ZEYNEP ALTIOK* (İZ DERGİ SAYI: 30)

Neo-Liberal politikalarla birlikte kapitalizmin en derin şekilde yerleştiği ve yükseldiği ülkelerde üretimin vahşileşmesi; kültür ile sosyal ekonomik gerçeklik arasındaki çelişki, emek-sermaye arasındaki temel saflaşmayı arttırdı. AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002’den bu yana bu sınıfsal çelişki toplumsal tüm katmanlara en belirgin şekilde yansıdı, kendini hissettirdi. 

Toplumsal kutuplaşmanın koşullardan bağımsız olarak iktidarın ayrımcı bakışı ve nefret diliyle arttığı ve ekonomik çöküşün zemin kazandığı bir düzlemde FETÖ’nün ‘menzil arkadaşı’ AKP bir ‘darbe’ girişimi ile karşı karşıya kaldı. Oysa Türkiye demokrasi birikimi yok olma sürecine çoktan girmiş ve bu girişimle ‘ortakların’ kavgası arasında kalmıştı…

15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası 26 KHK çıkarıldı… Bu KHK'larla 111 bin 240 kamu görevlisi görevinden ihraç edildi. 32 bin 180 kamu görevlisi ise görevlerinden uzaklaştırıldı. 159 gazeteci tutuklandı. 12 Eylül darbesinde bile görülmeyen şekilde sayısız medya kuruluşlu kapatıldı, yüzlerce derneğin çalışmaları durduruldu. Bununla da kalmadı elbette…5 binden fazla akademisyen üniversitelerden uzaklaştırıldı… Eğitim sistemi bilinçli olarak dönüştürülürken aydınlanmacı eğitimciler doğrudan hedef alındı.

Muhalif olan herkes tutuklanmaya başladı. Ülkede KHK’lar eliyle ‘resmen’ bir cadı avı başlatıldı. Milletvekilleri, sanatçılar, aydınlar ve eğitimciler tutuklanıyor, gözaltına alınıyordu.

Adalet Yürüyüşü işte böyle bir ortamda, bir ihtiyaçtan öte Türkiye’nin evrensel değerlerle buluşmuş insanlarının çığlığıyla ortaya çıktı.

Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu tarihsel bir adım attı…

İşte o adımın takibinde yürürken yine tarihe mal olan’, Gezi'den kalan bir söz gözüme ilişti…

‘Başka bir dünya mümkün…’

Yürüyüşün ilk günlerinde genç bir yoldaşımızın tişörtünün arkasında gördüm bu yazıyı…

Biri biz, bizi de ‘bir’ yapan adımları atarken bir an durup şunu bir kez daha hissettim.

‘Başka bir Türkiye de mümkün …

İşte bu yüzden Adalet Yürüyüşü sadece atılan adımlardan ibaret değildi.  Yürüyüş; Demokrasi mücadelesinden, 68 kuşağı ilkelerinden, insanlık davalarından, eşitlikten, özgürlükten, laiklikten, Madımak’tan da geçiyordu.

Mesela her adımında Gezi vardı…

Yürüyüşçülerin arasından Berkin koşacakmış, Ethem ‘Hak, Hukuk, adalet’ diye bağıracakmış, Ali İsmail Fenerbahçe formasıyla solumdan geçecekmiş gibi geliyordu.

Yürümek;

yürümeyenleri

arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,

havaları boydan boya yarıp ikiye

bir mavzer gözü gibi

karanlığın gözüne bakarak

yürümek!..(**)

Ve tabi Nazım Hikmet de vardı sol yanında kalbimizin...

Ve sokaklardaydık. Özgürlüğün kokusunu, doğa ile iç içe duyarak.

Çünkü yürümek devrimci bir eylemdi. Yürümek sokakta olmaktı. Bizi, bizle buluşturan, arındıran ve temizleyendi…

Ve artık sokak, nefesti…

Öyle ya: düğünler de taziyeler de sokakta olur. İnsanlar sevincini de acısını da sokakta paylaşır, ortaklaştırır… Çocuklar biraz da sokakta öğrenir paylaşmayı, evin korumacı kolaycı ortamının dışında kendi olmayı, birey olarak var olmayı.

Sokak iyileştirir… Geleneğin, iyiliği paylaşmanın devamı için sokak önemliydi….

Bunun için uzun süredir nefret dilini kullanarak ve cahilleştirerek, yoksullaştırarak halkı kendisine bağımlı kılmaya çalışıyordu karşı adım attığımız o karanlık.

İyiliğin karşısına şiddeti koyarak unutturmaya çalışıyordu, iyi olanları…

Ülkenin büyük çoğunluğu diktatörlüğe HAYIR derken demokrasiyi ‘araç’ olarak kullananlara kalan yegâne alan mevkiler ve bürokrasi. Sokaklarsa bu alanın dışında eşitleştiğimiz bir alan oldu.  Tek nefesle yürüdüğümüz demokrasi ve eşitlik yolları ‘adaletin yokuşları…’ oldu bizim için…

Bu yürüyüş, karanlığın çöküşünü getiriyor. Bunun farkında… Yürüyüşün intikamı olarak çıkarılan son KHK ile binlerce insan ihraç ediliyor, insan haklarını savunanlar tutuklanıyor.

Karanlık biliyor ki, adalet için atılan her adım güneşe yaklaştırıyor ülkeyi…

Akp, ülke ne kadar çamura batarsa batsın, resmi ve gayri resmi kolluk kuvvetleri vasıtasıyla yaşadığımız polis devletini ne kadar tahkim ederse etsin, eğitimli orta sınıfın şiddete sapmadan, sonuna kadar dürüst, barışçıl ve çoğulcu biçimde hareket edeceğini ve aydınlık bir Türkiye için mücadeleyi asla bırakmayacağını biliyor.

Dünya’da bitirilen ülkemizin itibarının Adalet yürüyüşü ile yeniden yükseldiğini biliyor…

Eti geçti

Duydun mu

Bıçak kemikte

Duymadınsa duy artık

Behey Allah'ın kulu

Bıçak kemikte

Duy da silkin n'olursun

Bu ne biçim uyku bu

Bıçak kemikte…(***)

Adalet yürüyüşü, halkın kemiğinin bıçakla değil giyotinle kırılmaya başladığı anda ortaya çıkan aydınlık adımlardır.

Bütün dünya savaş karşıtı eylemlerin, haklı adımların bu dönemlerde ortaya çıktığının farkında... İnsan hakları, savunma, yargılanma, direnme hakkı gibi batı toplumlarında, demokratik toplumlarda var olan haklar için atılan adımların değişimin yankılarını oluşturduğunu daha evvel duyumsadı  o ‘karanlık…’

Wall Street işgal eylemlerinin ve ‘%1’e karşı %99’ sloganının tüm dünyada yaygınlaşmasının, gelir ve servet dağılımdaki eşitsizliklere karşı insanların eyleme geçmelerinin, G20 zirvesinde güce karşı ortaklaşan protestoların da farkında.

Adalet yürüyüşü de ‘1 kişinin değil 99’un hakkı’ diyenlerin yürüyüşüdür…

Adalet yürüyüşü bizi daha fazla özgürleştirdi. Çünkü sokakta hiyerarşi yoktur, yoldaşlık ve eşitlik vardır.

2011’de Arap Baharı'nın bölgede demokrasiye geçiş yönünde bir ivme yarattığını söyleyen de 15 Temmuz 2016 gecesi ‘demokrasiyi korumak’ adına halkı sokağa davet eden de ‘aynı’ tek akıldı. Şimdi "sokakta demokrasi aranmaz" derken 1 yıl önce kendi saklanırken halkı devlet kaynaklarıyla sokaklara kendine kalkan olmaya çağırıyordu, şimdi ise bütün gerici söylemleri ile bize saldırıyor…

Biliyor ki:

İnançla, eşitlik ve özgürlük mücadelesi için barışla birlikte yola çıkanlar kazanacak,

Ve kötülük kaybedecek…

Bunu çok iyi biliyor…

Biz de biliyoruz….

Kararlılıkla yürümeye devam ediyoruz...

*CHP Genel Başkan Yardımcısı / İzmir milletvekili

 (**) Nazım Hikmet – Yürümek

(***) Hasan Hüseyin Korkmazgil - Bıçak Kemikte

Editör: Haber Merkezi