Seval Alyürek - Kısaca Ben: 1967 doğumluyum, 16 yaşında kuaförlük mesleğine başladım, 17 yaşında ilk dükkânımı açtım. O dönemlerden aklımda ilk kalan, yaşım küçük olduğu için müşterinin geri dönmesi ve benim buna çareler aramaya başlamamdı. Ve ilk aklıma gelen nüfusta yaşımı büyütemeyeceğim için görsel değişime uğramaktı. Taze bir cilde ağır makyajlar, o zamanın modası tepede kuşkondu topuzlar, topuklu ayakkabılar, ciddi ağır, hanım hanımcık kıyafetler ve sırtımda eve ekmek götürme telaşının verdiği sorumluluk. Yanımda çalışan yaşça benden büyük iki elemanın maaşları, gelen müşterinin kaprisi, benim onları memnun etme çabam... Dükkânın belediye, maliye, kira vs dertleri…

Düşünüyorum da, yaşıtlarım ve arkadaşlarım sokakta oynarken, platonik aşklar yaşarken, baba parası yerken, okul bitirme telaşları içindeyken, daha o zamandan yollarımız ve hedeflerimiz ayrılmıştı.

Her sektörde olduğu gibi yıllar içinde bende de yüzlerce hatta binlerce anı ve hikâye birikti. Değişik ortamlarda çeşit çeşit insanlarla bir araya geldim. Kimi zaman güldük, kimi zaman ağladık, kimi zaman ise şaşırdık ama bir gün yaşadığım, tanık olduğum bir olay can evimden vurdu beni: Bir sabah telefonum çaldı. Manisa'dan bir gelin başı istekleri olduğunu ve randevu vermemi rica ettiler. Saat ve günü ayarladım. Beklenen gün 5 kişi geldiler. Kıyafetler askılara asıldı. Gelinlik kutusuyla içeri taşındı ve biz sohbete başladık. Kimin saçı nasıl yapılmalı, makyaj vs. derken doğal olarak gelinin kim olduğunu sordum. Bana işaret ettikleri yere baktığımda kanım dondu sanki.

Bir an bir kâbusun içine çekildiğimi hissettim. Gösterdikleri yerde 12 -13 yaşlarında minyon, ufak tefek bir kız çocuğu oturuyordu, titremesini, kalbinin korkuyla çarpıntısını bulunduğum yerden hissettim. Bildiğim tüm kelimeler uçup gitti aklımdan, yerine korkunç, bilmediğim bir lisanda kelimeler geldi, konuşamadım biran zorla bir nefes aldım ve dudağımdan canhıraş bir sesle şu cümle çıktı: Asla sizin kirli zihniyetinize alet olmam.  Ve biraz yüksek tonla devam ettim konuşmama.  Saçı yapmayacağımı... Çocuk gelinleri hep duyduğumu ama ilk kez tanık olduğumu ve buna iştirak etmeyeceğimi belirttim. Ailenin tüm derdi düğüne yetişmekti, yüksek miktarda bana para teklif ettiler;  yine kabul etmedim, tatsız konuşmalar geçti aramızda ve gittiler.

O kız çocuğuna sımsıkı sarıldım ve "Direnebildiğin kadar diren!" diyebildim sadece ama gözlerindeki çaresiz bakışlarını ömrüm boyunca asla unutmayacağım.

O gün ve sonraki günler, kendime gelmem oldukça zor oldu.

İnsan 3 kez doğarmış. Birinde Annesinin karnından, o anda acıyı sadece anne çeker, kan ve ter dökerek, biz hissetmeyiz bile. Yer, ırk ya da mekân seçme şansımız hiç yoktur.

2. Doğum ailenin ve çevrenin yönlendirmesiyle eğitsel doğumdur. Uzun ya da kısa fark etmez. Yazmayı, konuşmayı ve iletişim kurmayı öğreniriz bir şekilde. Şansımıza göre bu köklü ve uzun bir süreç de olabilir,  ancak kendimizi ifade edebilecek kadar kısa da olabilir. Burada kişinin mücadele sabrı da ölçülür.

3. Doğum ise insanın beyninden doğumudur. Buna bir olay, bir kelime, bir cümle, bir mekân ve bir insan da sebep olabilir ve kişi bu beyin doğumun tüm mesuliyetini üzerine alır, üstüne gider ya da bırakır ama mıh gibi yaşamına, aklına kazınır.

Bunu neden yazdım?

O kız çocuğunun korku dolu bakışları, tanık olduğum olay benim beyin doğumuma vesile oldu... Çünkü biliyordum ki o çocuk bir şekilde bir meslektaşım tarafından süslenip püslenip düğüne gönderildi ve bir başka adamın evine yollandı.

Halen ne durumdadır, nasıldır merak eder dururum ve en büyük pişmanlıklarımdan biridir; telefon numaralarını kaydetmemem ve iz sürmemem.

Yıllar sonra, geç kaldım belki ama bir daha böyle bir durumla, böylesi çaresizlikle karşılaşmamak için dükkânımın camına “Çocuk geline hayır! 18 yaşından küçüklerin saçına gelin tacı değil, papatyalar takıyorum” yazısını astım.

Toplumsal bir yara olduğunu, laik ve demokratik bir şehirde olmamıza rağmen duyarlı insanların bu duruma kayıtsız kalmadıklarını, yazımın resimlerini çekerek, öz çekim yaparak, bizzat salonuma girip benimle tanışmak isteyerek ve teşekkür ederek bana destek olduklarını gördüm.

Bu olay sosyal medyada hızla yayıldı, en son geldiğimiz noktada tavizsiz ve korkusuz duruşuyla İz Gazete ve Genel Yayın Yönetmeni sevgili Ümit Kartal, ‘İz Bırakanlar 2016’ ödüllerinden birine beni de layık gördü ve beni çok mutlu etti, gururlandırdı.

İLGİLİ HABER: İz Gazete 1. Yıl Buluşması yapıldı: ‘Yalnız değiliz’

Vesile ile yeniden haykırmak isterim: Çocuklar bizim geleceğimiz, onlar umudumuz, yarınlarımız, her şeyden önce çocukluklarını sağlıklı yaşamış bireyler haline getirmek boynumuzun borcu. Saklambaç, evcilik vs oynamak, tıpkı bizim çocukluğumuzdaki gibi enerjilerini doğru yollara akıtmak, uygun eğitimlerle desteklemek bizlerin zorunlu görevi, çocuk sahibi olmamam onlar için bir şey yapmama engel değil, tam tersi tüm çocuklar benim evladım. Hepimizin…

Kız erkek ayırt etmeden çocuklarımız için aklımda, hayalimde yapmak ve gerçekleştirmek istediğim pek çok proje var umarım yaşama geçirebilirim, mesleğimden ötürü ilk eylemim ‘çocuk geline hayır’ diyerek papatyalar takmayı hedeflemek oldu ve gerçekleştirdim. Bunu, bana katılan meslektaşlarımla birlikte camlara afişler asarak ve broşürler dağıtarak, çoğalarak yaygınlaştırmaya çalışıyoruz.

Mücadelemiz devam etmeli. Her yerde haykıralım hep birlikte: Çocuk geline hayır!


İZMİR'DEN YA DA ŞEHİR DIŞINDAN NASIL ABONE OLUNUR? TIKLAYIN

ŞUBAT SAYISI SUNU YAZISI İÇİN TIKLAYIN

Editör: Haber Merkezi