Kemalpaşa’da tescillenip koruma altına alınan çok sayıda tarihi, arkeolojik, kültürel ve doğal değer bulunmaktadır. 2012 yılında İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından hazırlanıp yayınlanan İzmir Taşınmaz Kültür Varlıkları Envanterindeki kayıtlara göre Kemalpaşa’da 16 arkeolojik sit, 6 doğal sit, 2 tarihi sit alanı, 1 anıt, 9 dinsel yapı, 2 doğal varlık, 1 idari yapı, 1 kalıntı, 6 kültürel yapı ve 1 sivil mimari örneği yapı tescilli durumdadır.

İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne bağlı İzmir 2 Nolu Taşınmaz Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun gönderdiği 18 sayfalık liste ile İzmir İl Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü’nün gönderdiği resmi bilgilerin değerlendirilmesi sonucunda; 18’i birinci, 114’ü ikinci grup olmak üzere 132 Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı, 45 Arkeolojik Sit Alanı, 3 Doğal Sit Alanı, 2 Nitelikli Doğa Koruma Alanı, 1 Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı ve 7 Anıtsal Ağaç şeklinde dağılım gösterdiği belirlenmiştir.

Bunlar arasındaki en önemli varlıklar kent merkezindeki Laskarisler Sarayı, eski Ulucak beldesinin bulunduğu bölgedeki Ulucak Höyük, Kemalpaşa-Torbalı yolu üstündeki Karabel Anıtı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün 8 Eylül 1922 tarihinde 1 gece kaldığı sivil mimari örneği olan konuttur.

İlçede kazısı uzun yıllardır devam eden 2 önemli arkeolojik alan bulunmaktadır. Bunlardan biri Doç. Dr. Özlem Çevik yönetimindeki Ulucak Höyük, diğeri de Prof. Dr. Elif Tül Tulunay yönetimindeki Nif Dağı kazılarıdır.



İZ DERGİ'NİN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ



BİZANS TARİHİ AÇISINDAN DA ÖNEMLİ: LASKARİSLER SARAYI

İlk kez 1870’lerde Freschfielde tarafından fotoğraflanan ve 1960’lardan bu yana incelenen yapı, genellikle 13. yüzyıla tarihlenir. Yer yer çerçeveli tuğla işçiliği görülmekle birlikte tuğla dolgulu derzler, taş ve tuğla almaşık duvar örgüsünün yanı sıra çapraz tonoz kullanılmıştır. Saray, I. Theodoros Laskaris (1206-1222) zamanında yapılmıştır. Burası İstanbul dışında inşa edilmiş bir imparator sarayı olması bakımından önemlidir. Planı da, İstanbul’daki Tekfur Sarayı’nın küçük bir kopyasıdır.

Yapı, uzun dikdörtgen planlıdır. Zemin katı dış yüzleri hafifçe yuvarlatılmış büyük kesme taşlardan meydana gelmiştir. Bu teknik Roma mimarisine ait bir üsluptur. Saray, plan olarak üç katlıdır. Zemin katta; içeride dördü doğu duvarında, diğer dördü de batı duvarında olmak üzere 8 adet paye vardır. Bina bugün çok harap durumdadır. Zemin kat, diğer üç katın molozları ile dolmuştur. Birinci ve ikinci katın cepheleri ayakta kalmış, üst kat ve çatıdan hiçbir iz kalmamıştır. Zemin katın doğu cephesinde büyük kesme taşlardan oluşmuş görünüşe sahip, tam ortada, bugün harap vaziyette olan giriş kapısı vardır. Zemin kat, dikdörtgen bloklar halindeki yontma taştan inşa edilmiş, taş bloklar arasında harç kullanılmamıştır. Pencere kenarları ile kapı girişlerinde tuğla sıkça kullanılmıştır.

Yapı, Bizans tarihi açısından oldukça önemli olduğu ve bu tür bir yapı Bizans’ın başkenti Konstantinopolis (İstanbul) dışında başka bir yerde bulunmadığı için, bu yapı kalıntısının yaygın ve yoğun bir tanıtım kampanyası ile birlikte turizm, özellikle de kültür turizmi açısından değerlendirilmesi önerilmektedir.

BÖLGENİN İLK ÇİFTÇİ KÖY YERLEŞİMİ: ULUCAK HÖYÜK

İzmir ve Kemalpaşa ovaları arasındaki Belkahve eşiğinin doğusunda yer almaktadır. İzmir-Ankara karayolunun 15. kilometresinde, anayoldan 150 metre içeridedir. 125 metre X 125 metre X 8 metre boyutlarında, deniz seviyesinden 220,86 metre yükseklikte olan höyük, ilk olarak 1960 yılında İngiliz araştırmacı David French tarafından tespit edilmiştir. İlk kez 1995 yılında İzmir Arkeoloji Müzesi başkanlığında, Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Altan Çilingiroğlu’nun bilimsel danışmanlığında başlatılan kazılar 2009 yılından bu yana Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özlem Çevik ve ekibi tarafından yürütülmektedir.

Yaklaşık 20 yıl öncesine dek tüm Batı Anadolu’daki ilk iskân tarihinin günümüzden 6 bin yıl öncesine ait olduğu düşünülürken, Ulucak Höyük kazıları ile bu tarihin yaklaşık 3000 yıl daha geriye gittiği ve bölgede ilk çiftçi köy yerleşimlerinin günümüzden 8800 yıl önce (M.Ö. 6800) civarında kurulduğu ortaya çıkartılmıştır. Bilindiği üzere bitki ve hayvanların evcilleştirilip ilk yerleşik köy yerleşimlerinin kurulduğu süreç Neolitik dönem olarak adlandırılmaktadır. Ulucak Höyük, sadece İzmir veya Batı Anadolu özelinde değil, genel olarak Avrupa’da da şimdiye dek saptanan en erken birkaç Neolitik merkezden birini temsil etmektedir. Ulucak Höyük, Neolitik dönemde yaklaşık 1100 yıl boyunca (M.Ö. 6800-5700) kesintisiz olarak iskân edilmiştir. Yaklaşık 7,5 metrelik kültür dolgusuna sahip Neolitik yerleşimin, neredeyse her iskân tabakasının yangına maruz kalıp ardından terk edildiği ve böylelikle de mekânların içinde kullanılan çoğu nesnenin günümüze orijinal haliyle kaldığının özellikle altı çizilmelidir. Bu nedenle Ulucak Höyüğün, Neolitik yaşam tarzının; beslenme, konut ve zanaat üretiminden ritüel ve sembolizme kadar uzanan günlük yaşamın birçok pratiğinin belgelenmesine imkân veren anahtar bir yerleşim yeri olduğu söylenebilir.

Ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kemalpaşa Belediyesi ve Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi desteğiyle süren kazı çalışmalarında yakın zamanda tekstil üretiminde kullanılan çok sayıda mühür, ağırşak ve tezgah ağırlıkları da bulundu. Bu da höyüğü, Ege Bölgesi'nin en eski tekstil üretim merkezi olması anlamına geliyor.

ÜÇ BİN YILLIK HİTİT ANITI: KARABEL RÖLYEF VE YAZITLARI

Karabel kaya anıtı Kemalpaşa-Torbalı yolundaki Karabel geçidinde bir tepenin güneye bakan yamacında bulunmaktadır. Yaklaşık 2,5 metreye 1,5 metre boyutlarındaki bir niş içine işlenmiş kabartma sol elinde mızrak, sağ elinde yay tutan bir erkek figürüdür. Figürün başı ile mızrağı arasındaki alanda 3 satırlık oldukça aşınmış ve güçlükle görülebilen Luvice bir yazıt vardır. Rölyef 2017 ve 2019 yıllarında hazine avcıları tarafından tahribata maruz kalmış, alt yarısı neredeyse tamamen yok edilmiştir. Yazıt aşınmış olmasından dolayı uzun süre okunamamış olsa da rölyefin Luvice yazıldığı ve anıtın Hitit dönemine ait olduğu tarihçiler arasında uzun süredir bilinmektedir.

Yazıtın en ikna edici çevirisi 1998 yılında David Hawkins tarafından şu şekilde verilmiştir:

Mira ülkesi kralı Tarkasnava,

Mira ülkesi kralı Alantalli‘nin oğlu,

Mira ülkesi kralı ...’nin torunu…

Alantalli ismi kesin değildir. Büyükbabanın ismi okunamamakla birlikte Kupanta-Kuruntiya olabileceği düşünülmektedir. Tarkasnava ismi Boğazköy’de bulunmuş Hitit dokümanları ve mühürlerinden de bilinmektedir. Mira ülkesi Hititlere bağlı bir krallıktır ve kral Alantalli’nin Hitit kralı IV. Tuthaliya ile çağdaş olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla Alantalli’nin oğlu (?) Tarkasnava, Tuthaliya’nın son yılları ve/veya II. Suppilulima dönemine, yani M.Ö. 13. yüzyıl sonlarına tarihlenebilir. Karabel anıtının yaklaşık 100 metre kadar kuzeyinde ona benzer başka bir rölyef ve iki ayrı Luvi hiyeroglifi ile yazılmış yazıt bulunmaktaydı. Bu üç eser 1977 ile 1982 yılları arasında bir zamanda yol açma çalışmaları sırasında tamamen tahrip edilmiştir. Daha aşınmış durumda olan ikinci rölyefte de mızrak ve muhtemelen bir yay taşımakta olan bir figür bulunmaktaydı. Yanındaki aşınmış yazıtta sadece “kral” kelimesi okunabilmiştir.

Diğer iki yazıt da ikinci rölyefin bir kaç metre kuzeyinde aynı kaya üzerinde bulunmaktaydı. Bunlardan daha okunaklı olan kısmen Kral Tarkasnava olarak okunabilir. Diğer yazıt ise daha da az okunaklı olmakla beraber üç satırlık yazıtın ilk satırı muhtemelen gene Kral Tarkasnava ve Kral Alantalli’nin ismini içermekteydi. Tarihi, arkeolojik, kültürel ve doğal değerlerle ilgili bilgilerin derlenmesi sonrasında ortaya çıkan gerçek, bu değerlerin son yıllarda definecilik, hırsızlık ve Vandalizm gibi nedenlerle tahrip edildiğini, hatta Karabel yazıtları örneğinde olduğu gibi yok edildiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle bu değerlerin korunarak toplumsal boyutta sahiplendirilmesi önem kazanmaktadır.

KENTE EN HAKİM TEPEDE NİF KALESİ:

Kemalpaşa’nın güneyinde bulunan Nif Kalesi, 1506 metre yüksekliğindeki Nif Dağı üzerinde yer almaktadır. Topografyayla birlikte yükselen kale, 18 km'ye 10 km'lik bir alan üzerinde yaklaşık 150 dönümlük bir alan kaplamaktadır.

Şehre güneyden kuşbakışı bir bakış sağlayan kale Kemalpaşa'nın kente en hâkim tepesinde bulunmaktadır. Topografyanın olanaklarına göre, kalenin özellikle kuzey ve kuzeydoğu yönünde yoğun yerleşim algılanmaktadır. Kalenin etrafında gelişen bu yerleşim ile ilgili önemli bir başka nokta da buraların inşasında kalenin yıkılmış taşlarının kullanılmış olmasıdır. Kale etrafında gelişen bu yerleşim, ilçenin kültür, tarih ve turizm açısından mevcut önemli konumunu her geçen gün yitirmektedir. Bu nedenle kalenin restorasyonu çalışmalarının ivedilikle tamamlanması gerekmektedir.

Kale yüzey araştırması neticesinde iki farklı dönemde ele alınmalıdır. Korunagelen sur yapısından hareketle kalenin kuzeybatı bölümlerinde yöresel taşların işlenerek harç kullanılmadan örülmesi İle oluşturulmuştur. Benzer duvar örgü teknikleri Batı Anadolu Sur yapılarında Helenistik dönemde yoğun olarak kullanılmıştır. Söz konusu sur yapısı modern yerleşme altında kalmış olmakla birlikte korunan bölgeler dikkate alındığında bir kaya kütlesi üzerine kurulan kalenin topografik yapıyı kullanarak doğal bir savunma yapısı oluşturduğu gözlenmektedir. Kalenin Bizans Dönemine tarihlenen geç evresi yapım tekniği ve malzeme olarak aynı dönem özellikleri göstermesi çok fazla müdahale görmediğinin önemli bir kanıdır. Fiziksel özellikler ve bileşim açısından kalede kullanılan ana malzemeler taş, tuğla, ve harçtır. Kaledeki temel yapım tekniği, yörede yaygın olarak kullanılan taş tuğla almaşık duvar örgüsüdür. Yüzey cidarlarının içinde kalan bölümler bol harçlı moloz taş ile yığma olarak inşa edilmiştir. Kalede taş malzeme arasında bağlayıcı olarak kullanılan harç kalan taş duvarlarında algılandığı kadarıyla görsel olarak benzerlik sunmaktadır.

Halkın ‘Hamalı Kale’ ismini verdiği bu yer Evliya Çelebi Seyahatnamesinde kaleye ilişkin olarak, “Kale yalçın bir kaya üzerinde, 5 köşeli, 2 kapılı, 200 adımlık içindeki ve altındaki kubbelerden akan soğuk sular vardır. İçinden elini uzatıp bir iki tas su çıkarmak mümkün değildir. 4 bin kiremitlik sayfiye yeri olarak kullanılan bu kalenin belde insanlarının korunması için yapıldığı ” ifadesini kullanmıştır.

Kaynak: Kemalpaşa Belediyesi Stratejik Planı 2020-2024

Editör: Haber Merkezi