Hasan Hüseyin Evin * - İnsan soyu yerleşik düzene geçip, toplu halde yaşamaya başladığından itibaren ortak yaşamın düzenlenmesi için belli kurallar oluşturmuş ve bu kurallara uyarak yaşamını sürdürmeye çalışmıştır. Kural dışına çıkanlara da otorite tarafından çeşitli biçimlerde yaptırımlar uygulanmıştır.  

Toplumsal yaşamı düzenleyen bu kurallar kimi zaman yazılı kurallar iken, kimi zaman gelenek, örf-adet veya din kuralları, ya da bunların birkaçının bir arada olduğu kurallar olagelmiştir.

Örneğin Tevrat’taki “10 Emir”, İncil ve Kur’an da yer alan ayetler veya “Hammurabi Kanunları” olarak bildiğimiz kurallar toplumsal yaşamı düzenleyen en eski kurallardır.

Bu türden kuralların bulunmadığı toplumlarda herkes kendi doğru bildiği davranışı sergileyecek ve sonuçta bir kaos ve çatışma ortamı doğacaktır. Bundan dolayıdır ki; toplumlar ortak yaşam kuralları oluşturmuşlar ve bu kuralları oluştururken de gücün/iktidarın hangi organ ya da kişide olduğuna göre ve toplumun güçler dengesine göre kendilerince en uygun olarak gördükleri ortaklaşmayı sağlamaya çalışmışlardır.

Örneğin ilkel toplumda fizik güç belirleyici olurken, ortaçağda feodaller, kapitalist toplumda sermaye sahipleri ve tüccarlar, sosyalist toplumda ise işçi sınıfı ve emekçiler kural koymada etkin olmuşlar ve doğal olarak ortak yaşam da egemen olanın çıkarına uygun şekilde örgütlenmiştir.

Sözgelimi, feodal toplumda suç olarak nitelenen bir eylem kapitalist toplumda hak olarak tanımlanırken, kapitalist toplumun suç saydığı bir eylem, sosyalist toplumda hak olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yine kapitalist sistemde genel grev yasaklanabilir ve artı değere el koymak sermaye sahibi/patron için hak olarak görülürken, sosyalist toplumda artı değer toplumun ortak malı haline gelmektedir.

Siyasal ve ekonomik sistem, bir üstyapı kurumu olan hukuku da belirlemekte ve toplumsal yaşam sisteme uygun olarak şekillenmektedir.

Bu nitelendirme doğal hukuk doktrini ve pozitivistler tarafından farklı yorumlansa da; kişisel, sosyal ve toplumsal/grupsal hak ve özgürlükleri, bir başka anlatımla hukuku asıl belirleyenin, ekonomik ve siyasal sistem ve onun da belirleyeni olarak üretim araçlarının mülkiyeti olduğu somut gerçeğimizdir.

Türkiye’deki gelişmeleri yukarıda açıkladığımız kriterler çerçevesinde değerlendirdiğimizde görünen manzara şudur:

Anadolu çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış bir bölgedir ve tüm bu uygarlıklardan izler taşımaktadır.

Anadolu’daki toplumsal şekillenme tarihin tüm evrelerindeki yaşam biçimlerini ve yönetsel ilişkileri de yaşamıştır.

Yakın tarihe baktığımızda, öncelikle kabile yaşamı, ardından feodal beylikler, sonrasında hanlık ve sultanlıklar ve nihayet ürkek bir seyirle de olsa Cumhuriyet yönetim şekillerini yaşamış bir Anadolu’nun halklarıyız.

Osmanlı’yı geçerek Cumhuriyet Tarihine bakıldığında emperyalist işgale karşı Anadolu’da yaşayan tüm halkların ortak bir kurtuluş mücadelesi ile emperyalist işgalin püskürtülmesinden sonra Cumhuriyet’in ilanı çok önemli bir aşama olarak gelişmiştir.

Ne var ki; Cumhuriyetin Ulusal Kurtuluş Savaşı aşamasındaki tasavvuru demokratikleşme iken, zafer sonrasında gelişen iç iktidar kapışması nedeniyle (Anadolu’da yaşayan başta Türkler ve Kürtler olmak üzere tüm etnik kimliklerin ve çeşitli inanç gruplarının eşitlik içinde birlikte yaşama isteğinin yazılı hale getirilmiş hali olarak gerçek anlamda bir toplumsal sözleşme özelliği taşıyan) 1921 Anayasası olarak bilinen belgede tanımlanan Demokratik, Laik bir Cumhuriyet inşası yerine; laiklik adı altında dini akımları kontrol altına almaya yönelik olarak Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle Sünni İslam’ın Hanefi mezhebine dayanan bir devlet dini ve tüm etnik kimlikleri Türk sayan ve Türklük felsefesine dayanan, demokratikleşemeyen, bu nedenle de giderek tutuculaşmak zorunda kalan bir Cumhuriyet Rejimi oluşturulmuştur.  

Cumhuriyetin Laisizm ve Demokratikleşme yönünden taşıdığı zayıflıklar ve uluslararası ilişkiler bakımından da emperyalistlerle girilen bağımlılık ilişkileri, çeşitli zamanlarda toplumsal huzursuzluklara sebep olmuş, her huzursuzluk ve kalkışma silahla bastırılmış, giderek Türkiye bir darbeler ülkesi haline gelmiştir.

En son 12 Eylül 1980 darbesi ile bugünkü Anayasa yapılmış ve topluma silahların gölgesinde onaylatılmıştır.

Bugün yine bir Anayasa değişikliği ile karşı karşıyayız. Bu defa yapılması istenen değişiklikle ilgili 18 maddelik teklif de OHAL koşullarında, TBMM’de kavga-dövüş görüşülerek (!) adeta zorla önümüze getirilmiş olup, 16 Nisan 2017 günü de halka onaylatılmak istenmektedir.

Elbette 12 Eylül Darbesinin ürünü olan 1982 Anayasası (2709 Sayılı Kanun) son derece anti-demokratik, faşizan bir zihniyetin ürünüdür ve mutlak surette değiştirilmesi gereklidir. Ancak getirilen değişiklik teklifi Anayasanın demokratikleştirilmesini değil, şu andaki Cumhurbaşkanı’nın “benim kişisel projem” dediği Başkanlık Sistemini, doğru anlatımla “Tek Adam Rejimi”ni kurmak üzere getirilmiş bir tekliftir.

1982 Anayasası’na itirazlar esas olarak;

*Anadolu’daki çeşitliliği yok sayan bir anlayışın ürünü olması,

*Kişisel, sosyal, kültürel haklar ve grup hakları bakımından hakkın özünü zedeleyecek sınırlamalar getirmesi,

*Hakları fiilen kullanılamaz hale getirmesi,

*Devlete hakkın kullanımını sağlayacak ekonomik, sosyal, örgütsel ve siyasal yükümlülükler getirmekten uzak olması,

*Yargı bağımsızlığını tamamen yok etmesi,

*Demokratik toplumun ihtiyaçlarına uygun olarak düzenleme yapmamış olması,

vb. şeklindedir.

Değişiklik teklifine baktığımızda bu konularda hiçbir iyileştirme olmadığı gibi, daha da geri düzenlemeler olduğunu görüyoruz. Şöyle ki;

Değişiklik teklifine göre:

Yürütme görevi ve yetkisi tamamen Cumhurbaşkanı’nda olacak:

Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir. (Teklif: m.8, Any. m. 104)

TBMM ve Cumhurbaşkanı seçimleri 5 yılda bir ve aynı günde yapılacaktır. (Teklif: m.4, Any. m. 77)

Başbakanlık kaldırıldığından Bakanlar Kurulu doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlı olacaktır.

Cumhurbaşkanı TBMM’den veya dışarıdan milletvekili seçilme yeterliliğine sahip kişiler arasından bir ya da daha çok Cumhurbaşkanı Yardımcısı atayabilecek, Bakanları ve Yüksek Bürokrasiyi de Cumhurbaşkanı atayacaktır. (Teklif: m.8, Any. m. 104) Cumhurbaşkanı atadığı kişileri gerekli gördüğünde görevden alabilecektir. Bakanlar Kurulu üzerinde TBMM’nin denetim, atama ve azletme yetkisi fiilen ortadan kalkmış ve yürütme yasama karşısında son derece güçlenmiş olacaktır. Mevcut Cumhurbaşkanı da yeni sistemi özetlerken “Tüm yetkileri tek kişide topluyoruz.” Diyerek, yapılmak isteneni zaten açıkça ifade etmiştir.

Yasama da fiilen Cumhurbaşkanı’nın kontrolünde olacak:

Değişiklik teklifinin kabulü halinde, mevcut Anayasa’nın 101. maddesindeki “Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişiği kesilir” hükmü kaldırıldığından; yapılacak bir olağanüstü kongre ile Cumhurbaşkanı Partisinin Genel Başkanlığını da üstlenecek ve seçilecek yasama meclisinde görev alacak milletvekili adaylarını kendisi belirleyecektir. Cumhurbaşkanı ve TBMM çoğunluğunun aynı partide olması halinde (ki, çok kuvvetle muhtemeldir) yasama meclisi doğrudan Cumhurbaşkanı’nın kontrolünde olacaktır. Ayrıca Cumhurbaşkanı’na, “Olağanüstü Hal ilan etme”, (Teklif: m.12, Any. m. 119)” Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarma”, “TBMM seçimlerini koşulsuz yenileme” yetkileri de tanındığından, TBMM tamamen Cumhurbaşkanının kontrolüne girecek ve yasama yetkisi de fiilen Cumhurbaşkanında toplanmış olacaktır. (Teklif: m.8, Any. m. 104)

Teklifin 16. maddesinin B bendi ile Anayasanın 122. Maddesinin 6. Fıkrasında yer alanSıkıyönetim, seferberlik ve savaş hallerinde hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği, idare ile olan ilişkileri, hürriyetlerin nasıl kısıtlanacağı veya durdurulacağı ve savaş veya savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi halinde vatandaşlar için getirilecek yükümlülükler kanunla düzenlenir.” Hükmündeki kanunla” ibaresi “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle” şeklinde değiştirileceğinden sıkıyönetim ve savaş hallerinde kanuna gerek kalmadan Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılacak kararnamelerle haklar ve özgürlükler askıya alınabilecek veya yok sayılabilecektir.

Yargı organlarının üyeleri doğrudan veya kendi partisinin milletvekili çoğunluğunun atayacağı kişilerden oluşacağı için yargı kurumları da Cumhurbaşkanı’nın kontrolünde olacak:     

Anayasa Mahkemesinin 15 üyesinden 12’si doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından, 3 üye ise TBMM tarafından seçilecek, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun adı Hakimler ve Savcılar Kurulu olacak, daire sayısı 3’ten 2’ye, kurulun üye sayısı 22’den 13’e düşürülecek, 13 üyenin 4’ü Cumhurbaşkanı tarafından, 7’si TBMM tarafından seçilecek, Adalet Bakanı Kurulun Başkanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı da doğal üyesi olacaktır. (Teklif: m.14, Any. m. 159) Adalet Bakanı ve Müsteşarı da Cumhurbaşkanı tarafından atandığından HSK’nun tüm üyeleri Cumhurbaşkanı ve partisinin milletvekilleri tarafından atanmış olacaktır. Bu durum karşısında teklifin 1. Maddesi ile Anayasanın 9 maddesinin “Yargı yetkisi Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” cümlesinin “Yargı yetkisi Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır” şeklinde değiştirilmesinin hiçbir değeri yoktur. Zira değişiklikle mahkemelerin bağımsızlığı veya tarafsızlığı kırıntı düzeyinde bile kalmayacaktır.

Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanlara ömür boyu yargılanmama garantisi geliyor:

Değişiklikle Cumhurbaşkanı’na “Vatana İhanet” suçu dışındaki suçlar için tanınan yargı bağışıklığının kaldırıldığı ve Cumhurbaşkanı’nın da işlediği ya da işleyeceği tüm suçlardan dolayı herhangi bir insan gibi yargılanacağı şeklinde bir yanılsama da yaratılmaya çalışılıyor.

Oysa teklife göre Cumhurbaşkanının işlediği suçtan dolayı hakkında soruşturma önergesi verilebilmesi için, (Milletvekili sayısı 600’e çıkarıldığından) TBMM üye tamsayısının salt çoğunluğunun (300 milletvekili), soruşturma komisyonu kurulabilmesi için üye tamsayısının 3/5’inin (360 milletvekili), yargılanabilmesi için üye tamsayısının 2/3’ünün (400 milletvekilinin) imzası gerekecek. Cumhurbaşkanı’nın, kendisi hakkında soruşturma önergesi verilmesi halinde, soruşturma komisyonu kurulmadan önce TBMM’ni feshetme/Milletvekili seçimlerinin yenilenmesi kararı alması halinde soruşturma açılması kararı alınması imkânsız olacaktır.

Bütün bu aşamaların geçilmesi ve Yüce Divan’a sevki halinde de Cumhurbaşkanı’nı yargılayacak olan hakimler, kendisinin ve kendi seçtiği milletvekillerinin seçip görevlendirdiği hakimler olacaktır. Bu koşullarda tarafsız ve bağımsız bir yargılamanın yapılmasının mümkün olup olmadığını halkımızın takdirine bırakıyorum.

Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanlar sadece görevli oldukları zaman değil, görevlerinden ayrıldıklarından sonra da aynı usulle yargılanabileceklerdir. Bu da yaşam boyunca yargılanmalarının imkânsız olduğu anlamına gelmektedir.

Bütçeyi de Cumhurbaşkanı yapacak ve TBMM’nin onayına sunacaktır. Ancak TBMM’nin onayına sunulan Bütçeyi tartışıp herhangi bir değişiklik yapma yetkisi yoktur. TBMM Cumhurbaşkanı’nın gönderdiği bütçeyi ya kabul edecek ya da geçici bütçe kanunu yapılacaktır. Geçici Bütçe Kanunu da süresinde yapılamazsa bir önceki dönem bütçesi yeniden değerleme oranlarında artırılarak uygulanacaktır.

TBMM’nin Gensoru yetkisi ve Cumhurbaşkanı hakkında Meclis Soruşturması ya da Milletvekillerinin Cumhurbaşkanı’na yazılı soru sorma yetkileri kaldırılmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı Makamının herhangi bir şekilde boşalması halinde kırkbeş gün içinde Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak, yeni Cumhurbaşkanı’nın seçilmesine kadar yerine Cumhurbaşkanı Yardımcısı vekalet edecektir. Cumhurbaşkanı’nın herhangi bir nedenle  görevinden uzak kalması halinde de yerine Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cumhurbaşkanına vekalet edecek ve tüm yetkilerini kullanabilecektir. Bu hükümle örneğin Cumhurbaşkanı, seçilip görevine başladıktan ve Cumhurbaşkanı Yardımcısını atadıktan hemen sonra uzun süren bir hastalığa yakalanıp çalışamaz hale gelirse veya benzer başka bir nedenle görevinden uzun süreli olarak uzak kalırsa ülkeyi yukarıda sayılan tüm yetkileri kullanma hakıına sahip olarak atanmış (seçilmemiş) Cumhurbaşkanı Yardımcısı yönetecek ve hiçbir surette de denetlenemeyecek ve teorik olarak mümkün görünse de pratikte asla yargılanamayacaktır.

Görüldüğü gibi Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanların denetimi ve yargılanmaları adeta imkânsız hale gelmektedir.        

Teklifte olumlu maddeler olarak görünen Askeri Mahkemelerin kaldırılması mahkemelerin bağımsızlığının ve tarafsızlığının tamamen yok olması nedeniyle anlamını yitirmekte;

Seçilme yaşının 18’e çekilmesi de gençlere olanak sağlıyormuş gibi görünse de gençler arasında işsizlik ve yoksulluğun yaygınlığı, 18 yaşın henüz eğitim sürecine isabet eden bir yaş dönemi olması, milletvekili adaylığı ve seçim kampanyası için gereken çok yüksek miktarlı paraların gençler tarafından karşılanmasındaki güçlükler düşünüldüğünde, sermaye sahiplerinin ya da mevcut siyasetçilerin çocukları için belki bir anlam taşısa da emekçi çocukları için bir seçim rüşveti, ya da bir parmak bal olma ötesinde bir anlamı bulunmamaktadır.

Getirilen Anayasa teklifine bu koşullar altında Evet denmesi özellikle işçi sınıfı, emekçi kesimler, gençler ve kadınlar bakımından mümkün olmadığından tüm bu kesimlerin teklife Hayır demeleri, ancak toplumun tüm kesimlerinin katılımı ile gecikilmeden demokratik bir Anayasanın yapılması ve yürürlüğe konulması talebini de yüksek sesle haykırmaları gerektiği inancındayım.  

*Avukat   


İZ DERGİ'YE İZMİR'DEN YA DA ŞEHİR DIŞINDAN NASIL ABONE OLUNUR? TIKLAYIN

MART SAYISI SUNU YAZISI İÇİN TIKLAYIN

Editör: Haber Merkezi