İzmir’de Karaya Oturmak

Dido Sotiriyu, “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı anlatı-romanında Kahramanı Aydınlı Manoli Aksiyotis’in ağzından aktarıyor:

Köy çalgıcısı Hristo’nun İzmir hakkındaki masalları da oynaşıyor gözlerimin önünde. Panayırlarda kemençe çalıp türkü söyleyerek anlatırdı o masalları ve çocuk yüreklerimizi derin bir özlem bürürdü: ‘İzmir’i bir görsem!’… Franklar, Venedikliler, Cenevizliler, Maltalılar; Hristo’nun deyişi ile ‘İzmir’de karaya oturan’ bu üstatlar Frank-Hangarlarını yapmışlardı.”

Frank Hangarları iş, aş, emek, sömürü, kimilerine zenginlik demekti. İzmir’de karaya oturup bir daha yüzdürülemeyen takalar, belli ki çamura değil kentin ‘hayatına’ takılıp kalmışlardı. İzmir ta o zamanlardan davetkar bir kentmiş!

Kürt göçüne, Suriyeli sığınmacılara, ötekileştirilenlere karşı kışkırtılan ırkçı sapmaları, gelir uçurumu ile emek sömürüsünü de saymazsak, yeni gelenlere inceden, özgür ve kendine egemen olma kültürü aşıladığı görülmeli.

İzmir’de kamusal alandan kaçılmaz, sokaktan korkulmaz. Balkonda, Kordonda, kıyıda, kumsalda, okulda, işyerinde günün her saatinde yaşanır. 5 milyona yaklaşan nüfusa rağmen, deniz gören yerlerin sakinleriyseniz İzmir’de yaşamak hala ‘keyifli’, hala ‘kolaydır’!

Demokrasi, kişisel dokunulmazlık ve özgürlük İzmirlinin geniş ufuklu sakinlerinin karakterine sinmiştir.

Egenin ikiz kızlarından diğerinde, Selanik’te doğsa da annesini buraya emanet eden dâhinin kurduğu Cumhuriyet’e İzmirlinin bağlılığı büyüktür. Atatürk sevgisi de!

İzmir’in Aura’sı

İzmir’in, doğası, coğrafyası, iklimi, verimli hinterlandı, liman kenti olma özelliği, ticaret, hizmetler ve sanayi sektörlerindeki iş ve istihdam olanakları nüfus ve sermaye çekmesinde etkili olmuştur. Sonuçta tarihi boyunca İzmir’de, kozmopolit bir nüfus yapısı, çok renkli bir kültür harmanı oluşturmuştur.

İzmir’e göçün 1950’ler sonrasındaki profili, daha çok tarımdan açığa çıkan kırsal işgücünün büyük yerleşmelere yığılması şeklindedir. Anadolu’nun her yerinden ve çoğunlukla kalifiye olmayan nüfus gelir.

İzmir, yakın zamana kadar en yaratıcı en yetişmiş insan varlığını İstanbul’a ya da yurt dışına kaptırıyordu. Son yıllarda durum biraz değişti. Nitelikli insan varlığı bu kez İstanbul’dan İzmir’e gelmeye başladı. Öyle üç beş kişi değil binlerle…

Kendisinde özel-artı emek (değer) birikmiş insan varlığının yaratılması ve elde tutulması ülkeler arasında bile hırçın rekabet konusudur. Kapitalist kentler, “parasal” sermaye için yaptıklarına benzer; yüksek gelir, imtiyaz ve özel olanaklar sunarak yetişkin insan varlıklarına cazip olmaya çalışırlar.

Yüksek yaratıcılık sahibi ‘hemşerilerinin’ olması, yenilerinin elde edilmesi artık kent yönetimlerinin önemli uğraş alanıdır. Bu çabaların başarı düzeyleri ülke ve kentin toplumsal atmosferine çok bağlıdır.

Nitelikli insan varlığı gönencin temel kaynağı olduğu gibi, sermayenin küresel hareket yeteneğine de sahiptir. Beğeni eşikleri yüksektir. Gelişkin kültür, toplumsal ilişki çeşitliliği, doğal güzellik, kaliteli, temiz yaşam çevreleri ve özen ararlar. Ama en çok barışçı, gerilimsiz, hoşgörülü, özgür, güvenli ve esenlikli bir atmosfer vazgeçilmezleridir.

Özünde bir çeşit kentsel-toplumsal auradır aradıkları. O yoksa kaçarlar. Üstelik sadece kentten değil ülkeden de!

Kuşkusuz İstanbul’dan bükülen göçte, itici faktörler kadar, İzmir’in aurası-cazibesi de önemlidir.

Belediye çatısını kurar ama aura, toplumun eseridir. Toplum kurar, toplum korur.

İzmir’de keyifle karaya oturmuş biri olarak benden de selam olsun İzmir’e! Ondaki aura yaratan ve yaşatanlara.