Melih Yalçın *Darbeler genellikle geri bıraktırılmış ülkelerde demokrasinin işlemez hale geldiği bahanesiyle ordu tarafından yönetime el koyma biçiminde yaşanmaktadır.  Genellikle senaryo şu biçimde işler: Darbe olan ülkelerde, darbe öncesine kadar ülkede kaos ortamı oluşur, ölümler, çatışmalar çoğalır, ülke yönetilemez hale gelir ve darbe yapılmak ‘zorunda kalınır’.

Bunun dışında son yıllarda icat edilmiş birçok yöntem ‘post modern’ tanımıyla yürürlüğe girmiştir. Yöntem ne olursa olsun darbeyi, sandıkla gelmiş yönetimi, sandık dışı yöntemlerle değiştirmek olarak adlandırabiliriz. Darbe ortamı nasıl oluşuyor ve ülkenin gidişatından kimler kaygı duyuyor? İşte darbelerde yanıt verilmesi gereken sorular bunlar. Bu sorulara verilen yanıtlarla darbe ortamlarının kendiliğinden oluşmadığını görüyoruz sonradan.

TSK ‘korumasında’ kurulan Cumhuriyet, yine TSK eliyle irili ufaklı ve başarılı başarısız birçok darbeyi yaşamıştır. Bir zamanlar neredeyse 10 yılda bir yaşanan bu durum 12 Eylül’den sonra en uzun arasını vermiş oldu. Olan biteni anlamayan halkımızın bir kısmı da TSK korumasında olan Cumhuriyet ne zaman ‘tehlikeye giriyor’ olsa ‘ordu göreve’ nidaları atıyor. 

Darbelerin nedenlerini irdelemek bu yazının konusu değil ama darbelerin uluslararası sermayeden, dünya üzerindeki egemen güçlerden bağımsız olmadığı, olamayacağı gerçeğini bugün artık herkes kabul ediyor.  Dünya genelinde ülkeler arası askeri, siyasi ve ekonomik ilişkileri bilenler, her ne kadar doğrudan kabul edilmese de bir ülkede bu anlamda herhangi bir girişim olduğunda arkasında kimin olduğunu hemen görebilirler.  Türkiye’nin özellikle NATO üzerinden askeri ilişkilerinin boyutuna bakıldığında ABD’nin bilgisi olmadan TSK içinden bir girişimin mümkün olmayacağı görülür. Dönemin Amerikan merkezi haber alma örgütü CIA'in Türkiye istasyon şefi Paul Henze’nin, 12 Eylül darbesini dönemin ABD başkanı Carter'a “our boys did it” (bizim çocuklar yaptı) cümlesiyle açıkladığı bilinir.

12 Eylül, Türkiye’nin yaşadığı en ağır darbedir ve yukarıda anlattığımız tüm özellikleri barındırır. Bugün bile hâlâ sonuçlarını yaşıyor olduğumuz darbe, Türkiye’deki emek ve demokrasi güçlerinin üzerinden “silindir” gibi geçmiş, yerle yeksan etmiştir. Siyasi partilerin yanı sıra, sendikaların ve meslek odalarının da kapılarına kilit vurulmuş, yöneticileri tutuklanmış, yurt dışına kaçabilenler ancak 20-30 yıl sonunda ülkesine dönebilmiştir.

Başarılı ya da başarısız her darbe daha anti demokratik uygulamalar için bahane olmuştur, bunlara zemin yaratmıştır. Siyasetteki “yapılan iş sonuçları itibariyle kimin işine yarıyorsa işi o tezgâhlamıştır” kuralına göre bakıldığında görürüz ki darbeler hep uluslararası sermayenin, egemen güçlerin işine yaramıştır. Elbette ki bu güçlerin ülke içerisinde işbirliği içinde olduğu insanlar eliyle gerçekleşmiştir her şey. Onlar da kendi paylarına yaptığı hizmetin karşılığını almışlardır her zaman.  Ama gerçek olan şu ki, hep emekçiler, yoksullar, solcular, sosyalistler, azınlıklar darbelerden en çok zararı gören kesimler olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti tarihine bakıldığında ulusal kurtuluş mücadelesinde oluşan mutabakatın cumhuriyetin kuruluş kadrolarına yansımadığı, bir kesimin (İttihat ve Terakki) çeşitli yöntemlerle devlet erkinde söz sahibi olduğu görülüyor. Bu nedenle, o dönemlerde sağlanamayan toplumsal mutabakat günümüzde süregiden kutuplaşmaların da asıl nedenini oluşturmuştur.

Ülkedeki çeşitli azınlıklara göre özel kurallar geliştirilmiş, dinci kesim diyanet yoluyla disipline edilmeye çalışılırken, gayrimüslimler ve Aleviler her zaman ayrımcılığa uğramıştır. Solcular, Ermeniler her zaman Cumhuriyetin düşmanı olarak günümüze kadar gösterile gelmiş,  bu kategoriye Kürtler de Dersim katliamı sonrası büyük oranda dâhil olmuştur. Sünni Türkler hegemonyasında zorla oluşturulan bu milli mutabakat TSK’ya yaslanmış, kutuplaşmayı diri tutmuş, her daim düşmanlar yaratarak iktidarını sürdürebilmiştir. 12 Eylül darbesi sonrası devlet eliyle geliştirilen siyasal İslam kesimi 28 Şubat darbesi sonrasında devleti ele geçirme hamleleri yapmaktadır. Bunu yaparken de bilinen kutuplaştırma yöntemleri kullanılmaktadır.

Bilindiği üzere Türkiye uzun bir aradan sonra 15 Temmuz’da bir darbe girişimi daha yaşamıştır. Her ne kadar önceki darbelere hiçbir yönüyle benzemese ve birçok soru yanıtsız olarak ortada duruyor olsa da kalkışma adı verilen bu girişimde 200’den fazla insan yaşamını yitirmiştir. Darbeye kalkışanların demokrasi gibi bir niyeti olmadığını herkes biliyor ama darbe sonrası uygulamalara baktığımızda buradan da demokrasi çıkmayacağı görülüyor. 

Siyasi iktidar, 2004 seçimlerinde tek başına iktidar olduğunda koalisyon ortağı olarak yanına aldığı cemaat kadrolarına devletin bütün kurumlarını altın bir tepside sunmuştur. Yıllarca her türlü kumpası, hukuksuzluğu, yağmayı birlikte organize etmişlerdir. Bugün bu ortaklık bozulmuş, birbirlerini tasfiye etme çabasına girişmişlerdir. Her iki kesimin de ajandasında demokrasi yoktur. Zaten sahip oldukları ideoloji ve anlayış demokratik değildir. Halk, 14 yıllık tek başına iktidar dönemi boyunca AKP’den çok çekmiştir. TC tarihinin en büyük yağma, hırsızlık, talan ve katliamları bu dönemde gerçekleşmiştir.  Ancak buna rağmen 15 Temmuz’da sokağa çıkan askerleri de (saat 21.30’da köprü kesilerek başlayan darbeyi de kimse henüz anlayamamıştır)  alkışlamamış, darbeye destek çıkmamıştır. Tam da herkesin çok saçma da olsa bu girişime karşı bir mutabakatı oluştuğunda “acaba buradan yeniden bir demokrasi inşa edilebilir mi” umudu yeşermeye başlar başlamaz ilan edilen OHAL ile bütün umutlar suya düşmüştür. Sonrasında yaşananlar malum; tam bir cadı avı… AKP iktidarının bu hengâmeden bir demokrasi çıkarmayacağını hepimiz biliyoruz. MHP ve CHP’yi kendisine yedekleyerek, ajandasındaki hedeflerine doğru yol alacağı aşikâr. Tam da bu noktada başka darbelerin yaşanmaması için her zamankinden daha fazla demokrasi, adalet ve özgürlük talebinin yükseltilmesi gerekmektedir.

Ülkemizde toplumsal bir mutabakata dayalı demokrasiyi tüm kural ve kurumları ile tesis ettiğimiz zaman darbe olasılıklarını da tümden ortadan kaldırmış olacağız. Bu nedenle Türkiye’deki tüm emek ve demokrasi güçlerinin demokrasi, adalet, eşitlik ve özgürlük taleplerini daha çok dile getirmeleri ve demokrasi ortak paydasında bir araya gelmeleri tarihi bir öneme sahiptir. Demokrasi, adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesi, 15 Temmuz darbe girişiminin sarsıntılarının sürdüğü, 12 Eylül faşist darbesinin yıl dönümünün yaklaştığı bugünlerde demokrat tüm kesimlerin önünde bir görev olarak durmaktadır. TMMOB, bu mücadele içinde her zaman üzerine düşen görevi yerine getirmeye hazırdır.

*TMMOB İzmir İKK Sözcüsü ve Makine Mühendisleri Odası İzmir Şube Sekreteri

 

EYLÜL SAYISI SUNU YAZISI İÇİN TIKLAYIN

İZMİR'DEN YA DA ŞEHİR DIŞINDAN NASIL ABONE OLUNUR? TIKLAYIN

Editör: Haber Merkezi