Bugüne kadar kadına dair yazılan, çizilen birçok değerli köşe yazıları varken; ben de naçizane Emeğin en iyi örgütlenmiş yapısı Genel-İş, Disk bünyesinin mücadelesi içerisinde yer alan bir kadın olarak 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele gününe dair söz almak istedim.

Biraz zamanın öncesine gitmek ve oradan Anaerkil kadın dünyasından yani kadının etkin olduğu bir toplumsallaşma / örgütlenme modelinden bahsederek konuya girmek isterim. Anaerkil düzende egemenlik kadındayken, topluma kadın hükmeder, Soyu kadın belirler ve toplum içinde kadının daha çok saygı gördüğü bir toplum modelinin izleri sürdürülürdü. Kadın ve Erkeğin cinsiyet ayrımı olmaksızın besin temininde eşit role sahip olması, dayanışmanın ön planda oluşu ise yadsınamaz bir durumdu. Zaman ilerledikçe Ataerkil topluma geçişle beraber ekonomi, din, üretim araçları, töre ve aile düzeni gibi birçok toplumsal cinsiyetçiliği dayatan kavramların, toplumsal dayanışma noktasında yapılması gereken işlerde fiziksel üstünlük gereği doğduğunda erkek ön plana çıkmaya başlıyor. Zaman içinde toplumlarda erkek egemenliği öyle bir noktaya geliyor ki bugün birçoğumuz toplumlarımızın bir zamanlar kadınlar tarafından yönetildiğinden bihaberiz. Ki bugüne baktığımızda geldiğimiz süreçte ise kadına yüklenen ağır sorumluluklarla beraber kadına bakış açısı tamamen ayaklar altına alınmış, Psikolojik ve Fiziksel şiddete maruz bırakılmış, yok sayılarak toplumun posası olarak görülmeye başlanmıştır.

Birçok istatiksel verilerde bu durumu maalesef gözler önüne sermektedir. Devlet; toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sebep olduğu mağduriyetlerin çözümü, kadınların yıllarca mücadele ederek kazandığı hakların her fırsatta geri alınmasıyla değil, toplumsal cinsiyet eşitliğinin kurulması ve korunmasıyla ilgilenmesi gerekirken, sosyal medyadan da takip edildiği üzere haklarına ve mücadelesine devam eden ve destek isteyen kadınların devlet tarafından da şiddete maruz kalışı ise acı bir tablodan öteye de geçemiyor.

Ülkemizde yaşanan bu tabloda eşi tarafından kızının gözleri önünde bıçaklanırken ‘ölmek istemiyorum’ diye bağıran bir anneyi izledik. Daha 10 yaşında kadın olmak zorunda bırakılan yavrularımızın ‘çocuk gelin’ oluşuna şahitlik ettik. Henüz oyuncaklarıyla oynayan kız çocukların uğradığı taciz ve tecavüz davalarına destek verdik. Üzeri örtülmüş kadın cinayetleri ve daha birçok duymaya bile tahammül edemediğimiz olaylar yaşanıyorken seslenişimdir; Korkmadan, yılmadan, tüm yasal veya töresel baskılara ve dayatmalara rağmen susmadan tek yürek mücadeleye devam…

Kadın dendiğinde; direnişin, anneliğin, emeğin, haykırışın, mücadelenin, umudun ve yarınların adı olduğunun unutulmaması dileğiyle…