Giresun Üniversitesi Eynesil Kamil Nalbant Meslek Yüksek Okulu öğretim görevlisi tarihçi Mevlüt Kaya, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Enstitüsü’nde tez ödevi olarak üstlendiği İzmir Yangını konusunu, mezun olduktan sonra daha da geliştirerek, sonunda “1922 İzmir Yangını ve Yapı Bunalımı” başlıklı bir kapsamlı esere dönüştürdü.

Bilge Karınca Yayınevi tarafından 2013’te basılan bu eser, yangın sonrasında İzmir’in içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal kaotik ortamı, kentsel bunalımları ve yapısal çöküntüyü araştırarak dalında önemli bir çalışma olarak raflarda ve arşivlerde yerini aldı. Bizim de çok önem verdiğimiz ve takdir ettiğimiz bu çalışmanın bir Anadolu çocuğu tarafından gerçekleştirilmesi önemlidir.

İZ gazetesi 100.Yıl ekinde yangından sonraki kentsel süreci de Mevlüt Kaya’nın kaleminden aktarmak istedik.



DERGİNİN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ



Yangın yıllarında İzmir

1922 Yangınının yarattığı tahribatın çapının anlaşılabilmesi açısından, yangından önceki göstergelerin durumunu da göz önünde bulundurmak gerekir. 
1918 yılında, İzmir merkezinde hanelerin durumu şöyleydi:
Müslümanların uhdesinde 21.050, Musevilerin 1.503, Ermenilerin 3.167, Rumların 11.382, ecnebilerin 9.663 olmak üzere toplamda 46.765 hane mevcuttu.
Aynı tarihte İzmir merkezinde bulunan bekâr odalarının durumu da şu şekildeydi: Müslümanların uhdesinde 322, Musevilerin 78, Ermenilerin 50, Rumların 123, ecnebilerin 68 olmak üzere toplamda 641 bekâr odası bulunuyordu.
İşgal öncesi İzmir’de üretimin arttırılması ve sanayinin geliştirilmesine ihtiyaç vardı. Çünkü İzmir ekonomisi, Avrupai ürünlere bağlı kalıyordu. Yerli üretimin yöre ekonomisinde hâkim olamaması hem üretici hem de tüketicinin şikâyetçi olduğu bir durumdu. Bunu önlemek adına tek çözüm, toprakların sanayiye yönelik olarak işletilmesi ve makineleşmenin arttırılmasıydı. Üreticiler artık, el tezgâhlarıyla rekabetin asla sağlanamayacağının bilincindeydi.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde durum aynı seyri izledi.
İzmir, yangının ardından uzun bir süre ekonomik kriz yaşadı. Krizin yarattığı malî dalgalanmalar sürerken öte yandan, imar bütçesinin yaptığı genel hesaplamalar açıklanmıştı: İmar bütçesi ‘14 küsur milyon’ civarında bir paraya tekabül ediyordu. Bunun büyük bir kısmıyla köyler inşa edilecek, harap düşen şehirlerde onarımlar yapılacaktı.
Bütçeden henüz, ‘İzmir Yangını’ sonrasında tahrip olmuş yerlerin tümü için cevap alınamıyordu. Hem İzmir’in hem de ülke genelinin ekonomisi oldukça zayıftı. Bu sıralarda, İmar Vekili bir açıklamada bulunuyordu: “Bütçeyi gelecek sene muhacir kabul edeceğimize göre yapmıştık. Onun için on altı milyon lira tahsisat istiyorduk. Hâlbuki ahiren gelecek sene muhacir kabul etmeye karar verildiğinden şimdi ona göre hazırlanıyoruz…”
Evsiz kalmaktan ziyade gıda ihtiyacını karşılayamayan birçok aile vardı. Ülke genelinde yaşanan yiyecek buhranının İzmir’e etkilerini, dönemin gıda fiyatları en açıkça ortaya koyuyordu. 1923 sonlarında ‘levazım-ı beytiye’nin piyasa fiyatları oldukça yüksekti.
Gıda fiyatlarında haftalık yüksek dalgalanmalar oluyordu. Hububat ve kuru sebze çoğunlukla dışalımla elde ediliyor, fiyat konusunda istikrar sağlanamıyordu. Savaşlardan ve ardından yaşanan yangınların tahribatından bunalmış olan halk, iş kaygısının yanı sıra aş kaygısı da çekiyordu. İşgal, yangın, mübadele ve ekonomik bunalım gibi zorlu aşamalar geçiren İzmir’de yaşam standartlarını karın doyurabilme olanakları belirliyordu. 1925 yılı pazar piyasasındaki gıda fiyatlarındaki orantısız yükseliş yangın sonrası ekonomisi hakkında fikir vericidir.

YANGINDAN GERİYE KALANLAR VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI

Dâhiliye Nezareti, İzmir merkezinde bir itfaiye teşkilatının kurulmasını uygun görse de bütçe yetersizliği buna izin vermiyordu. Oysa Osmanlı döneminde sigorta şirketleri itfaiye teşkilatları kurma işine yönelmişlerdi. Royal ve Sen adını taşıyan sigorta kumpanyalarının kurduğu itfaiye teşkilatının başına, 1897 yılında Macaristan’dan getirtilen Greskoviç geçirildi. Kumpanyalar tarafından seçilen beş kişilik heyetin idaresinde; 2 mülazım, 3 çavuş, 16 tulumbacı, 2 muavinden oluşan bir ekip oluşturuldu.
Ayrıca, bu itfaiye teşkilatının bütün masrafları sigorta kumpanyaları tarafından karşılanıyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında da İzmir’in en çok üzerinde durduğu konu itfaiyecilikti. Belediye Başkanı Uşakizade Muammer Bey zamanında gerekli adımlar atılarak itfaiyeci kadrosu 40’a yükseltildi.
İzmir Yangınının zarar bilançosu büyüktü. Evler, eğitim kurumları, hanlar, işyerleri, yollar, sağlık kurumları, oteller ve daha birçok mesken yangınla tahrip olmuştu. İzmir’in ihtiyaçları arasında barınma, eğitim, sağlık, gibi ihtiyaçlar başı çekiyordu. Sosyo-ekonomik dirilişi gerçekleştirmek için, idarecilerle halkın elbirliğiyle çalışması her alanda en gerekli koşuldu.
Yangından sonra yoksullar çoğaldı. Meskensizlik, kıtlık, paranın hızla değer kaybetmesi ve bozuk asayiş toplumun sancılarını şiddetlendiriyordu. Yangının yarattığı harabeler, İzmir’in en meşhur suç mahalli haline gelmişti. Evler, resmi daireler, oteller, hanlar, işletmeler, işyerleri ve benzer meskenler yangınla yok olmuştu. Ancak İzmir kendi kendine yetmezken, kent dışından göçmen kitlelerin geleceği haberleri İzmirlileri endişelendiriyordu.
Yangınla, camiler ve kiliselerden bazıları kullanılamaz hale geldi. Cami, hayrat ve vakıf gelirleri bu tahribattan olumsuz etkilenmişti, halk bu olumsuzluğun da tesirlerini hissetti: “İzmir, Ma’bet ve Müessesat-ı İslamiye ve akarat tahribatı: 219.000, Mefruşat (lira): 120.000, Mecmu-ı tahribat (lira): 339.000” 

ŞEHİR NÜFUSU VE AYDINLANMA

Yangının ardından kent merkezinin nüfusu, 350.000’den 130.000’e düştü. Bu düşüşte bölgeden giden gayrimüslimlerin rolü önemlidir. Rumeli’den getirilen 30 binin üzerindeki mübadille nüfus boşluğu belirli ölçüde doldurulmaya çalışıldı. 1922-1926 döneminde, vilayet ve belediye yönetiminin dörder defa el değiştirmesi İzmir’in yeniden yapılanmasında istikrarsızlık yaratmıştı. 1925-1928 döneminde kısa süreli bir istikrar sağlanabildi. 
1925’teki imar planıyla Gazi Bulvarı’nın açılmaya ve Cumhuriyet Meydanı’nın düzenlenmeye başlanması, kentin kanalizasyon haritasının çıkarılması, telefon hattı, mezbaha ve yeni meskenlerin yapımının hızlanması istikrarı hissettiren gelişmeler oldu.
İzmir’de 1922’ye kadar aydınlanma havagazı ile sağlanmaktaydı. Büyük yangın, havagazı şebekesini tahrip etti. Yangından önce havagazı tesisatının 9000 abonesi varken, yangından sonra 500 abonesi kalmıştı. 1923’te İzmir’in aydınlanma sorununu kısa sürede çözebilecek bir kuruluş yoktu.
Kimya sanayi kategorisinde bir havagazı şirketi bulunuyordu ve yukarıda adı geçen müesseseler gibi, motor gücüyle çalışıyordu. Beygir gücü ise 128 idi. Üretim yerleri Ankara sineması (Türk ve İtalyan ortak) hariç, 1923 yılında tamamen Türklerin elindeydi.
 Çalışmalar giderek hızlandırıldı ve 1924’e gelindiğinde şehirde hem havagazı hem de elektrikle aydınlanma sağlandı.
İzmir Ticaret Odası binası da yangınla tahrip olmuştu. Ancak, milli tüccarların 1927 yılındaki girişimleriyle, İzmir Ticaret Odası binası yeniden inşa edildi. Yangın yıllarına bakıldığında; İzmir İktisat Kongresi’nin toplanacağı ve dolayısıyla belli bir masrafın gerektiğine dikkat çeken oda, valilikten istediği nakdi yardımı (1000 lira) alamamıştı. 1922 yangınına kadar gayrimüslimlerin elinde olan oda, artık Türklere aitti. 
Birçok zorluğa rağmen Türkiye İktisat Kongresi toplanarak dünyaya bir mesaj vermişti: “Uygar başka uluslar kadar uygarız!” ve “Milletimiz mazisinden değil, artık istikbalinden mes’uldür.”
Kurtuluştan önce İzmir’de işyerlerinin çoğu yabancıların elindeydi: Sigorta şirketleri, avukat büroları, bankalar, kafeler, komisyoncular, şekerci ve pastacılar, ayakkabıcılar, pamuk işletmeleri, dericiler, zahireciler konfeksiyoncular, oteller, dikiş makinesi kurum ve acentesi, manifaturacılar, doktor yazıhaneleri, çeşitli tüccar mekânları, sigara kâğıtçıları, eczaneler, hırdavat dükkânları, meyan kökü işletme yerleri, lokantalar, terziler, zücaciyeciler, incir, pamuk ve susam tüccarları, kuru yemiş iletmeleri, pamuklu basma işletmeleri, yağhaneler, şarap ve likör işletmecileri. Yangının ardından başlatılan yeniden yapılanma sonrasında her alanda yerlileştirme gerçekleşti.

YANGIN SONRASI YENİDEN YAPILANMA HAMLELERİ

İzmir için çok önemli bir ticari merkez olan fuar alanı yangının enkazından arındırılarak, saygın ve modern hale dönüştürülüyordu. Fuara katılacak olan yerli ve yabancı kuruluşlar için, Mimar Necmettin Emre ile Mimar Vedat Ar tarafından 14 büyük pavyon inşa edilmişti. 1929-1935 yılları arasında İzmir fuarının katılımcı sayısı şöyleydi:
1929: Fuar açıldı. Katılımcı yerli-yabancı firmalar ile katılımcı sayısı kayıtlarda yoktur.
1932: Fuar milli mahiyette hizmet verdi. 21 yerli, 48 yabancı firma ile 164.311 ziyaretçi katıldı.
1933: Fuar milli mahiyette hizmet verdi. 23 yerli, 50 yabancı firma ile 168.877 ziyaretçi katıldı.
1934: Irak, İngiltere, S. Rusya katıldı. 30 yerli, 66 yabancı firma ile 286.259 ziyaretçi katıldı.
1935: İran, İtalya, S. Rusya, Yugoslavya ve Yunanistan katıldı. 38 yerli, 208 yabancı firma ile 311.009 ziyaretçi katıldı.
1926’da Amerikan basınında yer alan bir makale, İzmir’de tartışma yaratmıştı: “Türkiye Dört Senede Ne Yaptı?” Henüz ekonomik sorunları sürmekte olan Türkiye, Anadolu’daki yangınların ardından, şehirlerin yeniden yapılanması için birçok ülkeden yapı malzemesi ithal ediyordu. İzmir’de büyük bir kereste buhranı yaşanıyordu. Ülke ithal ettiği yapı malzemelerini gerekli ölçülerle kullanabilecek teknik elemana sahip değildi. Bu durum şehirde yapılanma ve kalkınmanın hızını düşürüyordu. Mevcut kamu çalışanları ise ekonomik durumlarından memnun değildi.
Bu yıllarda bir gazetenin fiyatı ise 3-5 kuruş civarındaydı.  Yangından zarar gören kurum ve kuruluşlardaki birçok personel işsiz kalmıştı. Personel sayısı azalırken, hizmet kalitesi de düşmüştü. 1923 yılında Türkiye’de 1.655 sağlık personeli vardı. Kişi başına düşen sağlık personeli sayısı ise 7.500 civarındaydı. 1923’ten sonra başlayan ve yıllarca süren un ve ekmek bunalımlarının gündelik yaşamı açmaza sürüklediği bir gerçekti.
Ziraat Bankası, İzmir ve İstanbul’da üreticilere ve tüccarlara maddi destek sağlamaya başladı. Yangında mal ve mesken kayıpları yaşayan tüccarlar, bankanın yardımlarıyla biraz toparlanmış olacaklardı.
Yirmi milyon sermaye ile bir imar bankasının kurulması teklifi, kurtuluş sürecinde yangınla tahrip olan kentler için teselli kaynağı olmuştu. Yangının enkazını kaldırarak kurum binalarını yeniden tesis etmek, bundan sonrası için atılacak en önemli adımlardan biriydi. Mevcut sandıklar ıslah edilerek yeni bankaların kurulması planlanıyordu.
1926’da İzmir’de, Mimar G. Mongeri tarafından Osmanlı Bankası inşa edildi. Bina, I. Milli Mimari Dönemi yapılarındandı ve Ankara’da bulunan Osmanlı Bankası’nın bir benzeriydi. 1928’de Türk Ekonomi Bankası’nın, 1930 yılında İzmir Ziraat Bankası’nın da yapılmasıyla şehirde önemli gelişmeler yaşandı.
Yangın öncesi yıllarda belediyenin birçok gelir kaynağı mevcuttu. Meskenlere endeksli sürekli gelirlerin önemli bir kısmı yangınla yok oldu. Belediye bütçesi yangının enkazı karşısında yetersiz kalmış, çözüm ise yeni kurulan birliklerden beklenir hale gelmişti. 1926-1927’de İzmir’de Harikzedeler Birliği Cemiyeti’nin yeniden yapılanma adına önemli faaliyetleri olmuştu. Ayrıca Mühendisler Muallimler Birliği kurularak, şehrin yapılanmasında düşünce ve faaliyet adına etkin bir adım atıldı.
Yeniden yapılanma döneminde, kurum binalarının inşası için malzeme ve uzman konusunda dış-alım gerekiyordu. Dış-alım, yüksek meblağlarda döviz gerektiriyor, dışalımlarda çoğu kez kullanılan İngiliz Sterlini yükselişini sürdürüyordu.
Yangından sonra 60 civarında okulun onarım ve diğer giderleri için 1923 yılında 555.000 kuruş harcandı. Üç adet hastaneden birinin inşaatı sürüyordu. 1927’de bu hastanelerdeki personellerin maaşlarının ödenmesinde sıkıntı yaşanıyordu. Aynı yılda İzmir’de çeşitli statülerdeki kurum ve kuruluş binalarının sayısı 140’a ulaşmıştı. 
İzmir’in yenilenmesi hususunda şehir yöneticileri İş Bankası’nın desteğini almak istiyorlardı. Maliye Nezareti’nin kefaletlik etmesiyle istikraz sağlanabildi. Haziran 1929’da İş Bankası ile İzmir Belediyesi arasında anlaşma imzalandı. İzmir bundan payına düşeni on taksitte ve yüzde 8 faizle geri ödeyecekti. Alınan 2.000.000 lirayı, Dâhiliye Vekâleti ilgili kanunun verdiği yetkiyi kullanarak, şehrin inşa ve onarımı için tasnif etti.
Şehirde kamuya ait her türlü mesken ve tesisat yenileniyordu. Kadifekale’ye bir su deposu yapılıyor, havagazı fenerlerinin sayısı arttırılıyordu. 1925’te zirveye ulaşan ekmek buhranı, telefon ve tramvay yetersizliği gibi başlıca sorunlar yavaş yavaş çözülüyordu. Yeni yollar yapılıyor, ulaşım iyileştiriliyordu.
İzmir, yangından sonra yaşanan tüm ekonomik sorunlara karşı yerli üretimin gerekliliğinin bilincindeydi. Milli Ekonomi ideali zaten Türkiye İktisat Kongresi’nde açıkça ifade edilmişti. 1925 yılı inşaat malzemeleri fiyatındaki aşırı yükseliş de yerli üretime yönlendirici bir durum haline gelmişti.

İZMİR'DE GÖÇMENLERİN İSKANI

1921-1927 döneminde İzmir şehrine göçmen sıfatıyla 30.095 kişi geldi. Millî Mücadele döneminde işgal altında bulunan yerlerden, başka yerlere kayan nüfusun yerleştirme, denetim ve çeşitli sorunlarıyla Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti’ne bağlı bulunan Muhacirin Müdüriyeti ilgileniyordu. 13 Ekim 1923’te Mübadele, İmar ve İskân Bakanlığı kurulmuş, 15 Ekim 1923’te yapılan bir seçimle İzmir mebusu Mustafa Necati Bey, bakanlığa atanmıştı. Mustafa Necati Bey, bu yönde tüm yurtta olduğu gibi, doğduğu şehir İzmir’de de çok önemli çalışmalar yaptı.
Lozan Mukavelenamesi’nde, ahali mübadelesi için bir bütçe oluşturma kararı alındı. Dâhiliye Vekâleti bütçesinden 3.000.000 lira ayrıldı. Maliye Vekâleti, icra vekilleri heyetine tebligat vererek bu bütçenin, ilgili makama memur atamaları, sevk, iaşe, iskân, tamirat, inşaat ve tedbir-i sıhhiye masrafı için ayrılmasını sağladı.
1924’te İzmir İskân Müdürü İhsan Paşa, aynı yılın mayıs ayı sonuna kadar şehre gelecek olan 43.000 göçmen için gerekli hazırlıkların tamamlandığını ifade etti. Yerli halk, bundan rahatsız değildi ancak iyileştirmede önceliğin kendilerine verilmesini beklemekteydi. Sürecin devamında Torbalı’da yaşanan depremle şehirde mesken ihtiyacı bir kez daha arttı.
1924’te Yunanistan’dan İzmir’e gelen Müslümanların geride bıraktıkları mallarla ilgili, İmar ve İskân Müdüriyeti tarafından bir bildiri yayınlanarak mübadillere duyuru yapılmıştı. Bildiriye göre; geride kalan malların karşılığı, “Yunanlardan ne surette ve hangi şartlardaki beyannamelerle alınabilir” konusuna çözüm bulunmaya çalışılıyordu. Çünkü hem ülke genelindeki hem de İzmir’deki mal ve meskenler, iskân açısından yetersizdi.
Cumhuriyetin ilk on yılında, ülkeye gelen göçmenler için 100.000 kadar konut inşa edilmiş, bu sayı İkinci Dünya Savaşı yıllarında 132.150’ye çıkarılmıştı. Bu da 1960 yılına kadar göçmenler için yapılan meskenlerin yüzde 77’sini oluşturmuştu.
Göçmenlerin Rumlardan kalan evlere yerleştirilmesi ve bazı kitlelerin izinsiz olarak bu evlere girmesi, fuzuli işgal sorununu gündeme getirdi. İskân teşkilatı, bu hususta eleştirilere hedef oluyordu. Hükümet ise iyileştirme kanunlarıyla, imkânlar çerçevesinde halkın refahı için çabalıyordu. 1924 yılında tesis edilen Emin ve Hilmi Bey’ler önderliğindeki Türk İmalat ve İnşaat Şirketi; inşaat, fabrika, mobilya ve kapı-pencere yapım işlerini üstlenmişti. İzmir merkezli olan ve bazı yerlerde şubeleri bulunan bu şirketin amacı, memleketin imarına katkıda bulunarak, sanayinin gelişmesinde etkili olmaktı.
Aynı yıllarda, mesken ihtiyacının karşılanması için, hanlar odalara bölünerek evlere dönüştürüldü. Şehre gelen evsizler için bu bir çözümdü. 
Ancak yerli olduğu halde evi olmayanlar da vardı. Yoksulluğun tırmanışa geçtiği bu dönemde, şehirde bir yıllık ev kiraları, savaş yılları öncesindeki bir evin satış fiyatı kadardı. 1930 yılında ev kiraları, 1914 yılına göre 16,5 kat artmıştı.
1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, zirai ürünlerin piyasadaki yerini tersyüz etmişti. Köylü şehre mal indiremiyor; şehirli de ihtiyaçlarını karşılayamıyordu. Kalkınmaya çalışan İzmir, devlet bütçesindeki sıkıntılar yüzünden dalgalı piyasadan da faydalanamıyordu. Bu dönem, İzmir için ne kadar ağır ise, ülke için de o kadar ağırdı. Dış ticaret sorunluydu, ülke neredeyse ihracatının 5-6 katı kadar ürün ithal ediyordu.
İzmir mesken bunalımıyla meşgulken, Türk Lirası değer kaybetmeye devam ediyordu. Rakamlar akşamdan sabaha büyük değişiklikler gösterebiliyordu. Dış-alımı zorunlu olan yapı malzemeleri malî krize kapı açıyordu. Örneğin 1927’de, ithal edilen çimento için, 6.8 milyon TL, 1932 yılında ise 1.4 milyon TL harcama yapılmıştı. Bu durum, İzmir’in mesken bunalımını bitirecek sürecin şartlarını daha da ağırlaştırdı. 1927-1928’de 14 kaza, 27 nahiye ve 660 karyeden oluşan İzmir’in, 1926-1927 yıllarındaki geliri 2.434.171 lira idi.
Yangın sonrası hazırlanan kent planları dâhilinde, İzmir’de ilk yılda 290 bina yapıldı. 1926 yılında 420, 1927 yılında ise 320 bina yapılabildi. 1928 yılına gelindiğinde, belediye 940 yeni binaya ruhsat vermişti. 1932 yılında ise çalışmaların hızlanmasıyla 575 ev inşa edildi. Yaşanan inşaat malzemesi buhranının mesken inşasındaki olumsuz etkisi kaçınılmazdı. Fiyatlar giderek yükseliyor, piyasada az bulunan ve karaborsaya düşmüş olan levazımat-ı inşaiye mesken bunalımını arttırıyordu. Çimento, demir ve kereste bunalımı salgın bir hastalık gibi şehri sarmış, imar ve iskân işlerini erteletmişti. Resmi ve sivil meskenlerin yapımı, olması gerekenden daha çok zaman alıyordu.
Dönemin basınından elde edilen bilgilere göre; 1923 Eylül’ünde İzmir şehrinde emval-i metrukeden kalma 10.000 civarında mesken vardı. Bunlara 50.000 aile yerleştirilecekti. Ancak bunların büyük bir kısmı harap haldeydi. Onarımı içinse en az 2-3 milyon lira gerekiyordu. Bu para şehir bütçesini aşıyordu. Devlet bütçesinden bu miktarda bir yardım beklemek de beyhudeydi. Çünkü bu tür acil ihtiyaçları olan sadece İzmir değil, Çanakkale, İstanbul ve Anadolu’nun her yanında birçok şehir vardı. Bütçeyi çıkmaza sürükleyen ve şehir işlerinin karışık olduğu bu yerlerde, muhacirlerin başka ihtiyaçları da vardı: Mal ve gayrimenkuller. Zor bir vapur yolculuğuyla taşınan muhacirlerin büyük çoğunluğuna Ekim 1923’te, elli dönümü geçmemek şartıyla, arazi verileceğine dair karar alınmıştı.
1929 yılında Dünya Ekonomik Bunalımı’nın ağır yansımalarıyla, ekonomik yetersizliği zirveye ulaşan İzmir’de emval-i metruke işleriyle ilgili sancılar daha da artmıştı. Metruk Mallar İdaresi’nden çoğu kişi şikâyetçiydi. İzmir İskân Dairesi’nin kayıtlarına göre, İzmir sınırları dâhilinde 60.000 mübadil vardı. Bunlara ait 7000 dosyadan, yıllardır ancak 550 dosyanın işlemi yapılmıştı. Bu yönde basına yansıyan isyanlar, iskân işlerinin gerektiği biçimde halledebilmesi için “iş bitirici” nitelikte bir çalışma gerçekleştirilmesi yönündeydi.
İzmir’in imar ve inşa faaliyetlerinde, resmi kuruluşlar kadar özel teşebbüsler de etkindi. 

YANGIN İZMİR'İN SOSYAL YAPISINI DEĞİŞTİRDİ

1922 İzmir Yangını, son asırda İzmir’in sosyal yapısını değiştiren önemli bir olaydı. Yunan işgalinin bitişi ve yabancı unsurların şehirden çekilmeye başlaması, şehirde kısa süreli bir nüfus boşluğu yaratsa da ardından kitleler halinde göçmenler iskân edilerek bu nüfus boşluğunu doldurmuşlardı.
İzmir’in yeniden inşası, şehir idaresinin ekonomik ve politik yönden zayıfladığı ve aynı zamanda ülke bütçesinin güçsüz olduğu dönemlere tesadüf etmişti. İzmir’in işgalden sonra yaşadığı en büyük talihsizlik, belki de buydu. İç mali krizlerin yanı sıra 1929’dan itibaren hızla dünyayı saran büyük ekonomik bunalım, şehrin yeniden inşasını geciktiren etkenler arasında yer aldı.
Yangından sonra, mimaride millileşme yolunda önemli adımlar atılmıştı. 
Bu süreçte, çoğu şehri yangınlardan tahrip olmuş Anadolu, kalkınmada yerli üretimin önceliğine inanmıştı. Kentleşmenin hızlı ve modern bir biçimde gerçekleşmesi için Avrupaî kent planı tarzları incelendi. Gerekli bulunan örnekler alındı ve Anadolu çağdaş bir görünüme bürünmeye başladı. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin köklü tarih ve kültüründen beslenen geleneği dikkate alınarak uygarlık yolunda şehirler yükseldi. Yanık tüm Anadolu şehirleri gibi, İzmir de küllerinden doğdu.”

Talat Ulusoy büyük soygun olduğunu iddia eder

Bazı kişiler Emperyalizmi görmemezlikten gelirler. İzmir’i Türklerin yaktığına, etnik temizlik yapıldığına ve yangın sonrasında Rum-Ermeni malların yağma edildiğine dair kesin ve tartışılmaz hükme inanan yazar Talat Ulusoy, TBMM tutanaklarını da kendine göre yorumlayarak şu iddialarda bulunmuştur:
“.. Cumhuriyet” kurulmuştur. 21 Haziran 1924 tarihli Akşam gazetesi “İzmir’de Neler Bıraktılar?..” başlıklı, birinci sayfadan verdiği haber içinde “yangında yanmamış” yapılarla ilgili şu bilgiyi aktarır:
“Terkedilmiş mallar olarak 12.278 hane, 2831 mağaza, 89 fabrikadır. Ayrıca insan değiş tokuşuna (mübadele) dahil edilecek İzmirlilerin terk edilmiş malları şu miktardır: 19.687 hane, 2173 dükkân ve mağaza, 79 fabrika, 2 hamam, 1 hastahane. 
Son olarak Ermeni ve Musevilerin “bıraktıklar” (!) mallar sayılır: “1600 hane, 648 dükkân, 10 fabrika. Ecnebilerin (yabancıların) terk (!) ettikleri malların tespiti ise henüz bitirilememiştir!
Ve yüz yıldır bu topraklarda “haram mal” paylaşımı kavgası sürer gider. Kurtuluşun ve Kuruluşun yağmacı ve soyguncularının yakasına yapışılamaz ve bu Cumhuriyet tarihi boyunca “yol” olur: Çalan kurtulur!
Gelelim düşünce ayrılığı noktasına: En “vicdanlı İttihatçı” yağma yapılsın ama “ganimet” kişilerin değil “devlet”in olsun der. Bunlara “devrimci-devletçi” diyelim. İttihatçıların arta kalanı, “yağma” yapılsın ve “ganimet” benim olsun, der. Bunlara da kimileri “serbestiyetçi” diyelim. Ama sonuçta ikisi de Çanakkale, Sarıkamış, İstiklâl Harbi hamaseti üzerinden yedikleri “haram”ı “zafer” ile taçlandıran İttihatçılardır.
Son söz: Demek ki “Zulmün üstü zaferle örtüldüğü” zaman yalnızca zalim kahraman olmuyor, hırsız da “aklanıyor.” (Talat Ulusoy - İzmirizmirnet. - İzmir Hatırlıyor - 14 Eylül 2015 - 9 Eylül 1922: Büyük İzmir Soygunu.)

Editör: Haber Merkezi