Dile kolay…

100 Yıl..

Öyle, 10 değil, 20 değil, 100 yıl öncesinin yokluklarında, bir güneş gibi hayatımıza doğan CUMHURİYET'ten söz ediyoruz hep beraber.

At sırtından, kağnı arabalarında, toprakta yatıp, siperlerin içinden bir kısrak başı gibi şahlanışlardan vücut bulan Cumhuriyet bu.

Yok, hiçbir şey yok.

Sadece iman gücüyle vatana sarılıp, kutsal topraklardan, bağımsızlıktan, hürriyet ve çağdaşlık özlemiyle, eşit haklara adanmış ömürlerle bugünlere yaşatılan Cumhuriyet'te yürünen koskoca bir yüz yıl...

Özakman'ın dediği gibi, ''Sevmek yetmez. Çılgınca sevmek gerek bu vatanı.''



DERGİNİN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ



Delicesine yaşamlar adandı bu topraklara.

Yıllarca beklendi. Aylarca savaşıldı. İnatla, kararlılıkla, düşmandan arındırıldı ve saltanata son verildi.

Her açıdan çok çileliydi…

Hele ki kadın- erkek eşitliğinin hayata geçirilmesi, Mustafa Kemal'in çağdaşlık düşüydü bu…

17. yüzyıl biterken Batının karşısında topraklarını kaybetmeye devam eden Osmanlı devletinde, batılılaşma hareketleri 1839-1876 Tanzimat hareketinde ete kemiğe büründü. O yıllara dek eve kapatılan kadının toplumdaki tüm rolü ev içindeydi. Sosyal alandan uzak, eğitim ve çalışma hayatında yok sayılan kadın, batılılaşma sürecinde kendini bulmaya başlamıştı. 1869’dan sonra bazı kısır düzenlemelerle kurumların öğretmen açığı, birkaç ebelik ve kız sanayi okullarının açılmasıyla eğitim düzeyinin yükseltilmesi ve sosyal hayata katılımlar amaçlanmıştı. İlk ücretli işçi statüsü, ancak 1897’de verilmişti kadına. Kadın haklarını geliştirmek, yaygınlaştırmak için bazı Osmanlı kadınlarının dernek faaliyetleri, Meşrutiyet döneminde (1908-1918) de devam etti.

Millî mücadele döneminde ise kadınımızı, bazen cephe gerisinde ya da çocuğunu geride bırakıp, cephede mermi taşıyan rolüyle, başkaldıran protesto mitinglerinde bağımsızlık bayrağını dalgalandırırken, bazen de elinde silah düşmana karşı koyarken görüyoruz. Kadınımızın yurt savunmasındaki o muhteşem destansı katkılarını, 100.yılımızda da şükranla anıyoruz.

ATATÜRK SESLENİYOR

Büyük vatan mücadelesini kadın-erkek omuz omuza veren Mustafa Kemal Atatürk, 1923’te Konya’da kadınlara şöyle seslenmişti:

Hanımlar, Efendiler! Bu son yılların inkılâp hayatında, ateşli fedakârlıklarla yüklü mücadele hayatında, milleti ölümden kurtararak kurtuluşa ve bağımsızlığa götüren kararlı çalışma hayatında, her millet bireyinin çalışması, gayreti, emeği, fedakârlığı geçmiştir. Bunlar içinde en fazla yüceltilmesi, anılması ve daima teşekkür ile tekrar edilmesi gereken bir emek vardır ki, o da Anadolu kadınının göstermiş olduğu çok yüce, çok yüksek, çok kıymetli fedakârlıktır. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde, Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışması söylememize imkânı yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını ‘Ben, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar gayret gösterdim, diyemez.”

Atatürk İzmir konuşmasında da bu tarihi tespitlerine devam etmiştir:

''Şuna inanmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir…''

1923’te Cumhuriyet'in ilanıyla sağlanan yasal ve yapısal reformlarla Büyük Atatürk, kadına haklarını vermeye devam etmiştir. 100 yıl önce yeni kurulan Türkiye Devleti'nin en önemli sorunlarının başında gelen cahillik ve ekonomiyi düzeltme çabaları sırasında, Atatürk 1923 de şöyle konuşmuştu:

“Kadının en büyük vazifesi analıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu vazifenin ehemmiyeti layıkıyla anlaşılır. Milletimiz kuvvetli bir millet olmaya azmetmiştir. Bugünün levazımından biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini temindir. Binaenaleyh kadınlarımız da âlim ve mütefennin olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün derecât-ı tahsilden geçeceklerdir…”

İZMİR YENİDEN VATANA KAVUŞMANIN BAŞLANGICIDIR...

26 AĞUSTOS 1922 'de Afyon Kocatepe'den başlatılan Büyük Taarruz, 14 gün sonra, 9 Eylül günü İZMİR'İN KURTULUŞU ile tamamlanmıştır.

Kimilerinin söylemeye çalıştığı, ancak kabul görmediği gibi, kentlerin destansı direnişleri GERÇEĞİMİZDİR ve bu ''Büyük Zafer'', ''Milli Mücadele'' ile sona ermiştir.

Kim ne derse desin, 100 yıldır, İzmir'in kurtuluşu 9 EYLÜL'ÜN, milli mücadelemiz içinde önemi çok büyüktür. Emperyalist güçlerin, Yunanın 15 Mayıs 1919’da işgal ettiği İzmir, 3 yıl 4 ay 24 gün sonra, 9 Eylül 1922'de Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarıyla düşman çizmesinden kurtarılmıştır. Ve bu adımla, Anadolu insanının da destan yazması sürmüştür.

İzmir'in düşman işgaline karşı ortaya konulan direniş, Anadolu'daki milli mücadele ruhunun da ateşini büyütmüş, güç katmıştır.

Vatanın kurtuluşu mücadelesinde, aydınlığa giden yolun başlangıcında, onun için İzmir, ilk adımdır.

Bu inançla, Anadolu insanı direndi, örgütlendi, protesto mitingleri ve hareketleri ile ülkenin dört bir yanına bağımsızlık kıvılcımları saçıldı.

Anadolu’nun zaptı için ilerleyen Yunan ordusunun İzmir'de denize dökülmesiyle, bu zapt etme zinciri kırıldı.

Millî Mücadelenin unutulmaz direnişi ile, Belkahve'den Konak'a ulaşan ve göndere çekilen şanlı bayrağımız, 100 yıldır dalgalanmaya devam etmekte.

Ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal'in, 1 Eylül’deki ünlü emrini, seslenişini unutmak mümkün müdür;

''Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri…''

Yunan ordusunun tüm planlarını altüst eden bu tarihi emir, 9 Eylülde düşmanı denize dökmekle vücut buldu. Menemen’den, Karşıyaka'ya, Sabuncubeli'den, Bornova'ya, şehrin tüm tepelerine dalga dalga yayılan birlikler, sabahın 9'unda ''İzmir'in dağlarında çiçekler açtırdılar.''

Altın güneşin oralarda sırmalar saçmasını yaşattılar bu vatana.

''Yaşa Mustafa Kemal Paşa, yaşa'' sesleri ile İzmir'i inlettiler.

Alsancak, Konak Hükümet Konağının merdivenleri, Kadifekale burçları, Mersinli, Pasaport iskelesi, hala ''VATAN VE NAMUS'' kokar İzmir'de.

Yıllarca süren mezalime karşı, için için alevlenen bağımsızlık ateşi, kadını erkeğiyle canlı tutulmuştu. Bu kararlı, büyük direniş karşısında, İngiliz başkonsolosu Sir Lamb, Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a telgrafla durumu şöyle aktarıyordu;

''Türk süvarisi kente saat 11 sularında girdi. Rumlar, Ermeniler birkaç el ateş edip, bomba attılarsa da Türkler nizam ve kararlılıkla her şeye hakim oldular. Aşırı hareketlere ve misillemeye izin verilmeyeceğinin güvencesini verdiler. Disiplin içinde İzmir hükümet konağı ele geçirildi.''

O zaferi vatan toprağına taşıyan süngülerin ucunda, Türkiye'nin zafere koşuş mücadelesinin kararlılığı vardı.

Kurtulan sadece İzmir değil, düşmandan arınan bir vatandı.

Dünya tarihini değiştiren bir büyük kurtarıcının, yıllarca dantel gibi işlediği bağımsızlık destanıydı.

Bir ulusun düğün günüydü.

Bu düğünün önemli bir parçası ise, kağnıda, süngünün ucunda, elinde bayrağıyla protesto heyecanını yurdun her bir köşesine yayan, Halide Edipler, Naciye hanımlar, Latife hanımlar, Nezihe Muhiddinler, Afet hanımlar, Latife Bekirler, Şukufe Nihaller, Suat hanımlar, en kutsal, en ihtişamlı direnişleriyle öncü olan isimsiz kahramanlar... Ve daha niceleri... Hepsinin anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

Kurtuluştan sonra, Cumhuriyet dönemi boyunca, Türk kadınının değerini iyi bilen Atatürk, gösterdiği fedakarlıklarını unutmadan, Türk kadınını çağdaş seviyeye çıkarmaya çalıştığı sürece, kadın haklarına öncelik vermesi unutulamaz.

Bu önemi de yurt gezilerinde eşi Latife hanımı yanına alarak her konuşmasında göstermiş, gereken önemi vurgulamıştır. Türk kadınının ulvi, çok yüksek ve çok değerli fedakarlıklarını kimsenin inkâr edemeyeceğini, çektiği sıkıntılarının, acılarının unutulamayacağını dile getirmiştir.

'' Kadınlarımız da bilgili olacak, erkeklerin geçtiği tüm öğretim derecelerinden geçeceklerdir… Toplumsal hayatta erkeklerle birlikte yürüyerek birbirlerinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır'' diye konuşan Atatürk, kadınlar hakkındaki kafalarda oluşan olumsuz fikirleri yok etmek için tüm fırsatları kaçırmadan konuşuyordu...

Kadının hakları ve statüsü için devrimlerine can veriyordu…

1924-1926 yılları da bu kararlılıkla kadın haklarının dile getirildiği önemli yıllarımız olmuştur.

Türk medeni kanununun 17 Şubat 1926’da kabul edilmesi, en büyük devrimlerdendir. 1924 yılında çıkartılan eğitimde eşitliğin sağlanma yasası da öyle.

Daha birçok yasayla ve uygulamayla, Türk kadını, dünyanın çağdaş kadınlarıyla eşit olabilme durumuna kavuşmuşlardır, hatta çoğu batılı ve medeni ülkenin önüne geçmiştir.

Onun için diyoruz ki, CUMHURİYET milli kurtuluşumuz kadar, bir kadın devrimidir.

Büyük Atatürk'ümüze minnet borçluyuz...

Ne var ki, kadınımız gibi, tüm ulusumuzu, onurla yaşadığımız 100. yılımızda Atatürk'ün istediği düzeye ulaştıramadığımızı da söylemek zorundayız.

BU BÜYÜK ONURDAN, HUKUK MÜCADELESİNDEN VAZGEÇECEK DE DEĞİLİZ ELBET.

YOLUMUZ, ATATÜRK'ÜN YOLUDUR.

Dağlarımızda çiçekleri soldurmamaya yeminliyiz çünkü.