Zeynep Altıok Akatlı*

Özgürlükten dem vurup, baskılara özgürlükten başka özgürlüğe tahammülü olmayanların gerçek niyetlerini net olarak göründüğü günleri yaşıyoruz. Meclis Başkanı İsmail Kahraman da yeni anayasada laikliğin olmaması gerektiğine ilişkin açıklamalarıyla bu isimlerin başından geliyor. İsmail Kahraman iç tutarlılığı yüksek bir isim. 50 yıl önce nasılsa 50 yıl sonra da aynı. O tarihlerde de laikliğin, çağdaşlığın, Cumhuriyet’in, solun düşmanıydı, bugün de öyle. Acı olan; Cumhuriyet düşmanı bir ismin Cumhuriyet’le özdeş, kuruluş tarihi çocuklara bayram olarak armağan edilen, ulusun egemenlik makamı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olması. 

Meclis başkanı ulusal egemenliğin olmazsa olmazı laikliğin azılı düşmanı. Gerçi Cumhurbaşkanı da 1919’da başlayan tarihimizi reddettiğini kendi ağzından duyunca ortada şaşıracak pek bir şey olmadığını da görüyoruz. Şaşıranlar dün AKP’den yüksek düzeyde demokrasi beklentisi içerisinde olup bugün adliye koridorlarında “ülke faşizme doğru gidiyor, bir şey yapmalı” diyen liberal çevreler olsa gerek. 

Türkiye’de de, dünyanın her yerinde de siyasal İslamcılar dini bir yönetme ve kamusal hayatı organize etme referansı olarak gördüklerinden, ellerine yetkiyi aldıkları an gerçek yüzleri tıpkı İsmail Kahraman’da olduğu gibi ortaya çıkar. Mısır’ı hatırlamak gerek. İhvan’ın iktidarı ele geçirdiği, AKP’nin birden bire kendisini Ortadoğu’nun ağabeyi zannettiği günlerde Mısır Müftülüğü ölü kadınla 6 saate kadar cinsel ilişkiye girilebileceği gibi aklın sınırlarını zorlayan fetvalarla siyasal İslam’ın özgürlükle, demokrasiyle, akılla, mantıkla uzaktan yakından ilgisi olmadığını bize göstermişti.

AKP’lilerin olağanüstü bir toleransla  öfkeli gençler  diye tanımladığı terör örgütü IŞİD ile Ortadoğu’nun ılımlı İslamcı teröristleri arasında çok da fark yok. IŞİD güneyde kafa keserken, ılımlılar kuzeyde insan kalbi, insan ciğeri yiyordu. Bugün Ortadoğu’da bu gericiliğin kıskacında büyük bir dram yaşanıyor. Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Kafkasya’da bu tehlikeli jeopolitik gerçeklik karşısında insanlığın en büyük güvencesi demokrasidir. Müslüman ülkelerde veya nüfusunun önemli bir bölümü Müslüman olan ülkelerde demokrasinin olmazsa olmazı da laikliktir. Laiklik barıştır, özgürlüktür, bir arada yaşama garantisidir. Dünyanın hiçbir yerinde laik olmayan ama demokrasi ile yönetilen Müslüman ülke göremezsiniz. Hepsinde kan, gözyaşı, katliamlar ve şeriatçı uygulamalarla hayatı zehir eden kurallar görürsünüz. 

Laiklik varsa özgürlük vardır, özgürlük varsa özgür basın vardır, özgür seçimler vardır, adil sonuçlar vardır, demokrasi vardır. Anayasa’mızda 1937 yılından beri laiklik ilkesi esastır. Anayasaya tanımından itibaren eksik ya da güncel gelişmelere, çağın gerekliliklerine bağlı olarak gelişmesi gereken tarafı olmasına karşın bu o günün koşullarında büyük bir adım ve kazanımdır. Laiklik tanımının eksik uygulamaları varsa bunun gereği özgürlükçü, ilerici ve herkesi kapsayıcı uygulamaları mümkün kılmaktır. İlkesel olarak laikliğin siyasal İslamcılarla tartışmaya açılması ironik bile değil gülünçtür. Kaldı ki Türkiye’de laikliğin siyasal islam destekçileri tarafından propaganda malzemesi yapılarak çarpık algılanışının en ağır bedelini iddia edildiğinin aksine Türkiye’nin muhafazakar kesimleri değil Alevileri ödemiştir. Diyanet orada dağ gibi duruyor. Diyanet’in dünden bugüne uygulamaları Alevilerin belleğinde. Bugün tüm Alevi köylerinde cami var, cemevlerine AİHM kararlarına rağmen yasal statü verilmiyor, din dersleri zorunlu. Aleviler açıkça hedef gösteriliyor. Buna rağmen Alevilerin yaşam hakkının güvencesi yine laikliktir. Bu yüzden Alevi toplumu laikliğe ve Cumhuriyet’e böylesine sıkı sıkıya bağlıdır. Onlar laiklik kalkarsa başlarına neler geleceğini Anadolu’da geçmişten bugüne çokça deneyimlediler. Bu deneyimler onlara acıdan başka bir şey göstermedi. Diyanetin hedef aldığı kesim sadece Aleviler değil elbet. Bugün AKP'nin mezhepçi politikaları başta kadın ve çocuklar olmak üzere tüm insanlarımızın hak ve özgürlüklerini tehdit etmektedir. "6 yaşında çocukla evlenilebilir" fetvasını veren Nurettin Yıldız, “babanın öz kızından şehvet duyması haram değil” diyen Diyanet,  Ensar Vakfı’nda küçücük çocuklara tecavüz skandalından sonra “bir kereden bir şey olmaz” diyen eski Aile Bakanı Sema Ramazan gibiler bu tehditlerin somut örnekleridir. 4+4+4 yasası ile eğitim sistemini şekillendiren başta MEB, Ensar Vakfı, Memur-Sen ve tüm gerici STK'lar olmak üzere tüm iktidar kadroları çocuk gelin ve  işçi çocuk yığınları yaratmıştır. 6 yaşında çocuğun saçının telinden tahrik olmaya tanınan türban özgürlüğü, çocuk istismarı ve tecavüzü teşvik etmekte, kadına yönelik şiddetin artmasına neden olmaktadır. Bu olumsuz tablo içinde olup da hukuka intikal eden davalar yine dindar ve ataerkil anlayışın tahrik olma hakkını teslim ederek ceza indirimleri hatta beraat sunmaktadır. Parlamento'da kadınların görevini aileyi bir arada tutmakla ve iyi börek pişirmekle sınırlayan, kadını bir yurttaş ve birey olmaktan kopararak kuluçka makinesi ve erkek egemen toplumun ağır işçisi bir hizmetkâra dönüştüren bu anlayış toplumun tüm kesimleri için bugüne kadar gizliden ilerleyen iktidar politikalarıyla şekillenen anlayış artık apaçık ve aleni bir tehdittir.

Bugün itibariyle laikliği bütünlüklü olarak tartışmaya açacak bir dönemden geçmiyoruz. Bugünün sorunu laiklik veya yüzde 90’ı değiştirilmiş 12 Eylül Anayasa’sının yerine yeni bir anayasa yapımı değil. Bu eksende bir tartışma açmamız gerekirse o da 1 Mayıs meydanında işçilere Kuran dinleten, piyasacı, mezhepçi dinselleşmenin kendisidir. Toplumsal hayat ağır bir şekilde bu mezhepçi dinselleşmenin baskısı altında. Ders kitapları akıldan, bilimden uzak müfredatlarla donatılmış, anaokuluna kadar değerler eğitimi altında din dersi girmiş, gündelik hayatın temel referans noktası bizzat iktidarın kurduğu hegemonya ile din olmuş durumda. 

Tartışacağımız nokta laikliğin hatalı yorumu ve ya uygulamaları değil, laiklik ortadan kaldırarak fiili rejim değişikliğini resmiyete kavuşturmak isteyen Cumhuriyet düşmanı iktidarın kendisidir. Ve bu tartışmada da laiklik bizler için kazanılmış bir mevzidir.

Laiklik Anayasa’da yer alan öylesine bir madde değil. Laiklik bu toplumun birleştirici unsuru, bir arada yaşama güvencesi. 13 yıllık AKP iktidarı bir arada yaşama iradesine yeterince zarar verdi, laikliğin kaldırıp yerine resmen dini kuralları koyduğumuz gün bu coğrafyada kalıcı barış umudu ortadan kalkar. Toplum ikiye bölünür, büyük bir yarılma olur, bedeli çok ağır sonuçlarla karşı karşıya kalırız.

Laikliği ortadan kaldırmak demek rejimi değiştirmek demektir. İktidarın çıktığı yol zorla, güçle ve şiddetle yürünecek bir yol. Bu zora ve her türlü baskıya karşı direnmek meşrudur. Demokrasi, eşitlik ve adalete inanan herkes için laiklik esastır, öncüldür, ekmek ve su kadar temeldir.

 

* Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı - İzmir Milletvekili

 

 

İZ DERGİ HAZİRAN SAYISI BAŞYAZI İÇİN TIKLAYIN

İZMİR'DEN YA DA ŞEHİR DIŞINDAN NASIL ABONE OLUNUR? TIKLAYIN

Editör: Haber Merkezi