Toplum olarak gelecekte genetik kodlarımızda ciddi bir değişiklik yaşamamız çok olası, adrenalin bağımlılığı ile en korku verecek olaylarda bile içinden dahi tek kelime edemeyecek kadar sinmişliğin arasında gidip gelen bir ruh halimiz yok; ara renkler çıkmıyor artık, sadece bu iki noktada yaşar hale geldik. Mutlak suskunluk ile sonuçlarını hesaplamaksızın bir hareket halinin sonraki kuşakları ile nasıl etkileyebileceği ciddi bir muamma; gündem başlıklarının hızla geçtiği, tepki veya tepkisizliğin suratlarını dahi göremeden, hafızalara kazınmadan bir diğer gün doğumunda sıfırdan başlayan bir bilim kurgu eseri gibi her şey.

Bir gün aniden, organize suç ile birlikte bazı devlet kurumları ile ilişkisi olan birisi çıkıp ana muhalefet partisinin liderine tehdit içerikli bir mektup gönderiyor, bir gün daha geçmiyor, yeni eskinin mimarlarından birisi ülkede yaşanan tutukluluk durumlarının eleştirisini yapıyor, muhalafetin bir bölümü ilk gün yaşananı, eleştirdiği hukuk sistemi ile çözmek için iddia makamını göreve davet edip, ikincisi ile de, nasıl yapabilmişse artık, vicdan arasında bir bağ kuruyor. ‘Bu adamın huyudur mektup yazmak canım, önemsemeye gerek yok’ ile başlayan fısıltılara, vicdanlı söylemler eşlik ediyor, bir infial yokken sükunet telkin ediliyor.

Halen bir bakanın affının, resimlerin yayınlandığı bir siteden öğrenen kamuoyunun bu yeni yöntemle imtihanını sona ermemişken, henüz daha kendini muhalefet ilan etmeden, gördüğü ilk mikrofona içindekileri doğru yanlış kusan bir adamın cezaevindeki ilk günleri yaşanırken, henüz depremin yaralarını sarmamışken, henüz enfekte olan insan, hasta insan, ölenlerin sayılarını öğrenmemişken, henüz saat kaçta sokağa çıkabileceğimizi çözmemişken, henüzlerin henüz bitmediğini idrak edememişken, ertesi gün ne olacak heyacanı ile adam boşver ya olur gider olasılıklarından biri sarıveriyor insanı.

Devletin gücü ile sınanan maden işçilerinin kararlılığı ile aldıkları haklarını ‘bu iş böyle yapılır alay komutanı’ deme hazzını tadamadan, covidin meslek hastalığı olduğu ve meselenin bir halk sağlığı meselesi olduğu konusunda bir adım geri atmadan yönetenlerin önüne her yolla çıkan Tabip Odalarının, covidin meslek hastalığı olduğunu ortaya koyan yasa teklifinin komisyondan geçmiş olduğunu, bu işlerin ancak topyekün ve kararlı mücadelelerle mümkün olduğunu bir kez daha tescil etmemişken, yeni mecralara savrulmanın heyecansızlığı ile hezeyanı sarıveriyor insanı.

***

‘Bu kadar karmaşa içinde itiraz etmek mümkün mü?, Bu itiraza yanıt gelir mi?, İtiraz nasıl olmalı?’ sorularının sorulmadığı ise apaçık parlıyor karşımızda. İtiraz ederek yönetmeye aday olanın sadece tespit etmek gibi bir görevi yoktur, itirazının peşinden koşması gerekir. Muhalefet, muhalif, sistemin otoriterliği ile orantılı olarak konumunu belirler. Sistemin sertlik derecesi ile muhalefetin yaklaşımı ortaya çıkar; demokratik ilkelerin uygulanabildiği sistemlerde, muhalafet katılımcı, katkı koyan, yönetimin içinde bir şekli ile yer alan bir yapıya bürünürken, iktidar gücünün merkezileştiği yönetimlerde, yönetimden ve merkezden uzaklaşır, halk kitlelerinin içinde siyaset arayışına girer.

Yanlış giden bir tek politika yok, en azından iki politika var; yönetme yanlışlığının tescil edilmiş olması, yanlışlığa yönelik yapılan itirazın doğru, yeterli ve ikna edici olduğu anlamına gelmiyor. İtiraz etmenin koşulları çoktan oluştu, itiraz etme yönteminde ise yönetilme adaylarının, yönetme iddiasında olanlardan daha gerçekçi, daha kararlı olduğu ise belirgin bir farkla açığa çıkıyor. Ne hekimlerin ne de maden işçilerinin itiraz etmekten anladıkları yönetmeye aday olmak değil. Yönetmeye aday olanların ise, itirazlarını onların ardında kısık sesle dile getirmeleri yanlışlığa giden diğer yol.

Yaşanılan bu karmaşayı, ne ‘nasılsa kendiliğinden bitecek’ anlayışı, ne ‘vicdan’ söylemleri, ne eleştirilen adalet mekanizmasının kanatları altına sığınan suskunluk dili, ne de halkın ürettiği sosyal medyadan alıntılanan söylemlerin ardına sığınarak, olmayan basına yapılan beş kelimelik açıklamalar çözebilir.

Gerçekten karşı çıkmanın tek yolu, kimliğini, kişiliğini gizlemeksizin, retoriğe, politik ayak oyunlarına başvurmaksızın, idari-i maslahatta yer almaksızın, alay komutanının karşısına çıkmaktan geçer. Alay komutanın karşısında duranların arkasına saklanarak itiraz edilemez.

Kısacası, ya itiraz edenlerin önünde itiraz etmek için sıralanmak gerekir, itiraz edenlerin düşleri doğrultusunda muhalafet edilir ya da ‘kapıya bir kilit daha asılır ve adına demokrasi denilir.’1]


[1] Mülksüzler, Ursula K. Le Guin, Metis Yayınları, Levent Mollamustafaoğlu (Çevirmen), Mart 1990