Zenginlik ve yoksulluğun izafi yani göreceli olduğu doğrudur. Aynı miktarda para ya da eşyaya verdiğimiz önem her birimiz için farklı olabilir. Kimisi beş bin lirayla bir ay boyunca ailesini geçindirirken kimisi bu parayı bir akşam yemeği için kolayca harcayabilir. Paraya verdiğiniz değer, yaşamınızı sürdürürken temin etmeye çalıştığınız ihtiyaçlara yönelik tercihleriniz bazen cimrilik gibi içten gelen duygulardan kaynaklansa da hemen her zaman ekonomik durumunuz ve yaşam tarzınızla ilgilidir.

Kendileri için her türlü şatafatı normal gören, kamu kaynaklarıyla sahip oldukları debdebenin itibar (!) için gerekli olduğunu söyleyenler için emek harcamadan kazandıkları paranın değeriyle miktarı arasında oran olmayabilir. Böyle olduğu içindir ki kendisini atayan siyasi iktidara yakın çevrelerin içinde olduğu şatafata bakıp, etrafında aç açıkta kimse görmeyen Tarım Bakanı’nın “Türkiye’de aç ve açıkta kimse yoktur” demesi kendi içinde tutarlıdır. Ya da TBMM kürsüsünden “millet aç, milletin midesine sadece kuru ekmek giriyor” diyen CHP milletvekiline “o zaman aç değiller” diyerek kendince dalgasını geçen Ak Parti milletvekilinin sözlerinde bir tuhaflık yok. Ya da sahura gittiği öğrenci evinde hayat pahalılığı ile ilgili şikâyetleri dinledikten sonra mutfakta pişen menemene iki parça sucuk atıldığını görüp “menemene sucuk atmışlar, hani hayat pahalıydı” diyerek insanların yoksulluğunu alaya alan grup başkan vekili iktidarın bakış açısını temsil ediyor.

Zenginlik ve yoksulluk nihayetinde parayla ilgili bir durum ama anlaşılan o ki “milletin adamı” olmak, itibar, tevazu, vatanseverlik, bağımsızlık, egemenlik gibi kavramlar da bazıları için izafi olmuş. Öyle olduğundan kendilerine her yolu mubah gören, kamu kaynaklarını kendi iktidarlarını sürdürmek için harcamada beis görmeyenlerin, “biz milletin içinden geldik, milletin adamıyız, milletimizle birlikte yaşayacağız” deyip dört odalı milletvekili lojmanlarını sattırıp, bin küsur odalı saraylara, rezidanslara taşınanların pazarlardan sebze artığı toplayanları görmelerini beklemiyoruz. Yandaşı kitlelere vur patlasın çal oynasın eğlenceler tertip edip liyakate bakmadan makam, mevki, para sunanların kalacak yer bulamadığı için kaydını dondurup memleketine dönen gençleri, okulu bitirdikten sonra işsiz kalanları, çocuklarına bırakın iyi bir geleceği karnını doyuracak yiyeceği bulamadığı için kahrolan babaları anlamalarını da beklemiyoruz.

Fakat halka açlığı, yoksulluğu, bir lokma bir hırkayı reva görenler, geminin en afili yerinde oturup, üretilen her şeyi kendi başlarına tükettikten sonra gelecekleri tehlikeye girince “hepimiz aynı gemideyiz” teranelerini yutmamızı beklemesin. 34 evladımız Rus uçaklarıyla vurulup şehit edildikten sonra bu acı haberi valiye açıklattırıp Rus liderin kapısında bekletilenler bize vatanseverlik öğretmesin. En büyük İsrail karşıtı olduklarını söyleyip, Mavi Marmara gemisini dualarla uğurlayıp, yurttaşlarımız öldürülünce önce gözyaşı döküp sonra “giderken bana mı sordunuz” deyip davaları geri alanlar insan haklarından, “davadan” bahsetmesin. Şehrin göbeğinde, önce boğulup, sonra parçalanıp cesedi yok edilen bir gazeteci için açılan davayı kim bilir hangi nedenle cinayeti işleyenlerin eline teslim edenler yargı bağımsızlığından devletin egemenlik yetkisinden dem vurmasın.

Ülkenin bekasının kendilerine bağlı olduğunu sananlar merak buyurmasınlar; bu ülkenin namuslu, dürüst, çalışkan evlatları vatanseverliği de ülkesinin egemenliğine sahip çıkıp onurunu korumayı da açlığı ve yoksulluğu yenmeyi de binlerce yıldır biliyor ve gereğini yapıyor. Yapmaya da devam edecektir.