Yeşim Yavuzer - “ ‘Dilediğini söyleyebilirsin. Burası özgür bir ülke!’ bu ifadeyi durup anlamını düşünemeyecek kadar sık kullanır ya da duyarız. Onu, bizim ve karşımızdakinin kolayca anlayacağı, açık ve aşikar bir ifade olarak kabul ederiz. Bir bakıma özgürlük, soluduğumuz hava gibidir. Bu havanın ne olduğunu sormaz, onun hakkında düşünüp tartışmaya zaman harcamayız. Şayet kalabalık ve havasız bir odada nefes darlığı çekmiyorsak...”

Bu cümleler, Zygmunt Bauman’ın ‘Özgürlük’ kitabının giriş cümleleri...

Hepimizin AKP’nin 15 yıllık iktidarında memleketin her kurum, kuruluş ve mesleklerinin itibarsızlaştırılmasına ve başımıza gelen felaketlere dair söyleyecek çok fazla şeyi var. Sadece benim kuşağım; Gezi Direniş’ni hazırlayan süreç, Gezi Direnişi ve bugüne dek ‘maruz kaldıklarımız’ için bile yüz binlerce sayfa yazabilir.

Ethem’i kafasından vuran katil polis Ahmet Şahbaz’ın 1 yıl 4 ay 20 gün olan hapis cezasını 10 bin 100 TL para cezasına çeviren adalet için söyleyeceklerimiz var mesela.

Evine girip, kendi evinde ailesinin gözleri önünde Dilek’i vurup öldüren polisler ve onları yargılayanlar için söyleyeceklerimiz...

Hala katilinin kim olduğu açıklanmayan, 14 yaşındayken polis kurşunuyla vurulup, 15 yaşında 16 kilo yaşamını yitiren Berkin’in annesini meydanlarda yuhalatan Cumhurbaşkanı için söyleyeceklerimiz var.

Sokakta sıkıştırıp döve döve katlettikleri Ali İsmail’in ailesine ödenecek tazminata ‘hizmet kusuru’ olmadığı ve ‘sebepsiz zenginleşmeye’ neden olduğu gerekçesiyle itiraz eden İçişleri Bakanlığı için söyleyeceklerimiz...

Ödemiş’in bir köyünde 30 yıllık öğretmen; Cumhurbaşkanı’nı dinlemiş 3 çocuk yapmış, eşi ev kadını, annesi kanser... Sadece ve sadece devletin bizzat tüm okullara gönderdiği yazıda önerdiği sendikayı tercih ederek üye olduğu için bir gecede mesleğinden ihraç etmek suretiyle ‘vatan haini’ ilan edilip sivil ölüme terk edildi. O öğretmene tarlada bile iş verilmezken; aynı menzile farklı yollardan yürüyen, her fırsatta okyanus ötesine “dön, bitsin bu hasret” diye seslenen başta Cumhurbaşkanı olmak üzere bu meselenin siyasi kanadının ‘kandırılma ve affedilme hakkı’ ile ilgili tabii ki söyleyeceklerimiz var.

Bu ülke, kızının cenazesi çürümesin diye buzdolabında saklayan anaların babaların; 11 çocuk anası Taybet İnan’ın cenazesi günlerce sokakta beklerken, cenazesini köpekler parçalamasın diye nöbet tutan evlatların; yıllardır her Cumartesi kaybedilen yakınlarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri’nin ülkesi... Bu ülke, babasının şehit olduğu haberini getiren yetkililere ‘babası evde olmadığı için kapıyı açamayacaklarını’ söyleyen çocukların ülkesi... 

Bu ülke için elbette söyleyeceklerimiz var!

Bu ülkede;

Hayatını bilime adamış ülkenin yüz akı aydınları, hocalarımız, ‘barış’ taleplerini dile getirdikleri ya da sadece ‘mevcut siyasi iktidara karşı’ oldukları için, bir gece yarısı OHAL KHK’leriyle ihraç edilip ‘cezalandırılıyor.’ Akademisyenlerin kanında duş almak isteyenlerin arzusu, devletin OHAL KHK’lerinde vücut bulurken; diğer yandan aynı çete lideri zat mitingler düzenlebiliyor!

Türkiye’nin en büyük üçüncü partisinin eş genel başkanları ve milletvekilleri cezaevinde: 6 milyonun iradesi tutsak! Kürtlerin tüm belediyelerine kayyım atandı; iktidarın ağzından düşürmediği ‘milletin iradesine’ bizzat iktidar tarafından ‘darbe’ vuruldu. Şehirler yıkıldı, sivil insanlar öldürüldü, cenazeler günlerce sokak ortasında kaldı, çürümesin diye buzdolaplarında saklandı! Evsiz barksız bırakılan insanlar göç etmek zorunda kaldı!

Cumhuriyet Gazetesi’nin yazar ve yöneticileri aylardır cezaevinde iddianame bekliyor(!). 156 gün sonra bir iddianame ortaya çıktı. Tanık listesinde Cem Küçük ve Hüseyin Gülerce’nin olduğu iddianame, avukatlara dahi verilmeden iktidarın yandaşı Sabah gazetesi(!)ne servis edildi! Kadri Gürsel’ler, ‘Bylock kullananlarla telefon teması var’ diye suçlanıyor. Adeta aklımızla alay ediyorlar. Bugün Kadri Gürsel, Ahmet Şık ve onlarca gazeteci ‘mesleki faaliyetlerinden’ dolayı ‘rahatsız’ olan malum kişinin nefretinden ve intikam duygusundan cezaevinde! Öyle ki, Ahmet Şık’ı devletin ajansında, Anadolu Ajansı’nda, çalışan bir muhbirin ‘Allah rızası için inceleyin!’ deyip şikayet ettiği asla gözden kaçmasın.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanı tutuklu gazeteciler için, “Hapisteki gazetecilerin listesini verin diyoruz. Bakıyorum, hepsi hırsız, çocuk istismarcısı, terörist” dedi. Hiçbir şeyi unutmayacağız elbette ama bu cümleyi asla unutmayacağız!

7 Haziran 2015’ten bu yana ülkemizde yaşanan canlı bomba ve terör olaylarında; sivil, polis, asker, korucu ve ‘Fırat Kalkanı’ dahil en az 2 bin insan yaşamını yitirdi. Düşler yarım, sofralar ekmeksiz, kediler sahipsiz, çocuklar babasız, analar babalar evlatsız, eşler çocuklarıyla hayatta yapayalnız kaldı.

‘Ulusal güvenliğimiz ve Suriye sınırımız tehdit altında’ deyip bölgedeki dış güçlerin işi bitince de ‘başarıyla’ sonuçlandırmak zorunda kaldıkları Fırat Kalkanı Harekatı’nda Suriye bataklığına gönderilen askerler birer ikişer tabutlarda dönerken yurda; IŞİD’li Ebu Hanzala Ankara’nın göbeğinde panel düzenleyebiliyor. İstanbul’da IŞİD’in sübyan okullarında küçücük kız çocuklarının ellerinde silahlarla boy boy fotoğrafları çıkabiliyor. ‘Bir grup öfkeli genç’in şehirlerin merkezlerinde yaptıkları katliamlarda yüzlerce insan hayatını keybederken hiçbir zaman güvenlik zaafiyeti olmamışcasına, tek bir devlet görevlisi sorumluluk almamış vicdani rahatsızlık hissetmemişcesine istifa etmeyebiliyor! MİT tırları hala gizemini koruyabiliyor!

Ülke gündeminde olmayan, sorunlarına çözüm sunmayan ve meşru da olmayan bir referanduma gitmek zorunda bırakılmışken; bir yandan tek adama karşı rejimi koruma mücadelesi verilirken, bir yandan da kanunsuzluk ve inanılması güç bir eşitsizlikle mücadele ediliyor.

‘Hayır’ diyen herkes ‘tarafsızlık’ yemini eden Cumhurbaşkanı ve hükümet sözcüleri tarafından ‘terörist’ ilan ediliyor, ‘teröre destek vermek’ ile suçlanıyor.

Ankara Üniversitesi, akademsiyen Kerem Altıparmak’ın yurtdışı toplantılarına katılmasına izin vermiyor.

Süheyl Batum, ‘hayır’ gezilerine katıldığı için Bahçeşehir Üniversitesi’nden atılıyor.

İlhan Cihaner’in paneli iptal ediliyor.

Selin Sayek Böke canlı yayındayken ölümle tehdit ediliyor.

Meral Akşener’e salon verilmiyor, verilse elektrikler kesiliyor.

Konuşma yaptığı sırada saldırıya uğrayan ve partisinin genel başkanı tarafından ‘Ülkücü hiçbir şeyi yarım bırakmaz’ diye tehdit edilen Sinan Oğan silahlı saldırıya uğruyor, arabasının lastikleri kesiliyor.

Erdoğan’ın maşası olmuş ‘Türkiye’nin bağımsız medya devi’ bünyesinde çalışan gazeteciyi referandum tercihini açıkladığı için ‘tarafsızlık ilkesi gereği’ kovarken; aynı ‘bağımsız medya devi’ tercihini açıklayan bir başka ‘çalışanına’ aynı ‘hassasiyeti’ göster(e)miyor. Yine aynı ‘Türkiye’nin bağımsız medya devi’nin canlı yayınında “Türkiye için hayırlısı neyse o olsun” cümlesi ağzından çıkan SUNUCU panikle “Doğrusu neyse o olsun” şeklinde ‘düzeltme’ çabasına giriyor.

‘Hayır’ afişleri sökülüyor.

‘Hayır’ otobüsleri bağlanıyor.

‘Hayır’ videosu çekenler tutuklanıyor.

‘Hayır bildirisi’ dağıtanlara yönelik gözaltı ve bıçaklı saldırılar günden güne artıyor.

Öte yanda da; Devletin kanalı TRT’de 1-20 Mart arasındaki yayınlarda; Cumhurbaşkanı’na 1249 dakika, AKP’ye 2522 dakika, CHP’ye 194 dakika, MHP’ye 40 dakika, HDP’ye 0 (yazıyla SIFIR) dakika ayrılıyor.

1-10 Mart tarihleri arasında 17 ulusal kanalın haber bültenlerinde; Cumhurbaşkanı’na 3210 dakika, AKP’ye 4992 dakika, CHP’ye 1025 dakika, MHP’ye 880 dakika, HDP’ye ise 33 dakika yer veriliyor.

Tüm bunlardan belki de daha vahim olan ne biliyor musunuz sevgili okur? Bunları sesli söylemenin; iktidar tarafından ‘teröre destek’ olarak yorumlandığı ve halka da öyle yorumlatıldığı için ‘cesaret(!) göstergesi’ ve ‘risk’ olarak sayılması!

Toplumu; benden ve benden olmayan olarak ikiye bölen, kendinden olmayan herkesi düşman ve terörist ilan ederek linç ettiren, kendinden olanların kendinden olmayanlara nefret ve kin beslemesine sebep olan bu politikaların sahiplerine de onların piyonlarına da DUR demeliyiz.

Bugün referanduma giden süreçte verilen mücadele; devletin tüm imkanlarını kullanarak benim paramla beni sadece ‘evet’ propagandasına maruz bırakan iktidarın rejimi değiştirmesine karşı değildir sadece.

Bugün verilen mücadele; ‘hayır’dan sonrası için yükseltilmesi gereken -ve beklenen-mücadelenin ayak sesleridir.

O mücadele ki; mütedeyyin Anadolu insanından ‘militan’ yaratan bu güruhun karanlığına karşı verilecek olan mücadeledir!


İZ DERGİ'YE İZMİR'DEN YA DA ŞEHİR DIŞINDAN NASIL ABONE OLUNUR? TIKLAYIN

SUNU YAZISI İÇİN TIKLAYIN

HAYIR DAHA BİTMEDİ: ‘KÖY KÖY UMUDU ÖRÜYORLAR’

Editör: Haber Merkezi