Büyük şehirlerin nasıl değiştiğini iki şeye bakarak anlarsın, gözünüze isteseniz de istemeseniz de sokulan gökdelenler ya da her gün yolda, otobüste karşılaştığınız insanların yüzlerindeki ifadeler. Kültür seviyesinin yüksekliğiyle övünen İzmir de ise gökdelenler yükseldikçe boş umutlar ayakta kalıyor. İnsanların zihinleri telaşlı, sinirliler ve en önemlisi kendilerini yalnız, çaresiz hissediyorlar. Böyle bir yerde ne yaparsanız yapın bu insanların sizden nefret etmelerini gökdelenler engelleyemeyecektir. Çünkü çile, başarı ve hız kavramları insanları duyumlarına sorumluluğu kendilerinde hissedemeyecek kadar yabancılaştırıyor. Çözüm ve çare kavramlarını sadece korkudan uzak, konforlu bir alan yaratılması olarak algılandığı böyle bir mantıkta insanların bu korkuyla her şeyi yapmaları beklenir. Bu düşünce yapısının değişimini sağlamak, gökdelen ya da her haliyle insanı esir alan siteler oluşturmakla, onların şehrin her yerinde yükselmesine izin vermekle olmaz. İnsanları sadece huzur yalanıyla buralara hapsetmiş olursunuz! Demokrasi bilinci akılla ve gördüğünü yorumlama gücüyle anlamlanan toplumlarda hesap sorma hatta bencilleşen partilere halkın ezici varlığını hatırlatması olarak kendisini gösterir. Ancak bizim gibi ideolojilerin, kültürlerin, dinlerin nefret yaratarak bireyleri kutuplaştırmak için kullanıldığı coğrafyalarda, demokrasi anlam değiştirir; intikam, tahakküm aracı ve bir tavrın diğer tavır üzerinde istediği her şeyi yapabileceğini düşündüğü adaletsiz, barbarca düşüncelerin mayası olarak kullanılır. Biraz da bu yüzden iki sebebe bağladım şehirdeki değişimi. Çevreden gelerek merkez olmuş bir partinin destekçilerinin köy yakıştırmasıyla aşağıladıkları İzmir şehri; dört koldan var gücüyle köylülükten kurtulmaya çalışıyor. Bunun için koca koca gökdelenler, peyzajı, çevre duyarlılığı düşünülmemiş düzenlemeler, neyi rahatlatacağı bilinmeyen yatırımlar, betonlaşan parklar yapılarak yaşamları tüketerek kendini var eden yaşam anlayışına kendini kanıtlamaya çalışmak neden! Kendisine sosyal demokrat diyen belediyelerin bu benzetmeden kurtulmak için var gücüyle saçma imar ve çevre düzenlemelerine imza atmalarına ne demeli. Şehrin sakinlerinin en ufak tepkisini savuşturmak için insanları çaresizliğe iten açıklamalar yapılmasına nasıl tepki verilmeli dersiniz! Peki bu açıklamalar bu şehri yok etmek isteyen, şehirde sadece alışveriş yapan zombiler olmasını isteyen vizyonsuz müteahhitlerin ve ticaretçilerin ekmeğine yağ sürmekten başka ne işe yaradığını açıklayacak biri var mı? Eğer İzmir bir şehir olmanın dışında bir kültür başkenti olamaya çalışıyorsa kendine has bir mimarisi, kendine has bir sanat anlayışı olması gerekmiyor mu? Ne zamandan beri inşaat ve eğlence endüstrisi bu şehrin kültürünü belirler oldu? Bunun için artık İzmir’in internet fenomenlerinden, altmışının üstünde emekli olmuş sanat aşıklarından, belediye heykelcileri, sinemacıları, tiyatrocularından öte akıldan, duygudan ve anlamdan yana olan genç sanatçılara dönme zamanı gelmedi mi? Sanatla uğraşan genç insanların bu şehre gelmeleri sağlanmazsa İzmir’in de kaderi İstanbul ve Ankara’dan öte olmayacak. Zira siyasetçiler, genç sanatçıların gelmesi için egolarından ödün vermezlerse, etraflarında sanat üstüne yüzeysel söylemlerde bulunan kültür danışmanlarından bir nebze bile uzaklaşarak popülist söylemlerin dışına çıkmazlarsa, özgür düşünce ortamını yaratmak için genç sanatçılara üretim alanları, bu yönde projeler oluşturulmazsa bu kaderin değişmesi imkânsız. Zor şartlarda büyük şehirlerde para derdiyle, bu yönde projeler kendileri olamayan tüketim nesneleri üreten bu genç insanlara imkanlar sağlanırsa çağdaşlaşma, aydınlanma yolunda neler yapabileceklerini tahmin bile edemezsiniz! Her şeyinizi kar getirmesi üzerinden kurgularsanız, bundan karlı çıkan sadece müteahhitler ve onların yancılarıdır. Sadece para ve onun getirdiği güçle kendilerini var eden bu nevrozlu insanlar İstanbul’a Ankara’ya yaptıkları gibi İzmir’e de sadece umutsuzluk ve çaresizlik yayan betonlarından başka bir şey getirmeyeceklerdir.  


İstiklal caddesini, İstiklal caddesi yapan her değer, dönüşüm adı altında yavaş yavaş yok edilmeye devam ediyor. İzmir de aklı başında her birey bu değişimin neden yapıldığını çok iyi anlıyor. Ancak bu kendi istediği gibi konuşmayanı dinleyemeyen zihniyet karşısında dehşete düşmekten, üzülmekten öte pek bir şey yapamıyor. İstiklal caddesini bugün bizim anılarımıza, ufkumuza kazınan Emek sineması, Pera otel ve civarındaki meyhaneler, resim, heykel, fotoğraf galerileri ve tabiki oraya bu anlamların yüklenmesini sağlayan sanatçılar köhneleşmiş, öç alma misyonuna kurban edildiler.


İzmir’de yaşayan herkesin haftada en az bir kere uğradığı Kıbrıs Caddesindeki sokak çalışmaları dikkatinizi çekmiştir. Yavaş ilerleyen çalışmalarda şimdilik bol bol beton bol bol griden öte bir şey yok. Ancak her fırsatta İstanbul’daki bu köhneleşmişliği eleştiren belediyelerin İstiklal caddesinin yok edilmeye çalışılan anlamından alacakları bir ders yok mu? İzmir de cumhuriyetle birlikte gelişen bu anlamların yaşayabilmesi için bir şeyler yapması gerekmez mi? Yoksa onlar da aynı zihniyet gibi şehirdeki insanların sürekli uğradıkları bu mekânın sadece içi boş eğlence kültürüne hizmet eden alışveriş merkezi olmasını mı istiyorlar? Onun için mi koca cadde de bir tek ağaç yok ya da onun için mi ruhu olan bu caddenin üzerinde bir tiyatro, sinema salonu yok! Artık sosyal demokrat belediyeler için de mi şehir de yaşayan insanlar sadece müşteri olarak algılanıyor. Türkan Saylan Kültür merkezinde düzenlenen en ufak etkinliğin kalabalığı, Han tiyatrosunun tüm yetersizliklere rağmen dolması, maske müzesini ziyaret eden kişi sayısı bir şeylere başlamak için yetmiyor mu? Unutmamak gerekir şehri şehir yapan içinde yaşanan sokakların estetiği ve o estetiğin yansıttığı kültürdür. Şehre her gelenin, şehirdeki her insanın uğradığı Kıbrıs caddesi Popülist siyasetçiler yüzünden içi boşaltılmış eğlence ve tüketim kültürüne hibe mi edilecek yoksa? İzmir gibi güzel bir şehrin kültür üreten caddesi olmak için mücadele mi verecek! Bunu zaman gösterecek?