Şu son sıralar “Biz eskiden…” diyerek konuşmaya sıklıkla başladım. Oysa bir zamanlar gelecek çekimli cümlelerle konuşurduk. Hele yıllar biraz daha geçsindi, bakın ne kitaplar yazacak, ne okurlar edinecektik. Kimileriyse “gelecek güzel günler”de “motorları mavilere sürecek”ti.

Ne o edebiyat dünyasını dipten sarsacak kitapları yazabildik, ne motorları sürebildik. Kimimizin ilgi alanı değişti, yazıp çizmeyi bırakıp başka alanlara kaydı. Kimimiz savruldu, kabının dışına bir türlü çıkamadı. Motorlara gelince… Motorlar bağlı bulunduğu yerde çürüyor sanıyorum.

Kimseye umutsuzluk aşılamak istemem. Çünkü hayat istemimiz dışında sürüp gidiyor. Ne sürekli iyilik olur, ne kötülük. Hiçbiri mutlak değil. Bir şey başlamışsa mutlaka biter. Bitmeyen, ancak başlamayan şeylerdir. Hem, ne kadar yakınırsak yakınalım, geriye doğru şöyle bir baktığımızda mutlu, huzurlu olduğumuz anlar da olmuş; kim yadsıyabilir bunu!

Ama itiraf edelim ve Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim: 60’lı, 70’li, hatta 80’li yıllarda bile biz bu zamanlardan çok daha mutlu ve huzurluyduk. O karmaşada bile komşumuz komşu, dostumuz dost, kardeşimiz kardeş, arkadaşımız arkadaştı. Birbirimizden kuşkulanmaz, verdiğimiz sözü ne pahasına olursa olsun tutardık. Öyle yağlı ve kaçak güreşme, arkadan dolanma, kuyu kazma filan, bildiğimiz şeylerden değildi. Kendimizi solcu, sosyalist, ilerici, devrimci filan gibi terimlerle tanımladığımız için ona denk düşen ahlakı da edinmemiz zorunluktu. Birçoğumuz köy-kasaba çıkışlı olduğumuz için mahalle kültürümüzü yukarıda tutuyorduk.

Meseleyi edebiyat alanına çekeyim izninizle: 80’lerin ortasında yayın yaşamını İzmir’de sürdüren Dönemeç dergisinin mutfağında bulundum. “Ustalardan öğrenmek” diye tanımlayabileceğimiz geleneği o yıllarda edindim. İzmir’i handiyse sokak sokak yazan Tarık Dursun K.’yı o vesile ile tanıdım. Hayatının son otuz yılında hep yanında oldum. Ardından Türk şiirinin kaptanı Attilâ İlhan’ı, Hilmi Yavuz’u, Şadan Gökovalı’yı, Asım Bezirci’yi, Talip Apaydın’ı, Mahmut Makal’ı, Ahmed Arif’i ve daha nicelerini tanıdım.

Dergimizin Kemeraltı’ndaki yerine Agora Meyhanesi’nin şairi Onur Şenli, zekâ küpü Çınar Çığ, grafikçi-şair Bahattin Ertük’ün yanı sıra İzmirli hemen bütün yazar ve şairler gelirlerdi. Hele 2. Beyler Sokaktaki Bodrum Meyhanesi… Masaları yazarlarla, şairlerle, ressamlarla, tiyatrocularla, müzikçilerle lebalep dolu olurdu. Şiirler okunur, kitaplar tartışılır, oyunlar eleştirilir ve daima dost kalınırdı.

Sonra ne olduysa oldu, araya hayat girdi ve bazılarını bazı yerlere savurdu. Sorsanız, onların da belleklerinde üç beş güzel anı kırıntısı kalmıştır. Anlatırım bir gün belki…