Deniz Doğan Bir kaldır başını. Gördün mü? Yoksa arka sokağa bak. Değilse işe giderken hemen yol üstündeler, göğü delen inşaatların içinde. Ne başta baret, ne göğüste can ipi hınca hınç indiriyorlar keseri yirmilik çivinin tepesine. Binbir renkli boyaya belenmiş resim paleti değil; tuğla paleti onlar, biri boşalıyor diğeri doluyor. Gözü dönmüş iştahımıza, gösteriş merakımıza, birine sahip olsak pirüpak olacak zannıyla yaşadığımız hayatımıza bir örnek bina yetiştiriyorlar. Yetişmediği oluyor. Başlarında dili kırbaçlı ara patron beliriyor o zaman ve şırrak diye vuruyor lafını. Ama iş, hakkını almaya geldiğinde kuzulaşıyor. "Bugün git hele, yarına Allah kerim." O da üst patrondan bekliyor alacağını. Bir patronlar silsilesi halinde kalınca, küfür kattıkları oluyor işin harcına. Öfkeyle karılıyor beton. Harca bıçak gibi saplanıyor kürek. Sövüp sıvarken kimi kez bir yanık türkü dökülüyor ortalığa. Keşfedilmekten çoktan caymış bir halde yıkılıyor hançereler.

İNŞAAT İŞÇİLERİ DİYORUM

Kavruktur. Bakar görmeyiz suretlerini. Emeğini de saymayız kendisi gibi. Oysa çoktandır yabancılaştığı emeği onun hâlâ her şeyi.  Vinç gıcırtıyla çıkıp indikçe, çark döndükçe geliyor sesleri: "Hoop!  İndiir! , Yollaa!"  Şehrin temaşasında kaybolup gidiyor sonra.

O inşaatlar tamamlandı mı, dev reklam panolarıyla şehrin en görünür yerine asılacak, neon ışıklarıyla taçlandırılıp, 'al beni al beni' diye bağır bağır harflere sarılacak. Kışın yağ tenekelerine attıkları üç beş çıtayla ısınıp, yazın güneş altında kavruldukları, soğan ekmeğe talim ederek çalıştıkları yerler, büyük puntolarla göze sokulacak. Adına akla gelmedik jelibonlu isimler konacak. Yaşam formları, kör sokakta bilmem ne suitleri; koş vatandaş, yetişen alıyor, yeniden doğuş üniteleri bunlar. Billur Köşk'ler, cafcaflı odalar... En görünmez yerine de -lutfeylerlerse- pirinç tanesi yazılarla ödeme planı koyacaklar. Ama bir satış ofisine buyurun hele, ayaküstü olmaz. Neredeyse şimdi al hiç ödeme. Her biri üstü kalsınvari cambazlıklarla yüzde beşyüz kârla satılık. Koş, şımartılmaya meyyal obez ruhumuzun tapınakları bunlar. Nefes bile almana gerek yok. Onu da veriyorlar zahir.  Herkes kör,  alem sersem ya (!)  Şimdi al ödemesen de olur. Tahsilatını onlara bırak.

KIYISIZ

Ne kıyı kalmış ne bucak. Yer-deniz betondur beton. Demir filizleri arasına sıkışıp kalmışız. Düşmez yolumuz o inşaatlara. Dökülen ter, akan kan temizlendikten sonra anca düşer. Alıcı gözüyle gidip bir güzel gezeriz odalarını. Depremden korkanlara korkunç güvenlidir, dört yanı telli dikenlidir,  üstelik steril, ne mikrop ne bir şey. Fanusta yaşar gibi. Yan gel yat draje hayat. Eve varmaya ramak kala daha arka sokakta tek katlı evlere bakıp ne zaman temizleyecekler bunları diye söyleneceğiz. Duvarında müteahhidin bir ferman gibi astığı yaftayı görünce bir sevinç alacak. Yıkılacakmış.  Eh, sayılı günleri… Bir karış bahçesi iki telli kavağı, olmadı inciri, dahası limonu, balkonunda ömrünün son demlerini süren küskün bakışlı yaşlıları, bezgin kedileri... Sonra koca ağızlı iş makineleri, homur homur kamyonlar, boylu boyunca yere serilmiş iğde ağaçları, dalında kurumuş narlar çıkacak yolumuza. Şaşırma! Bir nar gibi dağılmış hayatlardan geçip eve varacağız.

Şurada işçiliğine bayıldığın, eşyanın markasına ayıldığın, cicili bicili salon var ya, İbrahim Usta orada dayamıştı sırtını duvara.  Kırk yıllık duvar ustası. Kansersin demişti Doktor, Şakül’ü kaymıştı elinden. Tam kıt kanaat emekli olmayı kurarken, hayat işte, sil baştan başlamıştı yine. O ailesinden uzakta, ailesi ondan. Konteynırlar'da geçiyordu ayları. Bir kâğıda çiziktirilmiş beş kalem borç olmasa çok değil, istedikleri bir göz evdi.

Şu gezdiğin en güzel manzaralı odada duvarı yanlış yapmış diye yevmiyesi kesilen, zılgıtı yiyen de oydu. Bu yaşında laf yemek... Sigarayı bir nefeste yarılamıştı.  Zaten dört yanı duvarla çevrili, her şeyden izole bina tamamlandı mı, ayağını sokamaz artık. Kaç paraysa yarısını kredi faizine gömmeye biz can attıktan sonra kime ne!

Daha değil ama. Şimdi inşaat alanıdır girilmez. Girsen göreceksin. Say ki İbrahim Usta senin koca kanatlı kartalın. Sen onun küçük evladısın. Cebinde yüz lira para. Çok göresi geldi, denkleştirse yolluluğu bağrına basacak seni. Bir kahve içimlik zamanda anneni görüyor; seni, ablanı. Buğday başağı gibi okşuyor saçlarını. Ama ancak rüyasında oluyor bunlar. Hasretinden resmini yapıyorsun babanın. Bir kâğıdın boşluğuna kanadını germiş bir kartal gibi konduruyorsun onu. Sığdıramamışsın kanatlarını kâğıda. Niye kartal? Yükseklerde çalışıyormuş, çok yükseklerde.

Yüksek olmasına yüksek… Aşağıdan baksan boynun tutulur. Küfürle büyüyor her katı. Bitince de iki üç dal ağaç kondurulur etrafına, tabak kenarındaki garnitür misali. Hani reklam panolarında kuşlar ötüyor çiçekler açıyordu. Hele de kuşlar, alabildiğine kuşlar... Hiçbiri konacak yer bulamıyor ki.

 Kırk yıldır duvar örüyor İbrahim usta. O duvarlar labirent gibi sarmış yaşamını. İnşaat çölleri tuzla buz etmiş gövdesini. Doktor kansersin diyor, o; "kötü hastalık." Memlekete dönse, ne elde var ne başta.  Kemoterapi'ye başlaması gerek. Kim çalışacak peki?  Emekli olsa yok öyle, daha ödenecek günü varmış, çekeceği bitmedi daha. Söylese kanserim diye kapının önüne koyarlar. Duvara çaldığı sıva gibi bakıyorlar adamın suratına. Hakkını istemedikçe senden iyisi yok. Olmaz böyle, haktı, emekti, birlikti diyeni de yiğenin ispiyonluyor.  O da işçi nihayetinde. Aynı harcı karıyor, aynı öğüne kaşık sallıyorlar inşaatta. Yiğen, bir kız seviyor. Büyütecek güya işleri, bir aile kuracak. Patronla iş tutmak, işçilerin başından ayrılmamak, sen bana lazımsın diye pohpohlanmakla avunuyor.

Kanser, İbrahim Usta'nın canına günden güne yayılıyor. Günler borç gibi dizilmiş boğazına. Dermanı yok malayı alıp duvara vurmaya. Hakkını almaya utandırılmak, yüzünü karartarak para istemek, sonunda da bahşiş kâbilinden eline üç kuruş saymaksa gırla.

İbrahim Usta, bırakıyor gövdesini o oturmaya çıldırdığımız Billur Köşk inşaatının tepesinden aşağı. Bir kartal gibi. Ölmekle de kurtulunmuyor ki! Kan parasını ucuza getirme faslı başlıyor şimdi.  Ama eşi buna  'he' der mi? Demez.  Demeyenler arttıkça İbrahim Usta'lar ölse de gam yemez.


İZ DERGİ'YE İZMİR'DEN YA DA ŞEHİR DIŞINDAN NASIL ABONE OLUNUR? TIKLAYIN

SUNU YAZISI İÇİN TIKLAYIN

Editör: Haber Merkezi