HAKAN GÜLSEVEN* (İZ DERGİ SAYI:30)

Türkiye tarihinin en ilginç dönemini yaşadığımızdan kuşkum yok. Emperyalizmin desteğiyle iktidarı ele geçirmiş olan siyasal İslamcı kadrolar, bir dizi başkalaşım yaşayarak, bugünkü konumuna kadar geldi. Mevcut iktidarın bugünkü konumunu bir karşıdevrim yapılanması olarak okuyabiliriz. Ve hiç kuşkusuz bunun bir hazırlık evresi vardı.

İktidar bloğundaki –AKP ve ‘Cemaat’- derin yarılma kimseyi yanıltmasın. Ülkeyi uzun dönem ‘Şen Kasaplar’ misali birlikte yöneten, emperyalizm tarafından da alabildiğine desteklenen AKP-Cemaat koalisyonu, hem karşıdevrim için zemini düzledi, hem de İslami söylemin demagojik etkisini etkin biçimde kullanarak ülkedeki iktisadi dönüşümü sağladı. İktisadi dönüşüm, esas olarak uluslararası kapitalizmin dikte ettiği yağma planı anlamına geliyor: Kamuya ait bütün kaynakların, yer altı ve yer üstü zenginliklerinin uluslararası tekellere peşkeş çekilmesi…

Aslında bu kadarla kalsa ortada iktidar bloğu ve onların sponsoru olan ABD için pek sorun yoktu. Ne var ki, iktidar bloğunun her iki tarafı da ideolojik bir zemine oturuyor ve bu ideolojik zemini paraya tahvil ediyordu. Kasaba kasaplarının eline güç ve para geçerse kavga çıkması kaçınılmazdır. Hele Tayyip Erdoğan’ın kendi gündemini oluşturması, bir taraftan saraylar inşa ettirmesi, mutlaki bir rejim arzusu falan düşünüldüğünde, kapışma kaçınılmaz hale geliyordu. Neticede kılıçlar çekildi ve 15 Temmuz darbe girişimine kadar gelindi…

Darbe girişimini “Allah’ın bir lütfu” olarak karşılayan Tayyip Erdoğan, kendi karşı-darbesini gerçekleştirecek fırsatı ele geçirmişti. OHAL ve KHK’larla dizginsiz bir keyfiyet rejimine geçildi. Zaten hiç de matah olmayan hukuki yapı tamamen ortadan kaldırıldı. Türkiye’nin Cumhuriyet’le beraber oluşturduğu ve bugüne kadar ağır aksak getirdiği yapısal çerçeve darmadağın oldu. Karşıdevrimin hedeflediği ‘yeni düzen’in temelleri atılmaya başladı.

İktidardaki siyasal İslamcı kafanın yürütmekte olduğu karşıdevrim kadının toplumsal rolünü ortadan kaldırıyor, gençleri dinsel gericiliğin cenderesine sokuyor, emekçilerin son kalan haklarını da tırpanlayacak adımlar atıyor, başta Aleviler ve Kürtler olmak üzere kendilerinden saymadıkları tüm kimliklere saldırıyor… Karşıdevrimin hedefi, vatandaşlık hukukunu tamamen ortadan kaldırmak, ‘vatandaş’ı ‘kul’a çevirmek, sendikayı, örgütü yok etmek, sermayenin önünü alabildiğine açarak KaçAk Saray’a kadar sivrilen bir piramitin mutlak egemenliğini tesis etmek. Aksi takdirde bu iktidarın yaşama şansı yok…

Hiç kuşkusuz bu dizginsiz gidişe karşı büyük bir öfke birikiyor. Kadınlarda, gençlerde, aydınlanmış emekçi kesimlerde, iktidarın yok saydığı toplumsal kimliklerde kaygı var. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı ve kararlılıkla sürdürdüğü Adalet Yürüyüşü tam olarak bu nedenle milyonlarca insanın kendini ifade ettiği bir hüviyet kazandı.

Bu yazıda CHP’nin veya Kemal Kılıçdaroğlu’nun gerçekte ne olduğu tartışmasına girmeye hiç niyetim yok. Ülkenin büyük bir uçuruma sürüklendiği şu kritik dönemde, asgari demokrasiden yana tutum alan güçlerin en geniş eylem birliğini sağlamak gerektiğine inanıyorum zira. Evet, ‘eylem birliği’… Kimsenin kimsenin disiplini altına girmediği, yan yana durarak karşımızdaki büyük karanlıkla mücadele imkanlarının yaratıldığı bir birliktelik anlamına geliyor bu. Dolayısıyla, büyük bir seçmen ve taraftar kitlesine ulaşan CHP’nin yaptığı her olumlu hamleyi desteklemek, yalpalamalarında eleştirerek ileri tutumlar almasını sağlamak gerekiyor.

Adalet Yürüyüşü ve Mitingi’ni bu gözle değerlendirdiğimizde, yüz binlerce, hatta milyonlarca insanı ülke genelinde seferber eden bu büyük eylemin önemli bir dönemeç olduğunu kabul etmemiz gerekir. İktidarda bir OHAL şımarması yaşayanlar, bu boyutta bir tepkiyi, hele 15 Temmuz müsamerelerinden hemen önce hiç beklemiyordu.

Darbe girişiminin yıldönümünü iktidar müsameresine çevirmek için hevesle bekleyenlerde büyük bir moral bozukluğu ve öfkeye yol açtı Adalet Yürüyüşü. Dahası bir gerçekliği de olanca çıplaklığıyla ortaya koydu: Eğer Türkiye toplumu karpuz gibi ikiye yarıldıysa, bir yanda Adalet Yürüyüşü saflarında biriken ve demokrasiden, bilimden, insani değerlerden yana olan milyonlar, bir yanda şeriatçı sloganlar atan, kadının toplumsal rolünü yok sayan, katliam çağrıları yapan ve bu arada bedava ne bulursa kapmaya çalışan yığınlar olduğu açıkça görüldü.

Türkiye toplumunun kendi geleceği hakkında vereceği karar, aslında toplumun bu iki yüzü arasındaki mücadelenin sonucunda belirlenecektir. CHP, Adalet Yürüyüşü’nün sonrasını ne kadar hesap etti bilemiyorum ama bizim toplumdaki iyiliği, aydınlığı büyütecek kesintisiz bir eyleme ihtiyacımız olduğu kesin. Özellikle de iktidarın yarattığı illüzyona kapılmış emekçi kesimlere gerçeği anlatabilecek kanalları yaratmak zorundayız.

Önümüzdeki dönemin gündemi, emekçilerin tamamen iktidardan kopmasını sağlamak olacaktır. Bunu başarabilirsek, karşıdevrim nihai yenilgiye uğratılabilir.

*Birleşik Haziran Hareketi Türkiye Yürütme Kurulu üyesi / Gazeteci

Editör: Haber Merkezi