‘ekmek’ de.

8 Mart’ın tarihinin yazıldığı 1850’li yıllar, Amerika Birleşik Devletleri’nde işçi sınıfının yükseldiği yıllara denk gelir. Günde 16 saat çalışan New Yorklu 10 bin tekstil işçisi, çalışma saatlerinin 10’a indirilmesini, çalışma koşullarının düzeltilmesini, kadın işçilerin de diğerleriyle eşit haklara sahip olmasını ve de ücretlerin iyileştirilmesini talep ederek direnişe geçti.

Yoksul işçi semtlerinden başlayan grev şehrin varsıl sokaklarına da yayıldı.

8 Mart’ı doğuran olay, 129 kadının grev yaptıkları fabrikada çıkan yangın sonucu ölmesi oldu. Kadınlar, patronların kapılarını kilitlediği fabrikada hem yanarak hem de yangından kurtulmak için pencerelerden atlayarak yaşamını kaybetti. Fakat yapılan yeni araştırmalar iddia ediyor ki, 1857 yılında New York’ta böyle bir yangın çıkmadı.

Peki bu bizi kadın mücadelesinde nereye konumlandıracak?

FUKARA-YI MİLLET

Burada bir parantez açıp, 1800’lü yılların başına gidip, İzmir’e bakacağız. İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi (APİKAM)’nde olan bir kayıt, yüzyılın başında İzmirli kadınların ‘ekmek’ eylemi düzenlediklerine ışık tutuyor. APİKAM’A bağışlanan bir belgeye göre o dönem İzmir’de olan Avusturya Macaristan İmparatorluğu Elçisi Baron Anton Prokesch Von Osten, Edebiyat Yıllığı isimli bir dergide İzmir’in toplumsal olaylarını ele almış. Söz konusu yazılı kaynağa göre, Kadifekale, Tilkilik, Damlacık ve Namazgah mahallelerinde kadınlar, dönemin İzmir Valisi Hasan Paşa’nın ekmeğe yaptığı zammı protesto için çocuklarıyla sokağa çıkıp üç gün boyunca protesto eylemi yaptı. Sonunda eylem sonuç verdi ve ekmek zammı geri çekildi. APİKAM’da bulunan İzmir Basınından Seçmeler adlı kaynakta ise o yıllarda halkın durumu şu sözlerle gözler önüne seriliyor; “Biz hiçbir zaman demiyoruz ki şimdiki fiyatın yarısına ekmek yiyelim, böyle bir şey düşünmüyoruz. Denilirse, bütün fukara-yı millet bağırıyoruz.”

1800’lü yılların başında ‘ekmek’ eylemi yapan kadınlar direndi ve istediğini elde etti.

‘KADININ KURTULUŞU İÇİN’

1889’da ise, kadın mücadelesinde Clara Zetkin faktörü devreye girmişti. Zetkin, II. Enternasyonel’in kurulduğu Uluslararası İşçiler Kongresi’ne, Berliner Voikstribune ve Berinli işçi kadınları temsilen katıldı. Zetkin artık ‘Kadının Kurtuluşu İçin’ diyerek sınıf mücadelesinin temelinde kadının olduğunu ortaya koydu ve kadınları mücadeleye çağırdı.

17 Ağustos’ta gerçekleşen I. Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansı’nda, Uluslararası Kadın Sekreteryası oluşturuldu ve Zetkin bu sekreteryanın başına geçti. Konferans sonunda ilk kez ‘Eşitlik’ isimli bir kadın gazetesi çıkarılmasına, kadınlara ayrımsız oy hakkı tanınmasına, iktisat ve toplumsal hayatta da tam eşitlik sağlanmasına karar verildi.

II. Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansı ise 1910’da gerçekleştirildi. 17 ülkeden 100 kadın delegenin katıldığı konferansta kadınlar şunları talep etti; kadınlara oy hakkı, 12 yaşından küçük çocukların çalıştırılmaması, sosyal haklar, 8 saatlik çalışma süresi, 8 haftalık doğum izni, süt izni.

Clara Zetkin bu konferansta, her yılın bir gününün kadınların hakları ile ilgili uluslararası dayanışma ve mücadele olarak belirlenmesini talep etti ve sonunda Almanya, Avusturya, Danimarka ve İsviçre’de 1911 yılının 19 Mart’ında 1 milyon kadın ‘Uluslararası Kadın Günü’nü kutladı.

EKMEK VE GÜL

1910’lu yıllar Amerikalı sanayi işçilerinin çok ağır çalışma koşullarına sahip olduğu yıllar oldu. Tekstil sektöründe çalışanların çoğunluğunu kadınlar ve çocuklar oluşturuyordu. 1912’de çıkan yeni iş yasasına göre kadınlar ve çocukların haftalık çalışma saat 56’dan 54’e düşürüldü. Fakat fabrikalarda çalışan Polonyalı işçilerin ve Washington Mill yün şirketi çalışanlarının düşürülen çalışma saatlerinin yanında ücretlerinin de düşürüldüğü ortaya çıkınca grev başladı. İş bırakan işçiler 14 ülkenin işçilerinden oluşan bir komite grevine başladı. 54 saatlik çalışma saati, %15 ücret artışı, eşit ücrete eşit iş ve fazla mesai için çift ödeme talebiyle başlayan grevin öncüleri kadınlar oldu. Kadınlar günümüze uzanan o sloganı işte o gün tarihe yazdı; Bread and Rose. Yani; Ekmek ve Gül.

Kadın mücadelesine silinmeyecek bir tarihi yazan kadınların talepleri kabul edildi.

1917 Ekim Devrimi ise kadınların kazanılmış tüm haklarına sahip çıkarak bir adım ileriye götürdü. 8 Mart 1917’de tüm iş yerlerinde greve çıkan kadınlar Çarlık rejimine baş kaldırdı ve Ekim Devrimi’ne ön ayak oldu.

1922’den itibaren 8 Mart 1917 grevine atıfta bulunularak 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü resmileştirildi.

1977’de ise Birleşmiş Milletler, 8 Mart’ı ‘emekçi’den ayırarak ‘Dünya Kadınlar Günü’ olarak duyurdu.

Baştaki soruya geri dönersek, kadın, emeği ve hakkı için mücadelen kaçmayıp görünür oldu. İzmir’de Ekmek Eylemi yapan kadınlarla Amerika ve Avrupa’daki Ekmek ve Gül diyen kadınların tarihi bu yüzden bir yazılır. Asıl olan emek, mücadele ve örgütlülüktür.

Türkiye’de 1921’deki Komünist Kadınlar Konferansı Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvano ile şekillendi. Aynı yıl Türkiye’de ilk kez Emekçi Kadınlar Günü kutlandı.

İZMİR’İN İLK KADIN VEKİLİ

İzmir işgalinde İzmir’in ilk kadın milletvekili olan Benal Nevzat İştar Arıman faktörü de, kadın tarihinin anlatıldığı bu yazıda olmazsa olmaz bir isimdir. İzmir Basınından Seçmeler adlı kitapta, Arıman’ın Yaşar Aksoy ile röportajı İzmirli kadını tarih sahnesine bir kez daha soktu.

1991’de Yeni Asır gazetesinden Aksoy’a röportaj veren Arıman, hayatını değiştiren o tarihi günü şu sözlerle anlattı; “9 Eylül 1922 sabahı İzmirimize Bornova- Alsancak yönünden girmek isteyen kuvvetlerimiz, Halkapınar’da Tuzakoğlu Un Fabrikası binası olarak bilinen yapıda açılan yoğun ateşe maruz kalmışlardı. Ateşe tutulan Fahrettin Altay Paşa komutasındaki süvari birlikleriydi. Ali Rıza Efendi askerleri ile Halkapınar Köprüsü’nü geçmek isterken ne yazık ki burada dört şehit verir. İzmirlilerin vefa duygusu harekete geçmiş ve şehit oldukları yere bir anıt dikilmesine belediye karar verdi. 9 Eylül sabahı yüreğinde kurtuluş sevincini taşıyan İzmirliler oraya koştu. En öne fırlamıştım. Vali Kazım Dirik Paşa, beni tuttuğu gibi anıtın önüne çekti ve ‘Sayın vatandaşlar, bu kız şehit çocuğudur. Bu şehitler Abidesinin açılış konuşmasını ancak o yapar.’ dedi. Ağlaya ağlaya konuştum. Ama ilk kez yüzüme tokat yemiş gibi bir şey fark etmiştim. Kalabalığa karşı hazırlıksız konuşurken hiç heyecanlanmamış, aksine kitleyi heyecanlandırmak için içimde müthiş bir istek duymuştum. Konuşurken karşımdakilerin olumlu tepki göstererek beni desteklemesi böylece benim onları daha fazla tahrik etmek isteyişim, meğerse politikacının kanında yaşayan siyaset kurduymuş. Ogün onlara inandığım vatan sevgisinden söz açarken politika yapmak isteyişimin ilk işaretlerini kendime vermiş oluyordum. İşte ilk kez Halkapınar’daki Şehitler Abidesinin açılışında politika erbabının dikkatini, böylece çekmiş oldum.”

Bahsi geçen aynı kitapta, 1930’lu yılların İzmirli kadınlarının değişen toplum dinamiklerine adapte olduğunu kanıtlar bilgiler mevcut. Kız Lisesi Türkçe Öğretmeni Kevser Ferit’in İzmirli kadının toplumdaki yeni yerini Cumhuriyet ile özdeşleştirip şöyle diyor; “Biz, kadınlar nihayet pek tabii olan bir hakkımıza bugün Cumhuriyet hükümeti sayesinde kavuşacağız; bunu böyle uzun boylu münakaşaya değer bir mes’ele şekline koyan erkekler olsa gerek!.. Kadın, şimdiye kadar aldığı işlerin hangisini becerememiştir?”

İzmirli kadınlar 5 Aralık 1934’te kendilerine tanınan seçme ve seçilme hakkını kutlamak için yine sokağa çıktı. Cumhuriyet Meydanı’nda toplanan İzmirli kadınlar siyasette yer almaktan çekinmediler. 1935’te yapılan genel seçimlerde Benal Nevzat İşter Arıman ile birlikte 18 kadın, vekil olarak Meclis’e girdi. 4 dönem Meclis’te yer alan Benal Nevzat, Atatürk devrimlerine hayatını adadı.

İŞKENCEDEN GEÇEN KADINLAR

Türkiye’de 1935 ve 1975 yılları arasında bir kadın hareketinden söz etmek pek mümkün değildi.

Kadınlar bu dönemde daha çok hayır işleri yapan derneklerde yer aldı. 1975'te İlerici Kadınlar Derneği çatısı altında toplanan kadınlar bu duruma karşı çıktı. Askeri faşist cuntasının işkenceden geçirdiği, hapse attığı ve yurtdışına gitmek zorunda bıraktığı kadınlar, 1980'li yılları Batı ülkelerinde, sürgünde geçirdi.

Ancak 1984’ten itibaren kadınlar 8 Mart’ta sokağa çıkmaya yeniden başladı.

‘ÖLMEK İSTEMİYORUM’

Son yıllarda katlanarak artan kadın cinayetlerine karşı kadınlar, Türkiye’de daha önce hiç yaşanmamış bir örgütlülüğü sağlayarak kadın mücadele tarihine asla silinmeyecek bir mücadele bıraktı.

Ekmek ve Gül isteyen kadınlar bu kez yaşamak için seslerini hiç olmadığı kadar yükseltti, sokağa çıktı, 8 Mart’ta dahi polis şiddetine maruz kaldı ama boyun eğmedi.

Ekmek ve Gül isteyen, ‘Ölmek İstemiyorum’ diyip mücadele eden kadınlara selam olsun.

TÜRKİYE VE KADIN HAKLARI TARİHÇESİ

1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldı. Böylece eğitim laikleştirilerek tüm eğitim kurumları Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlandı. Kadınlar ve erkekler eşit haklarla eğitim görmeye başladı.

Erkeğin çokeşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemelerin kaldırıldığı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanıyan Türk Medeni Kanunu, 17 şubat 1926'da kabul edildi.

Kadınların en önemli sorunlarından olan doğum izni, ilk kez 1930 yılında düzenlendi.

Kadınlara doğum yardımı ilk kez 1945 yılında 4772 sayılı yasa ile düzenlendi. Yaşlılık sigortasının kadın ve erkekler için eşit esaslara göre düzenlenmesi ise 1949 yılında çıkarılan yasa ile gerçekleşti.

Sağlık Bakanlığı bünyesinde ana çocuk sağlığı hizmetleri verilmesine 1952 yılında başlanırken, gebeliği önleyici araçların satış ve dağıtımının serbest bırakılmasını ve tıbbi zorunluluk halinde kürtaj hakkı tanınmasını düzenleyen 'Nüfus Planlaması Hakkında Kanun' 1965 yılında çıkarıldı.

Eşit değerde iş için kadın ve erkek işçiler arasında ücret eşitliğini sağlayan ILO sözleşmesi 1966 yılında onaylandı.

1983'te 2827 nolu Nüfus Planlaması Hakkında Kanunda yapılan düzenlemelerle, 10 haftaya kadar olan gebeliklerde tıbbi gereklilik olmadığı hallerde isteğe bağlı kürtaja ve gönüllü cerrahi sterilizasyon yöntemlerinin kullanımına izin verildi.

1998'de devlet Aileyi Koruma Yasasını kabul ederek, şiddete maruz kalan kadınları koruma gereğini tanıdı.

1998'de de, zina konusunda kadınlara yönelik ayrımcı cezalar öngören 440. Madde Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.

Türkiye, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ni 1985 yılında imzaladı. Sözleşme bir yıl sonra yürürlüğe girdi.

İlk, Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi, 1989 yılında İstanbul Üniversitesi'nde kuruldu.

Tecavüz mağdurunun hayat kadını olması halinde cezanın indirilmesini öngören Türk Ceza Kanunu'nun 438'inci maddesi, TBMM tarafından 1990 yılında yürürlükten kaldırıldı.

Yerel yönetimler özellikle şiddete uğrayan kadınlara yönelik hizmet vermeye başlarken, Türkiye'de ilk kadın sığınma evi, Bakırköy Belediyesi tarafından 1990 yılında açıldı.

Uygulanmayan ve toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine dayanan İstanbul Sözleşmesi 1 Ağustos 2014'te yürürlüğe girdi.

Editör: Haber Merkezi