Ulusların tarihlerinde öyle günler vardır ki onlar, yarattığı algı ve kolektif bellek açsından ulusal aidiyetin en önemli kilometre taşları olmuşlardır. İşte 15 Mayıs 1919 tarihi de genelde Türkiye ve Türkler, özel de ise İzmir ve İzmirliler için böylesine önemli günlerden birisidir. Zira yüzbir yıl önce, 15 Mayıs 1919 Perşembe günü İzmir, başta İngiltere, Fransa ve ABD olmak üzere emperyalist devletlerin ortaklaşa almış oldukları bir kararla Yunan ordusu tarafından işgal ediliyordu.

O sabah İzmir’de karaya çıkan Yunan askerlerine karşı kalabalığın içerisinden sıkılan ilk kurşun; Mustafa Kemal önderliğinde sürecek ulusal bağımsızlık savaşımızın ilk kıvılcımı olduğu kadar, Kuva-yı Milliye ve Müdafaa-i Hukuk ruhunun tam bağımsızlık şiarıyla tüm Anadolu’da uyanışının da öncüsüydü.

Nitekim, İzmir’in işgal edileceği haberini bir gün önceden alan İzmirliler bu olup bitenler karşısında tepkilerini ortaya koyabilmek amacıyla İzmir Sultanisi’nde toplanarak bir bildiri hazırladılar ve İzmirlilere bu bildiriye göre hareket etmeleri gerektiği duyuruldu. Mustafa Necati, Moralızade Halit ve Ragıp Nurettin Beylerin Redd-i İlhak Cemiyeti adına hazırladıkları bu bildirinin basılarak Türk mahallelerine dağıtılması uygun görüldü. Gerçekten de bu bildiri metnine uygun olarak İzmirliler işgalden bir gün önce Maşatlık’ta toplanmışlar ve bu haksız işgali protesto etmişlerdi.



DERGİNİN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ



15 Mayıs sabahı tanyeri ağarırken Karaburun açıklarında hafif dumanlar yükselmeye başladı. Giderek arttı. Yunan savaş gemileri İzmir’e doğru yol alıyordu. Rumlar Kordon’da toplanmaya başlamıştı. Bunlar yalnız yerli Rumlar değildi. Manisa, Nif (Kemalpaşa), Söke, Aydın vb. yerlerden gelen Rumlar, Yunan askerlerini karşılamak ya da yüksek yerlerden zırhlıların limana girişini seyretmek için can atıyordu. Bütün ev ve iş yerleri akşamdan Yunan bayraklarıyla donatılmıştı. Türkler bütün olup bitenleri kaygılı bakışlarla izliyordu. Çıkarma Punta’dan Avcılar Kulübü önünden yapılacaktı. Efzun Alayının da Karantina’dan çıkarma yapmasına karar verilmişse de buranın yetersizliği yüzünden bundan vazgeçilmiştir.

Avcılar Kulübü önünden karaya çıkan Yunan askerlerini en başta ruhani giysilerini giymiş papazlar karşılıyor, Metropolit Hristotomos efzunları kutsuyordu. Rum halkı askerlere sokularak onların ellerini öpüyor, subayları kucaklıyordu.

İşgal bütün yurtta büyük bir tepkiyle karşılanmış ve yurdun her tarafında işgale karşı mitingler tertiplenerek ve telgraflar çekilerek bu haksız durum protesto edilmiştir. İnegöl’den Nevşehir’e, Çatalca’dan Silifke’ye, Beyşehir’den Keskin’e Üsküdar’dan Mudanya’ya Kınık’tan Alaşehir’e varıncaya kadar yurdun dört bir yanında gerçekleştirilen protestolar aslında Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’da Anadolu topraklarına geçtiğinde başlatacağı ulusal kurtuluş hareketinin keşif kollarıydı.

Bu miting ve prostesto telgraflarında dile getirilen düşünceler üç yıl sürecek Türk’ün ateşle imtihanının başlangıcını haber veriyordu. İzmir’in işgali üzerine yaklaşık 10 bin protesto telgrafının kaleme alınması bize gösteriyor ki emperyalist devletlerin jandarmalığını yapan Yunan ordusu tarafından 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgal edilmesi bütün yurtta kolektif milli bilincin uyanmasını sağlamıştır. Bu kolektif bilinç Mustafa Kemal Paşa’ya ulusal bağımsızlık ve egemenlik düşüncesine dayalı tam bağımsız yeni bir Türk Devleti kurma yolunda önemli bir toplumsal taban oluşturmuştur.

15 Mayıs 1919 sabahı Konak Meydanı’ndaki askeri kıraathanenin önünde elinde Yunan bayrağı taşıyan bir Yunan teğmenini sıktığı ilk kurşunla öldüren ve sonra ilk kurşunu sıktığı yerden yüz elli metre uzakta Yunan askerleri tarafından vurularak şehit edilen, valinin ve kolordu komutanının, yani İzmir’de vazifeli resmi Osmanlı görevlilerinin teslimiyetçi tutumlarına rağmen tek başına direnen kişi, Hasan Tahsin’den başkası değildi. Peki, kimdi Hasan Tahsin?

1888′de Selanik’te doğan, tıpkı Mustafa Kemal gibi önce Şemsi Efendi Okulu’na giden, daha sonra gittiği Fevziye Mektebi’nde sonradan İttihat ve Terakki’nin maliye nazırı olacak Cavit Bey’in denetimi ve gözetimi altına girerek bütün yaşam çizgisi değişen ve asıl adı Osman Nevres olan bu idealist, maceraperest, ittihatçı, teşkilat-ı mahsusacı, gazeteci, yurtsever gencin otuz bir yıllık yaşamı, Osmanlı Devleti’nin batı emperyalizmi karşısında çözülüşü ile paralellik taşımaktaydı.

1909 ile 1914 yılları arasında Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nde siyaset bilimi üzerine eğitim gören, bu sırada Belçikalı sosyalist düşünür Emile van Der Velde’nin konferanslarını takip eden Hasan Tahsin, dönüşünde ittihatçılarla birlikte çalışarak Teşkilat-ı Mahsusa’ya girdi. Teşkilat-ı Mahsusa’daki ilk eylemlerinden birisi de 1914 yılında Romanya’da Osmanlı devleti aleyhine çalışan Buxton kardeşlere karşı düzenlenen başarısız suikast girişimiydi. Hasan Tahsin takma adını ilk kez bu suikast girişimi sırasında kullanır ve bir daha bırakmaz…

1918 yılı ortalarında gazete çıkarmak için İzmir’e gelen Hasan Tahsin, fessiz giydiği koyu renk elbiseler ile hemen dikkat çekiyordu. Birinci Kordon’daki Sporting Kulüp’ün birkaç sokak arkasında tipik bir Rum evini kiralayarak burada yaşamaya başlayan Hasan Tahsin, 11 Kasım 1918 tarihinde Hukuk-u Beşer (İnsan Hakları) adlı gazetesini çıkarmaya başlar. Ancak, Hasan Tahsin’in mali gücü gazetenin yaşaması için yeterli olmaz. Hukuk-u Beşer’in kapanmasından sonra ise “Sulh ve Selamet” gazetesinde özellikle savaş zenginlerine karşı yazılar kaleme alır. Gazete, aynı zamanda daha sonra siyasal partiye dönüşecek olan Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti’nin İzmir’deki yayın organı durumundaydı.

Hasan Tahsin gerek Hukuk-ı Beşer gerekse Sulh ve Selamet Gazetesi’nde gerçekten ilginç yazılar kaleme alıyordu. 1919 yılı koşullarında bolşeviklikten farklı olarak yerli bir sosyalizmin olabilirliğini bu yazılarında tartışmaya açan Hasan Tahsin şehirde hemen herkesin dikkatini çekmekte gecikmiyordu.

Yaşam öyküsü bir imparatorluğun çöküş süreciyle özdeşleşen Hasan Tahsin, 14 Mayıs günü Maşatlık’ta İzmir’in işgaline karşı düzenlenen mitingi yeterince heyecanlı bulmamıştı. Bu nedenle tek başına bir eylem yapmayı kafasına koymuştu. 15 Mayıs 1919 sabahı saat 11.00 sularında “Zito Venizelos” nidalarıyla Pasaport ve Gümrük yönünden Konak’taki saat kulesine doğru ilerleyen Yunan kuvvetlerine karşı sıktığı ilk kurşun, aslında bir ulusun uyanışını, bir devletin kuruluşunu müjdeliyordu.

9 Eylül 1922’de Mustafa Kemal Paşa’nın “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir!... İleri!...” komutuyla İzmir’e giren muzaffer Türk orduları üç yıl üç ay sürecek olan bu devasa kurtuluş mücadelesini başarıya ulaştırıyordu. İzmir işgali ve kurtuluşuyla bu mukaddes savaşın öncü kenti oluyordu.

Türk ulusu Mustafa Kemal Paşa önderliğinde 20. yüzyılda emperyalizme karşı ilk ulusal bağımsızlık hareketini gerçekleştirdi. 26 Ağustos 1922’de TBMM’nin Başkomutan Mustafa Kemal önderliğinde giriştiği Büyük Taarruz sonucunda 9 Eylül 1922’de yani üç yıl dört ay sonra İzmir emperyalist işgalden kurtuldu.

KÜÇÜK ASYA MACERASI

Aslında Yunanistan, Megali İdea ideolojisi çerçevesinde işgal planlarını Küçük Asya’da uygulama alanına koyarken emperyalizmin bir anlamda taşeronluk görevini de üstlenmişti. Yunan kamuoyunda bu macera çok ciddi eleştirilere de konu olmuştu. Örneğin, Niko Pysrukis adlı bir Yunan yazarının kaleme aldığı “Küçük Asya Dramı” adlı kitapta bu taşeronluk işinin Yunanlılara nasıl verildiği şu sözlerle dile getirilmişti. “Müttefikler Yüksek Konseyi Türkiye’de asayişin sağlanması ve Yakın Doğu’nun rahatça paylaşılması amacıyla bu işi başaracak yabancı bir jandarma aramaktaydı. Emperyalistlerin Musul ve Mezopotamya petrollerinde gözü vardı. Limanlar ve ulaştırma kavşakları bakımından da çekişmeler oluyordu. Sonra Kafkas petrolleri ve Sovyet Rusya’ya müdahaleleri de söz konusuydu. Bütün bunlar Yakın Doğu için küçük bir jandarma bulunmasını zorunlu kılmıştı. Bu rolü oynamak için ortaklaşa güvenilecek bir devlet bulunamıyordu. Böylece müttefikler Yüksek Konseyi 6 Mayıs 1919 günü aldığı bir kararla Türkiye’de jandarma görevlisi olarak Yunanistan’ı seçiyordu. Bu ortak bir karar olmaktan çok İngiliz görüşünün zorlanarak kabul ettirilmesiydi. Lloyd George kendi ifadesine göre Yunanistan’ı İngiliz camiasının birliğini sağlayacak büyük yolun en uygun bekçisi sayıyordu”.

Bu ifadelerle birlikte Yunanistan’ın Küçük Asya macerasına nasıl itildiğini açıklayan ve Megali İdea düşüncesinin bu emperyalist yayılmaya teorik bir çerçeve oluşturduğunu ifade eden Pysrukis, Anadolu ve Ortadoğu üzerinde petrole dayalı emperyalist çıkarların Yunan ordusunu Anadolu topraklarına gönderdiğini şu çarpıcı sözlerle ifade ediyor: “…. Yunan ordusunu Caltrope, Caltrope Churchill, O’na da Shell Şirketi’nin bir kolu olan Turkish Petroleum’dan Curzon emir veriyordu. Bay Curzon, Musul petrollerinin en büyük hissedarı olarak, İngiliz petrol tekellerinin çıkarları bakımından Yunan ordusunun nasıl hareket etmesi gerektiğini herkesten çok daha iyi bilecek durumdaydı…”

İzmir’ doğru büyük bir bozgunla çekilen Yunan ordusu “Küçük Asya” macerasının sonlandığını artık biliyordu. Bu bozgunun içerisinde yer alan ve 'Yunan Seferi' adlı eserin yazarı bir Yunanlı albay o günlere ilişkin şu notları aktarmaktaydı: “Anadolu seferi bizim en büyük en tatlı rüyamızdı. Arkamızda Ege Denizi’ni bırakarak büyük devletlerin desteğiyle yüzyıllar öncesi dedelerimizin denen topraklara ayak basacaktık. Bizleri, mitolojide olduğu gibi başlarında defne dalları, beyaz harmaniyeli flüt çalan genç kızların çiçeklerle karşılayacaklarına inandırmışlardı. Oysa İzmir Kordonu’na ayak basar basmaz, homurtular yükseldi ve hemen üstümüze ateş açıldı. Daha sonraları durum git gide kötüleşti. Kemal Paşa’nın dev gölgesi içinde Türklerin vatanlarını canları pahasına korumakta kararlı olduklarını anlamıştık. Ama iş işten geçmişti. Bizi sonuna kadar desteklemeye söz veren büyük devletler felaketimize seyirci kaldıkları gibi bizi de işgalci, maceracı, zalim, küçük emperyalist rolünde sahneye çıkarmışlardı. Sonuç korkunç oldu. Bu bozgunda en önemlisi de Yunan ordusu ve Türk ordusu kumandanları arasındaki yaş ve nitelik faktörleriydi. Türklerin başında çeşitli savaşlarda yeteneğini, askerlikteki ustalığını dünyaya kabul ettirmiş, 39 yaşında General Mustafa Kemal, Cephe Kumandanı ondan da genç, önceleri Albay, sonra General İsmet, yaşı 40 ile sayılan Genel Kurmay Başkanı General Fevzi, Süvari Komutanı Albay Fahrettin, Kolordusu ile 26 Ağustos’ta atına binmiş, tümenini coşturarak ileri atılan Yarbay Salih. Daha niceleri Albay rütbesinde kolordu komutanları İzzetin ve Abdurrahman Beyler… Gelelim bizim tarafa Yunan Ordusu Başkumandanı Hacı Anesti yaşını başını almış, üstelik mutedil iklimde görev yapar diye raporlu. Karargahını İzmir’de kurmuş, cepheden yüzlerce kilometre geride muharebeleri idare etme çabasında! Cephe Kumandanlığında General Trikopis, yalnız adam ve kendilerini kanıtlayamayan öbür generaller, Papagos, Papulas, Dienos, Kandilis…”

Kurtuluşun ve kuruluşun kenti güzel İzmir... 9 Eylül kurtuluş bayramın kutlu olsun!...

Editör: Haber Merkezi