Yaz bitti. İzmir’in sahil kentlerinde muhtemelen hâlâ denize giren insanları görmek mümkün ama artık Eylül ayı ile birlikte sonbahar mevsimi geldi. Akşam saatleri serinliğini hissettiriyor özellikle de denize yakın çevrelerde. Kısa kollu gömlekler yerini uzun kollu gömleklere, tişörtlerin üstüne ince ceketler, hırkalar çekilmeye başlandı. Geceleri artık üstümüzü örtüyoruz.

Benim İzmir’de onbeşinci sonbaharım falan. Dolayısıyla insan bu mevsimde biraz daha eskilere gidiyor. Çoğu İzmirlide olduğu gibi sohbaharın nostaljik etkisi var üstümde. Okullar açılır, liseliler toplu taşıma araçlarına doluşurdu. Bu yıl öyle olmayacak. Yeni üniversiteliler gelmeyecek bu kente. Yeni aşklar da yaşanmayacak belki de. Okuldan kaçıp kafelere, Kordon çimlerine koşamayacak gençler.

Bu kentte yaşayanlar ne yapacaklar bu sonbaharda? Ama artık evlerdeyiz. Fiziksel mesafeye dikkat etmek uğruna belki sinemalara da gidemeyeceğiz eski günlerdeki gibi. Hâlbuki Karaca Sineması’nda güzel bir festival filmi izlesek güzel olmaz mıydı? Çıkınca da Sevgi Yolu’ndan, Gül Sokağa doğru film üzerine tartışmaların yaşandığı bir yürüyüş. Artık günler de kısalıyor, belki Alsancak’a varana kadar hava kararmış olacak. Kıbrıs Şehitleri Caddesi yine yoğun olacak. Caddede yürümeye devam ederken karnımızın acıktığını fark edeceğiz ve yemek için bir yere oturacağız. Yemeklerimizi beklerken film hakkında konuşmayı sürdüreceğiz. Konu sinema olunca sohbete doyum olmayacak. Yemekten sonra kahve ya da çay içebileceğimiz bir yerde oturmayı sürdüreceğiz. Evlere dönerken o günün tadı damağımızda kalacak.

Sahi tiyatrolar ne olacak? Bakanlık izin verdi de bazı oyunları görme şansımız olacak neyse ki! Eğer bilet bulabilirsek Devlet Tiyatroları’nın bir oyununu Konak Sahnesi’nde görebileceğiz. Küçük ve tatlı bir sahnesi vardır, mimarisi çok hoş görünür yanındaki büyük biçimsiz beton binalara rağmen. Hem bilet bulamamak bahane değildir, insan tiyatro sevgisine sahip ise eğer bir çok alternatifi olduğunu bilir. Salgın şartlarında inanılmaz zorluklarla mücadele etmek zorunda kalmış ve maalesef gereken desteği alamamış özel tiyatroları da var bu kentin. Belki de DT’de bilet bulamamamız bir iyilik yapmamıza vesile olur, özel bir tiyatroya da destek olmuş oluruz. Sonra belediye tiyatroları, büyükşehir belediyesinin yeni deneme sahnesindeki oyunlar da görülebilir.

Sonra bu mevsimde Kültürpark’ta yürüyüş yapmak da çok keyiflidir. Yürümek zaten açık hava etkinliklerinin en güzellerinden biridir. Bir de yanında hoş sohbeti olan birisi varsa ne kadar yürüdüğünün hiçbir önemi yoktur. İzmirliler bu konuda çok şanslıdır, hem insanları hoş sohbetlidir hem de bolca yürüyecek yere sahiptirler. Diğer büyük kentlerdeki gibi acele eden, hep bir yerlere yetişen insanlar yoktur burada. Bu nedenle yeni gelenler biraz şaşkınlardır İzmir’in durgunluğuna. Zaman biraz ağır akar İzmir’de, kötü mü işte ömrünü uzatır insanın.

Sonra da kış gelir elbette ama kış mevsimi de güzeldir bu kentin, kötü olmayan bir mevsimi yoktur aslında. Ama önce sonbaharı dolu dolu yaşayarak tadını çıkaralım.

Victor Hugo 1829 yılında yayınlanan "Les Orientales" isimli kitabındaki "La Captive" isimli şiirinde ünü batıya yayılan İzmir'i bir prensese benzetir. Şiir şöyledir; "İzmir, bir prensestir çok güzel küçük şapkasıyla. Mutlu ilkbaharlar durmaksızın onun çağrısına yanıt verir. Nasıl vazo içindeki çiçekler gülümserse, O da denizler arasından ışıldar. Hatta Arşipel'in yaratılışından çok daha tutkulu...."