Ümit Kartal -  Evin, Recep Tayyip Erdoğan’a dair ‘hakaret davaları’nın Cumhuriyet tarihince var olan politikacı ve devlet adamlarının tamamına açılan davaların birkaç katı fazla olduğunu söyledi.  

Her gün medyada “Cumhurbaşkanı’na hakaretten gözaltına alındı, tutuklandı” haberlerini okuyoruz. Bu hakaret davaları yeni mi, yoksa daha mı görünür oldu? Neden bu kadar fazla hakaret davası açılıyor?

Cumhurbaşkanı’na hakaret davalarının bu derece çoğalmış olmasının birden çok sebebi var. İlk sebep, Cumhurbaşkanı’nın gerek kendisine gerek kişisel özelliklerine veya politikalarına yapılan eleştirilere tahammül noktasının ciddi derecede aşınmış olması. Yapılan her türlü eleştiriyi, hakaret olarak değerlendirip suç duyurusunda bulunması…

Erdoğan’ın şöyle bir açıklaması var: “Polisimizin ve savcılarımızın birincil görevi devleti temsil eden seçilmiş Cumhurbaşkanı’na karşı hakaret ve saldırı oluşturan söz ve eylemleri takip ederek gereğini yapmaktır”

Bu açıklama, durumdan vazife çıkaranlar açısından ve kendilerini çoğu zaman ‘vatanını milletini seven duyarlı vatandaş’ olarak tanımlayan ‘muhbir vatandaşlar’ açısından ihbarların çoğalmasına neden oldu. Bunlar da davaya dönüştü.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatları aracılığıyla açılan cumhurbaşkanına hakaret davaları, Cumhuriyet tarihindeki bütün politikacıların ve devlet yöneticilerin muhatabı olduğu hakaret davalarının toplamının birkaç katı kadar fazla.

Cumhurbaşkanı’na hakaret davalarının bu kadar çok sayıda olmasının nedenlerinden bir diğeri de sayın Cumhurbaşkanı’nın ‘Türk tipi başkanlık’ olarak tanımladığı alışılmış demokratik işleyiş dışındaki otoriter yaklaşımından kaynaklı politikalarının toplumda yarattığı tedirginlik ve buna yönelik çeşitli kesimlerden gelen eleştirilerin Cumhurbaşkanı tarafından veya bağımsızlığı ortadan kaldırılmış yargı tarafından hakaret olarak yorumlanması…

Hakarete istinat edilen kelimeler neler? En çok hangi kelimeler hakkında dava açılıyor?

Öyle ki her hangi bir yerde kalabalık bir topluluk içerisinde “Hırsız var” diye bağırılması veya “Hırsız, katil” şeklinde döviz taşınması veya slogan atılması halinde bile, sloganın ya da dövizin içerisinde Cumhurbaşkanı’nın adı, soyadı ya da unvanı bulunmadığı durumlarda dahi bu sözlerle Cumhurbaşkanı’nın kast edildiği iddiasıyla Cumhurbaşkanı’na hakaret davaları açılmaktadır.

Cumhurbaşkanı’na hakaret davalarının çoğunluğu çeşitli demokratik kitle örgütlerinde veya siyasi partilerde örgütlü olan ya da akademisyen, öğretmen, mühendis vb. mesleklere sahip aydınlar ile ağırlıklı olarak üniversite öğrencileri aleyhine açılan davalardır. Ayrıca ağırlıklı olarak sosyal medya paylaşımlarından, paylaşan kişinin kendisinin hiçbir yorum katmadığı başkalarının paylaşımlarını paylaşması nedeniyle kamu görevinden geçici uzaklaştırma ve ceza davası açılması gibi uygulamalar oldukça yaygın görülmektedir. Hatta herhangi bir yerde ‘saray’ sözcüğünün geçtiği eleştiriler bile Cumhurbaşkanı’na hakaret davasına dayanak yapılabilmektedir.

Hakaret davalarının savunmaları nasıl yapılıyor? Davaların seyri nasıl geçiyor?

Bu davalarda savunmalar yaparken özellikle

 Fransa Cumhurbaşkanı, ABD Başkanı ve diğer Avrupa ülkelerinin cumhurbaşkanları ile ilgili olarak ‘ağır saldırı’ niteliğindeki sözler nedeniyle AİHM’in verdiği kararları ve bu kararlardaki topluma mal olmuş siyasal kişiliklerin herhangi bir insana karşı yapılması halinde hakaret olarak kabul edilebilecek sözler karşısında bile hoşgörü ile davranması ve daha geniş bir töleransa sahip olması gerektiğini belirten gerekçelere atıfla, sayın Cumhurbaşkanı’nın kendisi toplumun çeşitli kesimlerine hakaret içeren sözler kullanmaktan kaçınmadığı halde*, kendisine yönelik eleştirileri hakaret olarak nitelendirip şikayetçi olmasının hukuka aykırılığını anlatıyoruz.

Örneğin; topluluk içerisinde ve basın önünde yüzüne karşı ‘Sen bir hayvansın’ diyen ABD’liye neden hiç tepki vermediğinin sorulması üzerine ABD Başkanı Barack Obama, “O insan öyle düşünüyorsa söyleyecektir, ben onun kanaatini değiştiremem” şeklinde cevap vererek, kanaat ifadesinin hoşgörüyle karşılanması gerektiğine örnek oluşturmuştur. Dünyada başkaca sayısız örneği var.

Cumhurbaşkanı’nın eleştiriler karşısında aşırı derecede bir alınganlığı ve kendisine karşı bir komplo içerisinde olunduğu şeklindeki şüpheleri hakaret davalarının sayısının hızla çoğalmasına sebep olmuştur. Öyle ki “Hırsız-katil” sözlerinin geçtiği hemen her eleştiri kendisine yapılmış gibi algılanarak şikayete konu edinebilmiştir. Hatta Ege Üniversitesi’nde bir kafede ‘Herkese benden çay, Tayyip’e yok’ şeklinde sinema filmlerinden esinlenen ve esprili bir cümle yazan öğrencilere Cumhurbaşkanı’na hakaretten dava açılabilmiştir. Bir başka örnek de burundan aşağı çene bölgesini gösteren bir figürün altında ‘katilleri tanıyoruz’ ibaresinin bulunması nedeniyle açılmış olan davadır. Hatta ‘Gollum davası’ olarak bilinen dava da benzetme nedeniyle açılmıştır.

Bütün bu gelişmeler tarihsel belleğimizi canlandırmış durumda. Örneğin 2. Abdülhamit döneminde ‘yıldız, burun, saray’ vb. bir kısım kelimelerin kullanılması yasaklanmıştır. Zira, Padişah 2. Abdülhamit bu sözlerin kullanılarak burnunun çirkin olduğu kastında olunduğunu ve kendisine hakaret edildiğini, yıldız sarayında yaşıyor olması nedeniyle de bu kelimelerin suikast hazırlığında bulunduğu sanısına kapılmıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘1 kereye mahsus affediyorum’ açıklamasını nasıl okumalıyız?

Ceza kanununun 125. Maddesinin 1. Fıkrasında düzenlenen hakaret suçu bakımından şikayetten vazgeçme ile davanın düşürülmesi mümkün olmakla birlikte bunun dışında kalan kamu görevlisine görevinden dolayı alenen hakaret, basın yoluyla hakaret gibi hallerde ise dava kamu davası olarak devam ettiği için şikayetten vazgeçme halinde de yargılama sürdürülecektir. Bu nedenle Cumhurbaşkanı’nın “Davalarımı 1 defaya mahsus olmak üzere geri çekeceğim” şeklindeki beyanının hukuk mahkemelerindeki tazminat davaları bakımından davayı sonlandırması mümkün olmakla birlikte, ceza yargılaması bakımından Cumhurbaşkanı’na katılan sıfatından çıkarma dışında davayı sonlandırıcı bir etkisi yoktur. Esasen ceza Kanununun 299. Maddesi’nde Cumhurbaşkanı’na hakaret şeklinde bir suç düzenlenmesinin kendisi hem Anayasa’ya aykırı hem de demokratik ülkelerde benzeri olmayan hukuksuz bir durumdur. Her insan gibi Cumhurbaşkanı’nın da kişilik haklarının korunması ve hakarete maruz bırakılmaması gereklidir. Ancak, bu gereği karşılayacak şekilde ceza kanununun 125. Maddesi’nde kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçu zaten düzenlenmiştir. Bu madde gerekli korumayı sağlamaya yeterli iken 299. Madde de özellikle alt ve üst sınırı bakımından daha ağır bir ceza düzenlemesi yapılmış olması Anayasa’nın yasa önünde eşitlik ilkesini ihlal eder niteliktedir. 125’inci madde gereği Cumhurbaşkanı’nın sıfatından kayn

aklı olarak asgari sınırdan uzaklaşılarak daha fazla bir cezanın verilmesi de mümkün olduğu halde 299. Madde’nin düzenlenmesi kanaatimizce gereksizdir.

Tüm bunlar ekseninde, ifade özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı bakımından ülkenin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Cumhurbaşkanı’na hakaret davaları Anayasa’nın 15. Maddesi gereği savaş halinde bile özüne dokunulacak şekilde sınırlanamayacak hak ve özgürlüklerden olan; Anayasa’nın 25 ve 26’ıncı maddelerinde, ayrıca Anayasa’nın 90. Maddesi yollamasıyla uluslararası insan hakları belgelerinde güvenceye alınan düşünce ve ifade özgürlüğünü ciddi bir şekilde baskı altına alan, eleştiri hakkını adeta yok eden bir nitelik kazanmıştır.

En son 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra yargıya yapılan operasyonlardan da anlaşıldığı üzere yargı organları önemli ölçüde siyasal kadrolarla donatılmış olup artık yargı bağımsızlığından söz edilmesinin mümkün olmadığı bir noktadayız. Bu nedenle de Cumhurbaşkanı’nın basına verdiği demeçler ya da çeşitli konuşmalarında ifade ettiği görüş ve düşünceleri savcılar ve yargıçlar tarafından talimat gibi algılanarak işlemler yapıldığını ne yazık ki tanık olmaktayız. Artık hukukun temel ilkeleri ve yerleşik ulusal ve uluslar arası yargısal içtihatlar yerine günün konjoktürüne uygun çok kısa sürelerde 180 derece değişkenlik gösteren yargı kararlarıyla karşı karşıyayız. Bu durum toplumun bütün kesimlerinin demokrasi, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğünün gerçekleştirilebilmesi için mücadele bakımından acilen bir araya gelmesine ve ortak tutum almasını zorunlu kılmaktadır.


* Çiftçiye basın önünde: ‘Ananı da al git’

Atatürk ve İnönü’ye kasten: ‘İki ayyaş’

Geçinemiyoruz diyen kamu emekçilerine: ‘Millet yemeyip içmeyip size mi çalışacak’

Ayrımcı bir ifade olarak: ‘Af edersiniz Ermeni’

Gezi’de sokağa çıkan gençlere: ‘Çapulcu’ ‘Vandal’

Kendisini protesto eden kadınlara: ‘Kadın mıdır kız mıdır bilemem’

Kemal Kılıçdaroğlu’na: ‘Mezhebin belli değil’

 


HASAN HÜSEYİN EVİN KİMDİR?

İstanbul Üniversitesi’nden 1988 yılında mezun oldu. Bursa Barosu’nda 1989 yılında yaptığı avukatlık stajından sonra İstanbul Barosu’nda 1992 yılında avukatlığa başladı. 1995 yılı sonunda İzmir Barosu’na nakloldu. Halen İzmir Barosu’na kayıtlı avukat olarak çalışmaktadır. Ağırlıklı olarak iş ve sosyal güvenlik hukuku ile insan hakları ve kamu emekçilerinin sendikal hakları alanında çalıştı. KESK’e bağlı hemen hemen tüm sendikaların danışmanlığında bulundu. Kaç kez Cumhurbaşkanı’na hakaret davasına girdiğini kendisi de hatırlamıyor…

AĞUSTOS SAYISI SUNU YAZISI İÇİN TIKLAYIN

İZMİR'DEN YA DA ŞEHİR DIŞINDAN NASIL ABONE OLUNUR? TIKLAYIN

Editör: Haber Merkezi