Cabbar Demirci * - Siyasi tarihi askeri darbelerle dolu ülkemizde 15 Temmuz günü yeni bir askeri darbe girişimine tanık olundu. Halktan destek göremedikleri gibi ordu içinde de aradığı desteği bulamayan darbeciler, ordu içinde azınlık bir cunta olarak kalmıştır. 

Dünden bugüne darbeler ve darbe girişimleri bir yanıyla sermaye klikler arasında iktidar ve egemenlik kavgası iken diğer yandan sermaye çıkarları doğrultusunda politikaların ve programların uygulanabilmesi için işçi ve halk hareketlerinin demokrasi mücadelesinin ezilmesini esas alan militarist müdahalelerdir. Dolayısı ile darbe girişicilerini sınıfsal kökünden koparılarak "şucular" diye adlandırılması eksik olur.

12 Eylül faşist askeri darbe ardından dönemin TİSK başkanının "bugünden sonra biz güleceğiz" demesi gibi, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından OHAL ilan edilmesi sonrası İTO'nun açıklaması OHAL’i alkışlanması yönünde oldu; “Olağanüstü dönemler, olağanüstü yönetimi gerektirir. İş dünyası olarak olağanüstü şartların, ancak olağanüstü tedbirlerle bertaraf edileceğini biliyoruz. OHAL sürecinde biz de iş dünyası olarak olağanüstü gayret gösterip, var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz. Ülkemiz için hayırlı olsun “ deniliyordu. 

​Büyük sermayenin dikensiz gül bahçesi özlemleri her darbe döneminde olduğu gibi bir kez daha yeniden canlandı ve hayat buldu.

​Kuşkusuz her darbe ve girişim aynı zamanda bölgesel gelişmeler, emperyalistler arası ittifakların yenilenmesi vb. den de bağımsızda değildir dolayısı ile 15 Temmuz darbe girişiminin düne kadar ittifak halinde ülkeyi yöneten, iç ve dış politikayı belirleyen kliklerin ittifakının bozulması ile girişilen iktidar kavgası olması ile birlikte bölgesel gelişmeler paralelinde Türkiye’nin de istikrarsızlaştırılması ve emperyalist politikaların daha rahat kabul ettirilir bir pozisyona getirilmesi hedefi de gözetilmelidir.

15 Temmuz da hiçbir siyasi kesimden, hiçbir mezhep ve milliyetten emekçiler darbe girişimine sıcak bakmadı. Çünkü şimdiye kadar yapılan bütün darbelerde en büyük kayıpları işçiler yaşadı, sendikalar güçsüzleşti, sosyal haklar gasp edildi.  Siyasal örgütlülükleri hedef alındı. 

Biliyoruz ki geçmişte ülkenin üzerine kara bir bulut gibi çöken ve yıllarca etkileri devam eden 12 Eylül darbesinin karanlığı işçi ve kamu emekçilerinin hak mücadelesiyle aralanmıştır. “1989 Bahar Eylemleri” diye bilinen; belediye işçilerinin, metal işçilerinin, petro-kimya işçilerinin toplu sözleşme eylem ve yürüyüşleri, Zonguldak işçilerinin büyük Ankara yürüyüşü ve kamu emekçilerinin sendikal hak mücadelesi miting yapma, gösteri yürüyüş, örgütlenme özgürlüğü vb. önünü açmıştır. 

DEMOKRASİ İÇİN BİRLİK VE MÜCADELE

Darbe bastırılmıştır, ancak “darbe hukuku”nun OHAL aracılığıyla fiilen devrede olduğu bir döneme girilmiştir. Meclis darbe girişimcilerinin bombalarının altına "Gazi" ilan edilmişti, şimdi ise "Niyazi"leştirilmiştir.

OHAL yönetimi ile ülkede keyfi yönetimin kapıları ardına kadar açılmıştır. Darbenin bastırılması ile Saray’ın  ve Hükümetin demokrasiye düzdüğü tüm o övgülerin, kendi destekçilerinin sürekli olarak alanlarda tutulmasının gerçek nedenleri ve içeriği anlaşılmış oldu. Ülkede demokratik hak ve özgürlüklerin savunulması, demokrasinin kazanılması için mücadele eden tüm güçlere mevcut iktidarın verdiği yanıt OHAL oldu. 

Darbe girişimi devlette var olan egemenler arası güç mücadelesini bir kere daha gözler önüne sermiştir. Erdoğan, darbeye karşı oluşan “mutabakat”ı yeni rejimin (faşizm temelinde) kurulmasında yedeklemek isterken; toplumsal kutuplaşmanın ortadan kaldırılarak “normalleşme” dönemine dönülmesini isteyen çevreler ise “mutabakat”ı bu temelde bir uzlaşmanın dayanağı yapmak istemektedir. Burjuva liberallerin ve sosyal demokratların başını çektiği “yumuşama” beklentisi içindeki bu çevreler, yaklaşımlarıyla, Erdoğan ve AKP’nin hamleleri karşısında kitleleri fiilen pasifize eden bir rol oynamaktadır.

Belirtmek gerekir ki, bu yönlü tutumlar siyaseten hayalcilikten öte tam bir ahmaklıktır. Somut olgular, içine girilen sürecin, yumuşama bir yana muhalefete yönelik baskı, şiddet ve sindirmenin artacağı bir dönem olacağına işaret etmektedir. Türkiye devlet içindeki güç mücadelesinin yeni biçimler altında süreceği, yeni darbe ve cunta girişimlerinin birbirini izleyeceği, çelişkiler ve siyasal belirsizliklerle dolu bir ortama girmiştir.

Bu yüzden darbe girişiminin püskürtülmüş olmasından hareketle yapılan “bir daha geri gelmemek üzere darbeler dönemi bitti” yönlü değerlendirmeler siyasal temelden yoksundur. Bu yönlü yaklaşımlar, 15 Temmuz darbe girişiminin gözler önüne serdiği gibi, ülkemizi darbeciler açısından mümbit topraklar haline getiren darbelerin egemen sermaye düzeni ve iktidarın politikalarıyla olan bağlamını yok saymaktadır.

Unutulmamalıdır ki; Saray ve AKP Hükümetinin “içeride savaş, dışarıda savaş” politikasında ısrar etmesi, parlamenter sistemin “bekleme odası”na alındığını ilan etmesi, 7 Haziran seçimlerinin “yok hükmünde” sayılarak seçimlerin yenilenmesi, “tek adam tek parti diktatörlüğünü” dayatan başkanlık sistemindeki ısrar, işçi ve emekçilerin içine itildiği yoğun sömürüye dayalı çalışma ve yaşam koşulları, Kürt illerinde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları, dokunulmazlıkların kaldırılarak seçmenlerin iradesinin ayaklar altına alınması, anayasanın fiilen askıya alınarak fiili başkanlık sisteminin hayata geçirilmesi suretiyle şekillendirilen keyfi yönetim tarzı, terörle mücadele gerekçesiyle askerin ve silahların siyasete her gün daha fazla hükmeder hale gelmesi vb. uygulamalar 15 Temmuz darbe girişimine zemin yaratan siyasal iklimi besleyip geliştirmiştir.

Toplumsal siyasal yaşamın bu ölçüde terörize edildiği bir ortamda en büyük zararı işçi sınıfı, emekçi halk ve ilerici güçler görecektir. Demokrasi için birleşme ve ortak mücadeleyi örgütlemenin önemi 15 Temmuz öncesine göre çok daha acil hale gelmiştir. Hiçbir gerekçe bu görevin önüne çıkartılamaz. Acil görev, demokrasi cephesinin oluşturulmasıdır.

OHAL’in kaldırılması, söz, basın, örgütlenme (sendikal-siyasal) ve inanç özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlükleri, ezilen ulusun demokratik haklarını, yargı bağımsızlığını ve halk egemenliğini güvence altına alan laik demokratik bir anayasa için bir araya gelinmeli, faşist bir rejim kurulmasına geçit vermemek için mücadele edilmelidir.  

DEMOKRASİYE EN FAZLA İŞÇİLERİN İHTİYACI VAR

Ülkenin, en başta da işçi ve emekçilerin, demokrasiye yakıcı bir ihtiyaç duyduğu tartışmasızdır. Öncesi bir yana, AKP iktidarı altında geçirilmiş on beş yılda, işçi ve emekçiler sürekli hak kayıpları yaşamış, sendikal örgütlenmeleri sürekli darbelenmiş, siyasal ve sendikal örgütlenmenin önündeki engelleri kaldırmak bir yana, Sendikalar Yasası ve İş Kanunu iyice güdükleştirilmiştir. AKP, işçilere, sendikaları ve sınıf partilerinde örgütlenmelerinin yolunu açmamakta, ama onlara “öte dünya”nın örgütlerinin, tarikatlarla cemaatlerin ve AKP’nin paramiliter örgütlerinin kapısını göstermektedir. Oysa işçilere gereken, etrafında birleşerek kendi sınıf taleplerini savunabilecekleri sınıf örgütleridir. 

İşçi sınıfının çıkarı, ekonomik ve siyasal hak ve özgürlükleri için yasakçılık ve tekçiliğe olduğu kadar, darbenin püskürtülmesinden kimseye söz hakkı tanınmayacak bir faşist rejimin kuruluşunun taşlarının döşenmesi için yararlanma çabasına karşı mücadele etmekten geçmektedir. İşçi ve emekçiler, sermaye ve faşizme karşı demokrasi mücadelesinde varım diyen herkesle birleşmek ve birlikte mücadele etmek durumundadır. Aksi, Sarayın ve AKP Hükümetinin gerici politikalarına yedeklenmek olacaktır ki, bu işçi ve emekçilerin bugünleri arayacakları bir geleceksizliğe mahkûm hale gelmeleri demektir. Nitekim OHAL ilanıyla birlikte ilk darbeyi yiyen, direniş çadırları sökülen Avcılar Belediyesi işçileri olmuştur. Normal dönemde bile grevlerin yasaklandığı, TİS süreçlerine müdahale edildiği göz önüne alındığında OHAL döneminde işçi ve emekçileri nelerin beklediği baştan bellidir.

Çözüm, demokratik haklara ve siyasal özgürlüklere sahip çıkmak, halk demokrasisi için mücadele etmekten geçmektedir. 

 

*Emek Partisi İzmir İl Başkanı

 

EYLÜL SAYISI SUNU YAZISI İÇİN TIKLAYIN

İZMİR'DEN YA DA ŞEHİR DIŞINDAN NASIL ABONE OLUNUR? TIKLAYIN

Editör: Haber Merkezi